tree-7180149_1280-pixabay
Kitap

Her ailede hikâye sarmallarını kırabilecek kişiler var

Felis Kohen: “Senin kendinde dönüştürdüğün her kalıp ve her yara şifaya dönüşüyor, nasıl senin atalarından senin yaşamında sorun olan kalıpları miras olarak aldıysan, senin şifalanman da senin üzerinden nesilden nesile aktarılıyor. Şifa zamanın dışında gerçekleştiği için, o anda geri ve ileri kuşaktan kuşağa yedi nesile geçiyor.”

Kabala ve Şamanizm öğretilerindeki deneyimlerini Şamanın Yaşam Çemberi adını verdiği ilk kitabıyla gün yüzüne çıkaran Felis Kohen’le gölgelerimizle nasıl yüzleşebileceğimizi, bu yüzleşmelerimizle yaşayabileceğimiz mucizeleri, dünyadaki asıl misyonumuzu, aşkı, ruh eşlerinin öğrenmesi gerekenleri konuştuk.

Felis Kohen Almanya’da edindiği çeşitli ustalıkların yanında Çin Quantum metodu ileri seviye, beyin ve santral sinir sistemi ile bütünsel çalışma hücresel kodlama uygulayıcılığı, enerjisel organ ve ameliyat şifacılığı gibi alanlarda Four Winds American School For Shamans’ta eğitim aldı. Ayrıca Hindistan ve Bali’de yerel şifacılara çıraklık yaptı. Kendi köklerinden gelen ilim ve dönüşüm bilgelikleri ile harmanlayıp ilim kadınları ve adamları yetiştirmek üzere Urban Shamans Academy’yi kurdu. 2021 yılında Urban Priestess Instutution ile uzun yılların kadın çember deneyimini tek bir çatı altında topladı. Yolculuğuna, kendi üzerinde çalışarak başlayan Felis Kohen, yıllar içinde öğrendiği teknikleri kişisel tecrübeleriyle birleştirip çemberler, atölyeler, seremoniler ve bireysel seanslar vererek insanlarla paylaşıyor.

Çember ve atölyelerin yanı sıra, Kabala astrolojisi, Kabala ve Zohar ilmi öğretilerini harmanlayan atölyeler ve eğitimler gerçekleştiriyor. Şamanın Yaşam Çemberi gerçekten boyutları küçük ama içeriği çok engin bir kitap. Felis Cohen’e bütün merak ettiklerimizi sorduk.

Kitabınızda “ışık ego” kavramından söz ediyordunuz, ışık ego ne demek, biraz açar mısınız?  

Işık ego, bizim çocukluk dönemimizde özdeğerimiz ile oluşmaya başlayan, yeteneklerimizle katlanan bir özelliğimiz. Çocuk ufak yaşta bir birey olmaya başlıyor, sınırlarını çiziyor, kendisini mutlu eden eylemleri keşfediyor, bunları deneyimliyor. Deneyimledikçe kişiliği daha da oturuyor ve potansiyeline adım atıyor. Anne ve babasının, ailesinin güvenli alanında aslında kişiliğini köklüyor. Orada oluşan sağlıklı egoya yani kişiliğe, ben ışık ego diyorum. Ancak bu kadar şanslı olamayan çocuklar var. Bu çocuklar sağlıklı bir “ego”, bir ben algısı oluşturamadıkları icin, “ışık gölgeler” yaratırlar. Bu ışık gölgeler, çok yetenekli, onların hayran kaldığı, imrendiği insanlardır. Yani hep olumlu özellikler, fakat belki de asla kendilerinde görmedikleri özelikler… Çemberlerimde bu özeliklerin farkına varıp, o potansiyeli yaşamaya izin vermenin yolları ve patikaları üzerinde iz sürüyoruz.

Hazımsız ekmek konusunu biraz açabilir misiniz? 

Bir ekmeği veya bir yemeği ağzımıza aldığımızda önce çiğner sonra yutarız. Gerisini midemiz, bağırsaklarımız, sindirim sistemimiz dönüştürür. Faydalı olan besinleri kullanır, gerisini bırakır. Ekmeği çiğnemeden yutamayız, yutması zordur ama hadi diyelim ki yuttuk, bir yuttuk iki yuttuk, bir yerden sonra sistem çalışmaz hasta oluruz. O ekmeği çiğnemeliyiz. Bilgiyi de teknolojiyi de aşkı da dostluğu da… Tüketim çağında yaşıyoruz. Bu aslında iyi bir şey, özellikle kadim ilimler hep bu zamanlardan bahsetmiştir. Demek ki çok iyi bir şeyler oluyor. Fakat bazen bu iyi olan şeyler, bizi hasta edebiliyor. Bir telefon eskimeden yenisi alındığında, bir arkadaştan sıkılıp yenisini aradığımızda, bunların hepsi hazımsız ekmektir. Hazımsız ekmek hormonlu bir süreçtir. Orada emek yoktur, özveri yoktur, şefkat yoktur sadece hedef vardır. O hedefe varıldığında da yenisi vardır. Hazımsız ekmek hakkında sayfalarca konuşabiliriz. Belki bir kişi yıllarca teffekür ile emek vererek, varlığının ağır kalıplarını ve yaralarını dönüştürerek, yürüdüğü yolun bir yerinde yaratıcı kaynakla derin bir bağ hisseder, bir sarhoşluk bir hoşluk… Bir başka kişi bir hap atar veya bir sigara yakar yıllarca uğraşmadan iki dakikada o hale girer. Ancak hazımsız yani hak edilmemiş ekmek olduğundan o girdiği yerde doyum yoktur, ertesi gün tekrar ister. Bu döngü bu şekilde devam eder. Bir bakıma bir insan, sadece aldığında, hazımsız ekmektir. Emek veren verendir, dolayısıyla aslında böylece hep alandır.

