4 yıl önce adımımı attığım salona tekrar adım attım geçen gün. 3,5 yıl önce, nereye gittiğimi, ne ile karşılaşacağımı, kendimle nasıl derinden tanışacağımı ve velinimetim olacak biricik öğretmenimle karşılaşacağımı bilmeden gittiğim aynı salon. Salonda labirent serili. Onu tekrar görmek, eski bir dostla karşılaşmak gibi. Beni bana gösteren, o basit ama katman katman varlık. Ona sarılmak için uzanıyorum üzerine, ev gibi benim için burası. Evdeyim, diyorum.
Öğlen arası olduğunda, salonun boşalmasını bekliyorum ve bir kere daha adım atıyorum labirente. Bir niyetim yok, sadece bilmek istiyorum: “Bugün bana ne söyleyeceksin” diyorum. Yürüdükçe gülümsüyorum ve ilk yürüdüğüm zaman geliyor aklıma. Bu labirentte defalarca yürümeme, labirentin tek girişi ve çıkışı olmasına, varacak tek bir nokta olmasına rağmen, bazen “acaba bir yerlerde yolumu şaşırmış olabilir miyim” diye düşünüyorum. Bunun imkânsız olduğunu hatırlıyorum ve yürümeye devam ediyorum.
Kendini Tanımanın Kutlu Farkındalığı
Labirente 4 yıl önce adım attım ilk. Onun üzerinde yürürken neyin cevabını aradığımı şu an hatırlamıyorum ama cevabın tek olduğunu şimdi görebiliyorum. Cevap her zaman BEN. Labirentte yürürken fark ettiğim şeyler vardı. Mesela az önce söylediğim gibi, zaman zaman gelen duraksamalar ve “acaba bir yerde hata yapmış olabilir miyim” sorguları. Sonra, aynı labirentte yürüyen başkalarıyla karşılaşmalarımda içimden geçirdiğim şeyler: “Bazen ben giderim onlar döner, bazen onlar giderken ben dönerim ve hayat da tam böyledir.” Öyle değil mi gerçekten? Hepimiz hakikatin yolunda yürürken bazen kesişiriz, bazen ayrılırız, bazen yan yana yolculuk ederiz. Bazen önümüze biri geçer, bazen birinin ardından ona uyumlanarak yürürüz. Bazense hız kesmeden yanından geçer gideriz. Bazen kendi yolumuzun akışını keser, başkalarına yol veririz. Bazen birileriyle karşılıklı gelir nazikçe birbirimizin yolundan çekiliriz.

Sonra anımsadığım başka bir şey daha var: Bazen sadece varacağımız yere odaklandığımızda, yol sanki uzar, tam geldim deriz, sonra mesafeleniriz. Sabırsızlanır, “ne zaman bitecek bu yol” diye isyan ederiz. Bir noktada ise teslimiyet gerekir. Bilmek gerekir ki varacağım yer değildir önemli olan, varış noktası yolculuğun kendisidir. İşte kontrolü bıraktığımız o an, kontrolün her zaman bizde olduğunu anlarız. Ama kontrol, sandığımız şey değildir. Ve bir bakmışız ki bir durak noktasındayız. Orada deneyimi yaşar, alacaklarımızı alır, bırakacaklarımızı bırakır, yeniden yürümek için yola çıkarız. Yolun nasıl deneyimleyeceğimizi de biz belirleriz aslında. Yol her türlü yürünecektir ama bu yol nasıl olsun isteriz? Taşlı, engebeli, zorlu mu? Yoksa açık, akışkan ve ferah mı? Öyle ya da böyle sonunda varacağımız tek bir nokta vardır. Başından beri yürüdüğümüz her çeşit yol, aslında kendi kalbimize doğru çıktığımız bir Hac yolculuğudur adeta. Bir spiraldir, lineer değildir ve katman katmandır.
Yol Aynı, Yolcu Değişir
Tüm bunları tekrar içselleştirmek, beni hızlıca topraklıyor. Bir süredir geçmeye çalıştığım eşiği geçebilmem için, omuzumdan hafifçe ileri itiyor. Nazikçe. Bunu yapan kim? Labirent mi yoksa ben miyim? Kontrolü bırakıyorum ve kontrole geçiyorum. Son zamanlarda dalga dalga hissettiğim varlığım, minik çalkalanmalarla sabitleniyor. Geldim, yerleştim, artık BEN’deyim.