Kolektif yolculuk yok mu? Herşey kişisel mi? Halbuki şu ara kolektif bir aydınlanma içimdeymişiz gibi geliyor. 

Her yolculuk bireyseldir, bireysel yolculuklar daha sonra kolektife dönüşür. Bireyin beyninde, varlığında, dünyasında bir devrim gerçekleşir. Işık tüm oluşumunu ele geçirir. Bu ele geçirilme, belki de yaşamında her şeyi sil baştan dönüştürdüğü, kendini, yaşamını, tercihlerini gözden geçirdiği, gölgelerini, kabuklarını bir bir soyduğu bir haldir. Gittikçe meşalesi daha da aydınlanır, onunla birlikte çevresinin de. Bu meşaleler çoğaldıkça kollektif bir aydınlanma gerçekleşir. Bu kollektif aydınlanma da dönüp tekrar bireysel aydınlanmayı destekler. Görüyoruz ki, her şey saat gibi işliyor ve bir atom, Afrika’da bile olsa Avrupa’daki hemcinsinin evrimini sağlıyor.

BİLEN İNSANIN İNANMAYA İHTİYACI YOKTUR,

O ARTIK BİLİYORDUR!

İnanmakla şüphe duymak neden aynı? 

İnanmak şüphe duymanın bir başka versiyonudur. İnanç ve şüphe arasında hiçbir fark yok. Her ikisi de çok zihinsel, duygusal süreçler. Bir nevi sebep sonuç ilişkisine bağlıdır. Bana inanabilirsin veya söylediklerime karşı şüphe duyabilirsin, ikisi de aslında aynı şey. Oysa bilmek başkadır. Bilme halinin içinde hücrelerine kadar bilinen bir gerçek vardır. Bilen insanın inanmaya ihtiyacı yoktur, o artık biliyordur! Bu bir haldir. Varoluşa nüfuz eden, tüm hareketleri aşan bir hal. Bilen ruh bu dünyaya bir sebep ile geldiğini de hatırlamıştır.

Ruh nasıl duş alır? 

Ruhun duş alması, tüm yargılardan, şüphelerden kısaca kişiye ağır ve dar gelen özelliklerden soyunması ışığı, huzuru, o içinde taşıdığı sonsuz sevgiyi hissetmesine engel olan tüm hikayeleri bırakması ile başlar. Bu bir süreçtir, bu süreç ilerledikçe her duşta yani her soyunmasında özüne her dokunması ile ruhunun aydınlığına daha da köklenir.

Denge ve Ayni kavramlarını anlatır mısınız? 

Dünyada bununla ilgili birçok gelenek ve öğreti var. Çemberlerin odak noktası, Peru’daki İnka ve Laika şamanlarının dünya görüşü ve öğretilerine de dayanıyor. Onlar “Ayni”den bahsediyorlar. Bu terim, evrenin bize durumumuzu, niyetimizi ve sevgimizi geri yansıttığı karşılıklı ilişkiyi ifade eder. Örneğin, ruhumuzla, tüm canlılarla ve evrenle iyi bir ilişki içindeysek, hayırsever insanlarla tanışırız, bizi ileriye taşıyan deneyimler yaşarız vs. Şartlar lehimize döner, her şey “akış” içindedir. Çünkü sadece bedenimiz değil, zihnimiz ve ruhumuz da birbirine bağlıdır. Ayrıca kayalara, bitkilere, hayvanlara, diğer insanlara, Toprak Ana’ya ve tüm evrene bağlıyız. Bu ilişki bir veya birden fazla yerde bozulursa, artık “Ayni”de değilizdir ve şikayetler, hastalıklar ortaya çıkabilir veya aynı kalıpları tekrar tekrar yaşarsak, her zaman aynı çatışmaları tekrar tekrar çözdüğümüz partnerlerle karşılaşırız veya farklı işlerde tekrar tekrar aynı sorunları yaşamak vb. “Ayni” toplu olarak da dengesiz olabilir. İklim değişikliğine ve Toprak Ana ile olan ilişkilerimize baktığımızda ne yazık ki artık toplu olarak “Ayni”de değiliz. Bu yüzden dönüşüm çalışmaları şu anda çok önemlidir. Eğer kendimizi “Ayni”ye getirirsek, dünya da tekrar “Ayni”ye gelecektir.

ŞİFA BİZDE GERÇEKLEŞTİĞİNDE KOLLEKTİF YARA DA İYİLEŞİR

Yaşam Çemberi’nin ilk cümlesi, “Acıyorsa sorun sende” ile başlıyormuş?

Neden bende? 

Çevrende yaşadığın veya sana yapılan herhangi bir hareket, bir duruş, bir davranış sende acı, öfke veya rahatsızlık hissettiriyorsa bunun kökeni tamamiyle sendedir. Küçük bir örnekle daha açık hale getirmek istiyorum zira bunu anlamak demek belki de şu anda bu satırları okuyan kişinin yaşamını değiştirebilir.

Eşinin veya arkadaşının, sana bir hareket veya davranışı sana değersizlik veya acı hissettiriyorsa o acının veya değersizliğin içerisinde‚ “oturup” bunu yaşamında belki de ilk defa hissettiğin ana gidebilirsin. Bu acıyı veya yarayı çevren de çözecek. Aslında hikâye senin hikayen, tetikleyen çevren, dostun eşin veya toplum. Bu hikâye bende ne yapıyor? Hangi hatıraları tetikliyor? Acıyor, evet çok acıyor! Ben bu acıyla yüzleşmeye hazır mıyım? Hatta bazı durumlarda, sevdiklerimizle paylaşabilirsek daha derin şifa getirebiliyor. İki taraflı şifa‚”Senin bana anlattıkların veya söylediklerin bende … duyguları hissettirdi, biliyorum bunun seninle alakası yok ancak çok acıdı” demesi karşı tarafın da paylaşmasına alan verebilir. Bu toplumsal bir mesele ise belki bu diyalog bu şekilde gerçekleşmez ancak şifa her şekilde gerçekleşir. Şifa bizde gerçekleştiğinde kolektif yara da iyileşir.

“PAYLAŞMAK DEMEK YENİ BİR ŞEY YAPMAK DEMEKTİR”

Paylaşmak nasıl olmalı? 

Paylaşmak, konfor çizgini aşarak paylaştığında anlam kazanır. Bunun anlamı, hiç yapmadığın şeyleri yapmaktır. Konfor alanında kalma isteğini aşarak vermenin anlamı herkeste farklıdır. Kimi için hizmet etmek daha zordur, kimi için maddi paylaşım. Geçen gün bir arkadaşımız buradaydı. Uzak Doğu’daki bazı kültürlerde ustaların talebelerini sırf ‚egolarının kırılması için dilenmeye gönderdikleri konusunu konuşuyorduk. Bu da bir verme şeklidir. Konfor alanını aşarak, seni rahatsız edecek şekilde vermek. Paylaşmak demek, yeni bir şey yapmaktır. Konfor alanının dışında bir eylemden bahsediyorum. Her gün kedilere mama vermek, sokak köpeklerini beslemek artık alışılmış ve kolay olurken, bir yabancıya veya uzaktan arkadaşa bir omuz vermek, ona zaman ayırmak belki de daha zorlayıcı olabilir. Elimizdeki her şey paylaşmak için var, ben buna gönülden inanıyorum. Ancak bir denge ile verdiğinde sana da kâinat tarafından aynı dengede verilir.

Bizler bu dünyaya iyi olmaya gelmedik. Düzelmeye geldik diyorsunuz? Neden bozuğuz o halde? 

Geçmiş yaşam ve yaşanmışlıklarımız, keşke yapmasaydı, keşke kırmasaydı, acıtmasaydılarla dolu. Eğer, “Keşke yapmasaydı” varsa, kendimize döndüğümüzde elbette bizim de yaptığımız kırdığımız acıttığımız yerler var demektir. Ne diyorduk? Acıyorsa sorun kimde? Bendeyse, her bir dönüşüm ve farkındalık beni daha şefkatli daha duyarlı bir insan haline getirecektir. Çoğu insanın hedefi‚ iyi insan olmaktır. Oysa düzelmeye doğru giden yolculukta evrim vardır. Düzelmek, bozuk olduğumuz anlamına gelmez, evrilmek anlamını taşır, gelişim anlamını taşır. Yaşadığımız dünya iyi, kötü, siyah, beyaz algısıyla dolu. Oysa düzelmek demek bir heykeltraşın keyifle taşı oyması, ona zımpara yapmasıdır. Bir taş, bir kaya parçasından bir sanat eseri, bir “üst insan” çıkmasıdır.

Rüzgâr Attı hareketi nedir? 

Rüzgâr attı kelimesi Tibet’ten gelir. Kelime rüzgargülünden gelir, hareket eden, rüzgârda dönen bir çiçek. Hayatımızda bazen bir çekmeceyi düzeltmek, kirden yapışmış bir köşeyi temizlemek, birinden özür dilemek, çevremizi sebepsiz mutlu etmek veya aydınlık bir paylaşım olabilir bu. Bu hareketler yavaş yavaş senin ve çevrenin hayatını aydınlatmaya başlar. Aslında vermenin çevrene (evin de ruhun olarak çevren sayılır) hizmet etmenin yine bir şeklidir.

Hayatın hangi alanında -iş, para, aşk- sorun varsa oranın daha çok aydınlığa ihtiyacı vardır diyorsunuz? Çoğu konuda sorun yaşamayanlar gölgesiz mi? Her şeyi doğru mu yapmışlar? 

Orada bir fark var, mesela ilişkileri konusunda sorunu olmayan bir kişinin aşması gereken başka alanlarda meseleleri veya benim tabirimce evrimi vardır. Herkesin farklı alanlarda yaşadığı süreci vardır. Bu bir insanı tamamı ile gölgesiz yapmaz. Aslında bir nevi birikimdir. Geçmiş yaşamlarından, o alanlarda yol katetmiştir. Şimdi sıra diğer alanlara gelmiştir.