Hayatımızın ne kadar büyük bir kısmında onay aradığımızı, kurtarıcı beklediğimizi, anlaşılmak ve görülmek için uğraştığımızı, hep birisi olmayı dert edindiğimizi, çünkü derinde bir yerde yalnız bırakıldığımızı zannetiğimizi görüyorum. Bazılarımız buraları geçti belki, bazılarımız tam da burada, bazılarımız ise başka katmanlarına ilerliyor. Tıpkı labirentte olduğu gibi. Yalnızlık mı? Şimdi bunu düşününce kafamın içinde bir kahkaha duyuyorum. Kim ikna etti beni yalnız olduğuma? Nasıl ikna olduk ayrı olduğumuza. Biz yalnız olamayız ki. Yol bir, biz biriz.
Geldim kendime, dengelendim dedim ya. Bu nasıl bir his buraya köklemek istiyorum yazarak. Bu, bir özgür olma hissi. Önce kendimden, sonra çevremden. Bu, her şeye rağmen buradayım ve ben, benim hissi. Bu “öyle olduysa ne olmuş” diyerek hikayeni bir kısım da olsa bırakabilmek ve sandığından daha fazlası olduğunun azıcık da tadına varmak hissi. Benim için büyük ve bir o kadar da dingin hisler. Bunları daha önce bilmediğim için mi yoksa derinde bir yerde bilsem de bundan utandığım için mi tutunmuştum acaba hikayelere? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey var ki Aslıhan’ın masalı önemli bir dönüm noktasında. Oradan döndüm mü yeni bir hikâye zamanı. Eskisi yok artık, puf gitmiş. Sonra yenisi yazılacak ve sonra bir gün o da yok olup gidecek. Ve ben tüm bunlarla çok tamamım. Eskiden kendimi ne kadar tanımlıyorsam, şimdi de o kadar tanımlamamak için uğraşıyorum. Ben böyleyimdir, şöyleyimdir, başıma gelen şu şey beni böyle hissettirdi, beni bu hikayeler mahvetti dememeye, dersem de yarı yolda fark edip konuyu dağıtmaya çalışıyorum. Seni çok iyi tanıyorum diyen bir eski arkadaşımı hatırlıyorum şimdi ve gülüyorum. Beni biri nasıl tanıyabilir ki ben henüz yeni tanışıyorken kendimle? Tanıdığı şey bir parça, bir alıntı, bir yansıma olabilir sadece öyle değil mi?

Hayat Bir Labirentse Biz de Onun Sanatçısıyız
Toparlamak gerekirse, tekrar fark ediyorum ki, tıpkı labirent gibi dönüp durduğumuz yaşamımızda bazen sona geliyoruz ve bazen başa dönüyoruz ama başlangıç noktası hiçbir zaman en baştaki ile aynı değil ve son hiçbir zaman son değil. Biz değişiyoruz ve labirent de sanki bize göre seviyeleniyor. Çünkü biz, gönlünü hakikati anlamaya adayanlar, kendimize doğru olan bu yolda daha da derine gitmeye niyet ediyoruz. Adı labirent ya, ondan bazen karmaşık gibi geliyor, bazen sanki bir bilmecenin içindeyiz ve yanlış bir şey yaparsak hiçbir zaman çıkışı bulamayacağız sanıyoruz. Oysa labirentin tek bir girişi ve tek bir çıkışı var. Kaybolamayız, hata yapamayız, çok hızlı ya da çok yavaş olamayız. Elimizden gelenin ne kadar olduğunu kontrol edemeyiz. Ne isek oyuz ve bu yeterli. Bir tek elimizden gelenle ne yaptığımızı kontrol edebiliriz. Ve bir gün nihayet yaşam denilen bu mükemmel tasarımın yani kendi labirentimizin yaratıcı sanatçısının da yine kendimiz olduğunu anladığımızda ise en başından beri kontrolün bizde olduğunu idrak edeceğiz. İşte o bayramdır, kutlamadır, tatlı esintili bir yaz akşamı, yazın ilk karpuzu, kışın sevdiceğinle battaniye altıdır benim için. Huzurdur, güvendir, neşedir ve kavuşmadır.
Sevgi olsun!
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.