“EĞER ACIYAN BİR YER VARSA, BEN O YER İÇİN HİZMET EDERİM, BÖYLECE DÜNYALARIN USTASI BANA ONU ULAŞTIRIR”

O sorunlu alanı düzeltmeye çalışmak neden doğru değil? 

Anti … organizasyonları ile sorun veya meseleler ortadan kalkmaz, kabbalahda şöyle bir kavram vardır; eğer bir kişi ruh eşini istiyorsa ve bir türlü doğru ilişkiyi kuramıyorsa, on kişiyi onların ruh eşleri ile birleştirmesi yeterlidir. Bunun için sokağa bile çıkması gerekmeyecektir. Ruh eşi evine kadar gelecektir. Bu satırların içerisinde gizli olan ilim kısaca şudur; eğer acıyan bir yer varsa, ben o yer için hizmet ederim, böylece dünyaların ustası bana onu ulaştırır. Eğer sürekli kendi yaralarımı iyileştirmeye çabalarsam, kâinatın ustasının bana hizmet etmesine gerek yoktur. Zaten ben kendime ağlıyorum, dertleniyorum, çabalıyorum. Diğer türlü ben diğerlerine vesile olurken bana zaten bakılıyor veya veriliyor. Ben ayrıca bu yaraları veya eksikleri diğer enkarnasyonlardan getirdiğimize inanıyorum. Çemberlerimde çok fazla birebir örnekler var bunu kanıtlayan.

“Gölge aydınlığın vahiyi” ne demek?

Gölgeler veya deneyimlediğimiz karanlıklar, çok büyük aydınlığın habercisidir. Doğada da böyledir. Doğada yaşanan her şey bizlerde de vardır. Mesela, gecenin en zifiri karanlığı şafak vaktinde deneyimlenir. Sonra güneş doğar. Her şey sonsuz olan kaynaktan çıktı, bizi biz yapmak, insanı tekrar doğurmak için. Gölge bazen üzerini örten bir örtü, o bir nevi aydınlığın habercisidir. O örtüyü kaldırdığında aslında her karanlığın içinde sadece aydınlığın olduğunu, her anın mucizelerle dolu olduğunu deneyimleyebiliriz.

“YARALARIMIZLA ANLAŞMAMIZ VAR”

“Her sorunun kökeninde bir anlaşma vardır” diyorsunuz. Bunu açabilir misiniz? 

Açmak için sorun kelimesine yara diyelim. O yara, o hastalık veya engel her neyse, onunla daha ilk baştan bir anlaşma yapılmıştır, bir faydası vardır bizlere.

Örnek…Acıyan, “Hep savaştım, çok yoruldum, her şeyi ben yaptım” diyen… Bu bir sorun mu? Evet elbette. Hatta bu yaradan dolayı fiziksel bedenim dahi hasta olabilir bu süre içerisinde. Peki bunun bana faydası ne oldu? Böylece ayakta kalabilmişimdir, kimseden destek almadan, konfor alanımda kendimle kalmışımdır, güven veriyordur veya beni güçlendiriyordur. Tıpkı bir ev arkadaşımın olması gibi… Eğer ev arkadaşın kira ödemiyorsa bu durumda bir iş yapıyor faydalı oluyordur. Sorunların, acıların, yaraların, davranış kalıpların faydalı tarafları vardır. Bundan dolayı onları değiştirmekte zorlanırız, onların faydasını da kaybetmekten korkarız. Gerçekte hediyeleri yani faydaları hep bizdedir, onları kişi kaybetmez. Her zaman bırakabilme özgürlüğümüzün ve seçimimizin olduğunu hatırlamalıyız. Seanslarımdan evvel sorduğum en önemli sorudur: “Bunu gerçekten değiştirmeye hazır mısın?” Sonrası da her seçim saygıdeğer ve her seçim kutsaldır.

Yazgımız da bizimle aynı uçağa mı biner? Neden?  

İş yerinden sevdiklerimizden uzaklaşıp bir tatile gidebiliriz, ancak yazgımızdan

uzaklaşıp tatile gidemeyiz. Kalıpları değiştirip farklı bir hayat yaşamanın tek yolu bizlerin farkındalıklarıdır. Deneyimlerin belki de kıyafeti, ismi, şekli değişecektir. Bizlere deneyimlettiği hisler kalacaktır. Yazgımız bizlerin farkındalığını ve içsel dönüşümümüzü bizlerden talep eder. Ancak böyle kalıcı değişim gerçekleşecektir.

Pişmanlığın acil durum kiti nedir?

Pişman olduğun şeyi, fark ettiğin anda değiştirmektir. Bundan belki de daha çoğaltıcı bir besin de pişmanlığını paylaşmaktır. Yani, yine paylaşmak.

Malkuth ve Kether nedir? Nasıl anlayabiliriz? 

Malkuth ve Kether, Sefira’dır; kitabımın içinde bunu en basit hali ile örneklemeye çalıştım. Bir ağaç düşünebiliriz, kökleri Malkuth, tacı ise Kether. Malkuth maddedir ve % 1 dünya olarak tanımlanır. Şamanik alanda ona pacamama yani Toprak Anne deriz. Kabbalah içinde sadece dünyayı, bitkileri, taşları değil, tüm canlıları içeren dokunabildiğimiz, tadabildiğimiz, gördüğümüz her şeydir Malkuth.

Malkuth dediğimizde bende oluşan cümle: “Ne zaman başkalarının ışığı ortaya çıkarmasına yardım edersek işte ozaman biz de parlarız.” Malkuth benim aldığım gelenekte aynı zamanda “yalnız kendin için almak isteme arzusu” olarak tanımlanır. Düşünürsek ışık almaz ancak yine de parlar. Dünyada açığa çıkan bu kadar çok ışığın sebebi Malkuth. Gerçekte, yalnız kendin için alma arzunu içeren hiçbir süreç, ışıgı açığa çıkarmaz. Bu yüzden sadece sefirotlardan biri olarak değil, aynı zamanda en önemli, öğretici sefira olarak da kabul edilir. Rav Aşlag, onun sefirotların en yükseği olduğunu söylüyor. Sefirot’un en büyüğüdür çünkü Malkuth olmasaydı, diğer sefirotların hiçbiri şığını alamazdı ve bu nedenle tamamen Işıkla dolu olduğunu düşünebiliriz. Malkuth kısa vadeli dünya olarak bilinirken, bir de uzun vadeli, spiritüel dünya vardır. Burası, tüm cevapların olduğu iç dünyadır. Yüzde 99’luk kısmı oluşturur. Buna Yaşam Ağacı’nda Kether denir, ağacın taç kısmıdır. İsimsiz tek ve bir olandır, sonsuz olandır, oradan akan ışık şekilsizken, Malkuth’la şekil alır, unutmamak gerekir ki ağacın karanlık topraklara uzanan o kökleri olmasa ağacın yaprakları göklere ulaşamaz. İkisi de birbiri için gereklidir. Yani insan, dış dünya ile iç dünyayı doyurmaya çalışır. Yaptığı meditasyon veya farkındalıkları içeriye süzülüp bir taşı yerinden oynatmasını sağlamazsa tüm bu eylemler yüzde birlik kısımda kalacaktır. Gerçek değişim içeriden (Kether %99), dışarıya (Malkuth %1) sirayet eder.

Kabala’nın yaşam ağacındaki 12 Sefirot’un astroloji ile ne gibi bağlantısı var? 

Kabalistik Hayat Ağacı, bilincimizin gizli haritasıdır. İçimizdeki ilahi ışık kıvılcımını ortaya çıkarmak için kullanabiliriz. Mistik Kabala, Batı’nın kişisel, pratik, büyülü ve ruhsal bir yoludur. Doğu ve Batı’nın müthiş bilgeliği burada, bir sentezde buluşuyor.

Kabalistik astrolojinin yolu, birçok eski bilgelik okullarında eski ve modern akımların kaynaklarında da geçer. Mesela Mısırlıların, Yunanlıların, Masonların gizli bilgilerinin yanı sıra birçok başka farklı öğretide de. Kabalistik geleneğin özü, Tanrı’nın kişisel doğrudan deneyimlenmesidir. Hayat ağacı, ışığın kapılarını tanımlar ve eski bir semboller sistemidir, en yüksek hedefe giden yolda iç yolların ve dünyaların bir haritasıdır. Kybalion’da geçen “Yukarıda nasılsa aşağıda da öyledir”, insan minyatür bir evrendir. Kabalistik görüşe göre Tanrı evrende ne yarattıysa insanda da yaratmıştır.

Ruh eşi yolculukları neden bu kadar zor? Dünyada da böyle mi? Bu ülkeye mi özgü? Erkekler neden bırakamıyor o eşe kendini? Asırlardır… 

Eril olan güvenlik duvarlarını bırakmakta zorlanıyor. Benim kitapta bahsettiğim eril tam olarak sadece erkekte demek değil, her varlığın içinde bir eril bir de dişil vardır. Bizlerin tüm tekâmül süreci aslında kendi içimizdeki ruh eşine teslim olmak, sevgiyle dönüştürülmek. İşte tam olarak çoğunlukla erkeklerin de kendi içimizdeki eril prensibinde korktuğu şey bu. Erkeğin zihninde, dişil olandan ona gelen bir tehlike vardır. Bir taraftan da haklı, zira dişil onun vekâletini alır. Yani tamamını alıp onu dönüştürmek ister, bu dönüşüm tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi bir süreci içerir. Tırtıl kelebek olmanın ne demek olduğunu bilmediği için, bu bilinmez yolculuğa çıkmak istemez. Sadece bazı ülkelerde yaşanan bir durum değil bu, dünyanın şu anda geçtiği bir süreç.

Erkeğin gerçek simyası sevgi tarafından dönüştürülmekte diyorsunuz, bunu biraz açar mısınız? 

Bu şekilde dişil de eril de daha yüksek bir şeye hizmet eder. Eril dişile, dişil de her zaman kendine. Bu kendine belki yanlış anlaşılabilir, mesela kabbalah da dişi olgunun adı schechinah olarak gecer. Schechinah bir Kibbele figürü değildir, saf dönüştürücü bir enerjidir. Bu “kendine”nin manası, en yüksek “prensip” tir. Koşulsuz veren sevgi şefkat, dişinin ufak egosu/ben algısı değil, schechinah‘nın kendisidir, bu da kadının/dişinin aracılığı ile sürekli yenilenir.

Ruh eşi olan kadının süpürge olması ne demek? 

Zamanın kadını, erkeğinin peşinden koşan, ya ona olan talepleri ve istekleri ile kovalayan veya kontrolü ile kendine çeken bir yapıya sahip olabiliyor. Bu kadını bir süpürge makinasına dönüştürüyor. Yüksek wattlı her şeyi içine çeken bir makina.

“ERKEK KÂSEDİR, KADIN DA ONUN İÇİNE AKARAK ŞEKLE GİREN SU”

Neden ruh eşi yolculuğunda kadının bütün enerjisini çekmesi, kendi varoluşunu şereflendirmesi gerekiyor? O zaman kavuşma oluyor mu? 

Biz kadını kâse bilirdik, erkek neden kâse, kadın neden su? 

Dişi olan sonsuz olan schechinah’tan, ona ait olan enerjiyi çekerse, kendi varoluşuna daha köklü kenetlenirse, erkek onun için kâse olur, bu kâse içerisine kadın kendini akıtır. Erkek ona korumayı ve yapıyı sağlar, kadının tekrar karşıladığı ve yenilediği enerjisi yaşamı oluşturur. Dişil enerjinin yönü yoktur. Erkek kâsedir, kadın da onun içine akarak şekle giren su. Kâse, su tarafından amacına ulaşır, canlanır, hayat bulur. Kadın olmadan kâse boş kalır, erkek boş kalır. Kadın çemberlerinde cinselik temel ilim bazlı. Bazı pratiklerde kadın bedenini bir ağaçla kıyaslıyorum. Erkeği, o esnada onun dallarından meyveleri toplayandır, bu meyveler onu da canlandırır. Meyveleri ağacının dallarında kalan kadın her anlamda toksik enerjiye acılır. Bu bahsettiklerim rahibelik medreselerinde temeldir. Bu ilim kadında zaten vardır. Erkek, enerjileri henüz çözülmemiş, dilenen bir kadın tarafından dönüştürülemez. Bu, onu güçlendireceği yerde güçsüzleştirir.

Vermek neden ölümü uzaklaştırır? 

Çok sevdiğim bir örnek var. Çemberde paylaştığım, verdiğimizde, paylaştığımızda sevgi olur, paylaşılmayan herşey güç olur. Bu güç zamanla klippotlar (kabbalah da kabuklar anlamına gelir) haline gelir. Bu klippotlar bizi sertleştirir, ruhun sesini duyamazsın. Sevgi paylaşıldığı zaman çoğalırken, paylaşılmayan seni seviyorumlar, sarılmalar içeride toksik enerjiye dönüşür ve hasta eder. Biraz evvel dişi enerjinin yönü yok demiştim. Orada negatif-pozitif de yoktur ancak meyveler paylaşılmadığı zaman çürür ve yok olur. Öfkeye ve nefrete dönüşen sevgi vardır. Ölüm sadece fiziksel değildir. Mesela zaman da ölümdür. Oysa paylaşma ve vermek zamanın dışına sıçramakla eştir, sonsuzdur. Başka bir örnek hem kabbalah hem de hemen hemen dünya topraklarındaki tüm kadim bilgeliklerde vardır. Sadaka verilir, bağış yapılır. Bu hem hastalık hem de bazı ağır enerji içeren durumları uzaklaştırır. Deneyimle altını çizebilirim. Vermek kesinlikle ölümü uzaklaştırır ancak özellikle bu vermek konfor alanımızı zorladığı taktirde.

Yaşamdaki eminlik testleri nasıl olur? 

Aralıklarla yaşamımızda çeşitli testler olur. Ben bunlara “eminlik testleri” diyorum. Bunlar bir olayın karşısında duruşun hakkındadır (içsel duruşun).

Mesela sevdiğin veya istediğin birşeyin olmaması. Daha iyisi olmasa bile, şu anda bu durumda büyük resme bakmayı seçmek. Bir gün işyerinden haber geliyor ve işini kaybettiğini öğreniyorsun. Evde çocuğun ve ailen var. Eminlik gidiyor, korku başlıyor ve karanlık çöküyor. Belli aralıklarla bazı testlere maruz kalırız. Bu evrenin bir ustası var ve onun mizah anlayışından dolayı olmaz. Bunlar, kaslarımızın güçlenmesi, inancımız ve güvenimiz ile bu kâinatın içindeki mükemmel işleyişin farkında olmamız içindir. İyinin de iyisi vardır, kesinlikle emin olmalıyız bundan, güvende olduğumuzdan. Elimizden gelenin en iyisini yapıp teslim etmeli. Eminlik tekamülümüzün en önemli anahtarı. Ben eminim.

Yara gibi şifa da nesilden nesile aktarılıyor mu? Nasıl? 

Senin kendinde dönüştürdüğün her kalıp ve her yara şifaya dönüşüyor, nasıl senin atalarından senin yaşamında sorun olan kalıpları miras olarak aldıysan, senin şifalanman da senin üzerinden nesilden nesile aktarılıyor. Şifa zamanın dışında gerçekleştiği için, o anda geri ve ileri kuşaktan kuşağa yedi nesile geçiyor.

Bunu sadece kendimizde değil, ailemizde ve akrabalarımızda gözlemleyebiliriz. Çocukları olmasa bile bir kişinin, gelecek enkarnasyonlara kadar uzanan bir sarmaldır. Yolculuğun kendisi DNA iplikleri gibi birbirine sarılan, yükselen hem ileri hem geri hem her yöne uzanan bir sarmaldır.

Her ailede bedduaları, davranış kalıplarını, lanetleri ve bu sonu gelmeyen, hikâye sarmallarını kırabilecek güce sahip olan kişiler var.

“En büyük kutsamam sabah uyanıp o günün işini yapmak” diyorsunuz. Ama bazen bunu yapamayacak bir açıdan geçebiliyoruz, buna bir çözüm var mı? 

O zaman o günün işi, o acının içerisinde oturmaktır. O an en kutsal işimiz budur. Bizim o acıya sahip çıkmamız, o yas sürecine izin vermemizle, şifaya sebep olacak sürecin içerisinden geçerken bir ağaç gibi yükseleceğiz. Belki de bazen tam tersini yaptığımız için, acıya alan vermek, onu deneyimlemek yerine günlük işlerin peşine koştuğumuz için, daha sonra acı daha da büyüyor ve katlanılmaz hale geliyor. Hep söylüyorum, kimse bu yolculuğu veya bu acıyı tek başına taşımak zorunda değil. Birlik içerisinde her şey daha da yumuşuyor şifalanıyor.

“KAYNAĞIM BENİM GÖLGELERİMDEN ÇEVREMİ DE KORUSUN”

Haset ve kıskançlık hisseden biri neden kaybediyor elindekileri? Ya farkındaysa ama engel olamıyorsa gölgeleriyle çalıştığı halde. Azalsa bile yok olmadıysa? 

Mesele temiz niyet sahibi olmak, aslında kalbi temiz ve ferah tutmak. Senin başkasına reva görmediğini yaratıcı kaynak sana neden versin ki? Düşündüğümüzde matematik formülü gibi bu. Başkasının sahip olduğuna kendin sahip olmuşcasına sevinmek olmasa bile, en azından onun çoğalmasına sebep olarak, o yarayı iyileştirebiliriz. Ben buna inanıyorum. Kabbalahda belli bölümlerde farklı örnekler vardır. Geçen bir çember buluşmamızda dua etmeyi anlatıyordum, dua nasıl edilmeli? Orada Moshe (Hz.Musa ) örneği vardı, Moshe bir gün ablasının, biri ile onun hakkında kötü yargılayıcı konuştuğunu öğrenir. O kadar üzülür, o kadar canı yanar ki, elini açar ve “El na refa na la” diye uzun uzun yaratıcı kaynağıyla konuşur, dua eder. Bunun anlamı‚ “Lütfen iyileştir onu” (dişi anlamda). Çok ilham verici, beni iyileştir ki acımasın demiyor, yarayı iyileştir diyor ve bu yara aynı zamanda çok kolektif, dünyevi bir yarayı anlatıyor (dişiyi iyileştir). Haset de kıskançlık da bir yaradır, iyileşmesi zaman alan bir yara. Yara iyileşirken, birbirimizin duası olabiliriz diye düşünüyorum ben. “Kaynağım benim gölgelerimden çevremi de korusun.” Bu da bir duadır.

Bağışlama neden önemli? 

Bağışlama spiritüel ışık içerir, bağışlarken şifa sürecine girersin. Bir başkasını bağışlamadan evvel kişi önce kendini bağışlamalı, belki de o adımı atamadığı için. Tek seferlik bir süreç de değildir. Bazen bir kişiyi defalarca bağışlamak gerekebilir. Bu hem seni hem de karşındaki kişiyi özgürleştirir. Onunla yaşadığın deneyiminin içerisinde saklı olan ilmin açığa çıkması, kendini senin ve çevrenin yaşamında ifade etmesine müsade etmektir. Bir sürecin bitmesine izin vermektir. Yükleri azaltmak icin ilk adımlardan biridir.

Neden en büyük yara yok sayılma? 

Tüm yaraların kökenine, kök dosyasına indiğimizde hep bir yok sayılma, görmeme, sırtını dönme vardır. Kelimeler değişse bile tüm ipler yok saymaya gider. Bırakalım bir başkasının bizlere yaptığını yok saymak, kendini yok saymakla başlıyor yolculuk. Kendini saymamak, sorunlarını yaralarını yok saymak. Tüm bunları okurken dahi binlerce yok sayma sıralanabilir gözlerinin, zihninin önünde. Önce bunu kabul ederek, sonra görmeyi seçerek dönüşüm başlayabilir.

Sizin yolculuğunuz nasıl, ne zaman ve neden başladı? 

Ben çok küçükken odamda günlük yazıyordum, içinde bol miktarda yaşamın anlamı ve insan yaradılışı ile ilgili soruların olduğu, yazıp cevapladığım hem yaralarımı hem de şifasını biriktirdiğim bir kitapçık. Kendimle ilk röportajı yapmışım. Avrupa’da yetişirken yolculuğumun başlama sebebi, ustalarım acı, korku, şiddet ve ölüm oldu. İlk önce travmatik deneyimle başlayan yolculuğum, yaşım ilerledikçe, çok şükür ustalarımla, kılavuzlarımla, ilimle bir simya yolculuğuna dönüştü. Doğrudan, deneyimle ilimi damıttım her zaman. Ormanın içerisinden gidilmemiş yoldan geçerek yol yapmak…

Neden Şamanizm, neden kabala?

Benim ilk kılavuzum ihtiyar kadın…Daha anaokuluna giderken kenara çekilip bitkilerden ilaçlar hazırlayıp o görünmez ustamın çıraklığını yapardım. Bunun çok şamanik bir alan olduğunu yaşım ilerledikçe anladım. Çok fazla ustam olmadı belki ancak olanlarla teslimiyet ve devamlılık içerisinde yürüdüm, aynı geleneklerin içerisinde köklenmiş tıp kadınları ile devam etti bu yetişme. Sebebim her zaman kendi yolculuğum oldu. Artık yumuşamış da olsa acıyı deneyimleme şeklim, hala o minik çakıl taşlarının çıplak ayaklarıma bıraktığı acıyı dönüştüren yeni nesili yetiştiren (hem kendi çocuklarıma hem de çemberlerime) anneyim artık. Yaşam ağacıyla tanıştığımda, şamanik alanda ustalaştığım araçların yetersizliği ile karşı karşıya gelmiştim. Sonra kabbalahdaki sistemin benim Türkiye’de kurduğum yaşam çemberimle aynı olduğunu deneyimlediğimde ilahi bir çağrı ile yetişmeye devam etmeye karar verdim. Kabbalah gelenekleri ustadan ustaya değişir, ben dişi rabbanit (kadın hahamların) elinden çıkan daha yeni nesil, tanrıça gelenekleri içerisinde beslenen ilim içerisinde hala yetişmeye devam ediyorum. Çemberlerin içerisinde iki kadim ustanın buluşmasını iki sevgilinin aşkını yaşıyoruz.

Özünde bütün çalışmalar aynı değil mi? 

Evet, biraz evvel anlattığım gibi, benim de Şamanizm, paganizm veya kabbalah hakkında anlatıklarım aynı. Hepsi özünde bir. Kişi kendine uygun olan seyahat seçeneğini seçmeli, sonra o yolda sebat ederek kalıcı olarak kendini yetiştirmeli dönüşmeli. İlmin seni hazmetmesine izin vermeli.

Kitap fikri ne zaman doğdu, amacınız neydi? Nasıl geri dönüşler aldınız? 

Kitap fikri on beş senedir vardı ancak çember vermekten dönüşmekten, dönüşüme alan olmaktan, alan tutmaktan bir türlü fırsat olmadı. Her şeyin bir zamanı var diyorum, buluşma şimdi gerçekleşti. Kendim de bu alanda paylaşmadığımı fark ettiğim anda oturup yazmaya başladım. Aracım damıttıklarım. Bu kitap ansiklopedik bilgi taşımıyor, benim yolculuğum, yaşam yorumlarım, ilahi olanla aşkım, sorgulamalarım ve belki de kırk senenin özü. Yeni bir kitap, yeni bir sayfa için ilk önce bunlar çıkmalıydı.

Geri dönüşler‚ “Mucizeler yaşıyorum” şeklinde geliyor, ben bu mucizelere ve dönüşlere şükrediyorum, Şamanın Yaşam Çemberi tıpkı çemberler gibi yaşayan bir alan, ben vesile oldum evet, ancak şimdi sonsuz kaynak okuyan her bir biricik ruhla el ele ustalığını yapıyor. Bu yolda tanıştığım, henüz tanımadığım ama tanışacagım herkesi yüreğimde akan kalbimin şelalesinden selamlıyorum.

 Yaşam çemberi hepimizin.

Son olarak Mümkün okurları için önereceğiniz küçük bir çalışma var mı? 

Öyle hissediyorum ki bu röportajın toplamı, sorgulamalar, farkındalıklar ve bir sürü dönüşüm getirecektir. Şamanın Yaşam Çemberi kitabı atölye gibi bir yapıya sahip, içerisinde uygulamalar var, herkese bir başucu kitabı gibi tavsiye edebilirim. 

SOY AĞACI İYİLEŞTİRME ÇALIŞMASI

Evinizin herhangibi köşesinde bir altar, bir köşe yapabilirsiniz, kutsal bir anma köşesi. Oraya atalarının fotograflarından, ölmüşerinin sevdikleri bir şeyler, çicek mum yerleştirin. Elinizi kalbinize götürün ve niyet edin, burası sizin soy ağacınıza hazırladığınız kutsal bir anma köşesi. Bir mum yakın, her gün orada çicekleri tazeleyin, sohbet edin, zaman geçirin. Bir defter edinebilirsiniz, kendinize gün içinde gelenleri yazın. Burada ifade etmem için kelimelerin yetersiz kalacağı şeyler deneyimleyeceksiniz. Bir ay bu alanı besleyin. Toplarken yine aynı güzel niyetlerle teşekkür edin. Bu, soyağacımızı iyileştirmemiz için çok asil bir yöntemdir.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.