Spinoza’nın Tanrısı
Felsefe

Spinoza’nın Tanrısı

Görüşlerini anlamak için üzerinde oldukça zaman harcadığım Hollandalı filozof Baruch Spinoza’nın felsefesi, onun Yahudilikten aforoz edilmesiyle en etkin halini almıştır diyebilirim.

Spinoza’nın dinden atılmasına sebep olan temel görüşü semavî dinlerin tam aksine Tanrı’nın cennete ya da farklı bir alemde olduğunu değil onun bizzat dünyada yer aldığını düşünmesidir. Spinoza için Tanrı doğadır, doğa da Tanrı’nın ta kendisidir. Spinoza’nın tanrı inancı bir nevî panteizmdir.

Yaşadığı dönem için oldukça büyük bir olay olan aforoz edilişinin ardından Spinoza, kendini son derece onurlu ve münzevi bir hayat yaşamaya adamış ve ölümüne kadar da bu uzlet hayatını devam ettirmiştir. Bu kararlı duruşun en önemli göstergesi ise Heidelberg Üniversitesinin profesörlük teklifini geri çevirmesi ve kendi deyimiyle “kendince bir tefekküre dayalı felsefe’’ yapmak amacıyla yalnız kalmayı tercih etmesidir diyebilirim.

Yaşadığı maddi sıkıntıları savuşturabilmek için o günlerin gözde ve yeni bir mesleği olan mercek yontma, parlatma işine girerek yaşamını idâme ettirmiştir. Teleskop, mikroskop gibi aletlerin mercekleriyle uğraşmak ve bu yolla para kazanmak onun bağımsız kalmasına ve münzevi bir hayat yaşamasına olanak sağlamıştır. Fakat kuvvetli bir görüşe göre bu mesleğin icrasından kaynaklanan cam tozunun ciğerlerine fazlasıyla zarar vermesi sonucunda 45 yaşında bir akciğer hastalığından ötürü yaşamını kaybetmiştir. Felsefe tarihinde var olan Descartes ve Leibniz ile birlikte üç büyük akılcıdan biri olarak kabul edilen Spinoza ölümünün ardından birçok filozof, düşünür ve bilim adamını önemli ölçüde etkilemiştir. Goethe, Schopenhauer, Hegel, Nietzsche, Russell, Einstein ve George Eliot bunların başında gelen isimlerdir.

Spinoza’nın ismini günümüze kadar taşıyan en büyük eseri “Ethica”, onun ölümünden sonra yayınlanmıştır.

Felsefe faaliyetleri açısından oldukça önemli bulduğum bu eserdeki insanı anlamaya dair verilmiş içtenlikli çaba benim Spinoza’da en çok üzerinde durduğum eğilimlerden birisi olmaya devam etmektedir. Onun eserlerine ve felsefesine sinmiş olan bu içtenlikli çabanın bir küçük alıntısını sizlerle paylaşmam gerekirse hiç kuşkusuz bu pasaj benim için, “İnsanların eylemlerine gülmemeye, onlara gözyaşı dökmemeye, onlardan nefret etmemeye ama onları anlamaya çalıştım” olur.

SPİNOZA’NIN TANRISI

Yukarıda alıntıladığım pasajda, dikkatli okurların gözünden kaçmayacak şekilde belirdiği üzere Spinoza’nın dini görüşü ve tanrı telakkisi dönemin geleneğin tamamen dışında olmakla beraber oldukça da radikaldir. Çünkü Spinoza’nın tanrısı, yaratıcılık özelliğine haiz olmamakla beraber insanî vasıflara haiz değildir. Onun tanrısı; insanlara acıma, merhamet, sevgi gibi duygular beslemez. Spinoza’ya göre bu durum semavî dinlerin içine düştüğü en büyük yanlışlardan biridir ve tam olarak bir antropomorfizm örneğidir. Spinoza’ya göre var olan bütün gerçeklikler deterministik bir yasaya bağlıdır ve her şey apaçık öncüllerden hareketle tümdengelim yoluyla açıklanabilir. Ona göre özgür irade, tesadüf gibi kavramların var olan bu sistemde herhangi bir yeri yoktur. Çevremizde meydana gelen her olay, var olmuş ve olacak her hareket Tanrı’nın anlaşılması olanaksız olan doğasının bir yansımasıdır. Ona göre Tanrı ve tanrı kavramı, bu dünyadan ayrı olarak düşünülemez çünkü Spinoza böylesi bir düşünceyi, dünyayı kuran mantığa ve matematiğe ihanet olarak görür. İşte bu sebepten ona göre Tanrı var olan her şeyle birlikte vardır; o, her şeyle eş değerdir.  Spinoza’ya göre doğaya karşı gelinmez; o, değişmez ve sabit bir düzeni koruyandır ve her şey bütünün bir parçasıdır. İşte onun bu düşünce matematiğinden dolayı haliyle Spinoza’nın tanrı anlayışının temel ilkesini gayrîşahsilik oluşturur.

 Onun tahayyül ettiği tanrı insanî niteliklerden tamamıyla yoksundur; o kimseyi cezalandırmaz, kimseye karşı sempati beslemez. Ve hatta Onun anlayışına göre ‘’Tanrı’yı seven kişi, karşılık olarak Tanrı’nın da onu sevmesi için çabalayamaz.’’dır. Tanrı anlayışını Ethica’nın ilk bölümünde olanca açıklığı ile dile getiren Spinoza; “Var olan her şey, bir nedenden dolayı var olmalıdır” der ve her şeyin birbirine bir sebep-sonuç ilişkisiyle bağlı olduğunu iddiasını sürdürür.

Fakat bu durumun böyle olabilmesi için de Spinoza’nın bir ‘’ilk neden’’e ihtiyacı vardır. İlk neden ihtiyacının oldukça farkında olan Spinoza bu durumun açıklaması da kitabında önemli bir yer işgal eder. Bu zincirin başında öyle bir kavram yer almalıdır ki öncesiz ve sonrasız olmalı, var olmak için kendinden başka hiçbir sebebe muhtaç olmamalı ve kendi özünün gereği olmalıdır. İşte Spinoza’nın tanrısı tam olarak böyle bir varlıktır. Her şeyin ilk nedenidir, her şeyin özü ve her şeyin altındaki saf varlık yani tözdür. Bu töz, doğası gereği sonsuz, mükemmel ve insani özelliklerden azadedir. Spinoza kafasındaki yaratım ve yaratıcıyı Ethica’da şöyle açıklar:

“Kendi başına var olan ve kendisi ile tasarlanan, yani kendisini teşkil edecek başka hiçbir fikrin yardımı olmaksızın hakkında fikir edindiğimiz şeye cevher diyorum. Mutlak olarak sonsuz bir varlığa, yani sonsuz sıfatları olup başsız sonsuz (ezeli) özü bu sonsuz sıfatlarında her biriyle ifade edilmiş olan cevhere Tanrı diyorum.”

Bu tanımlamalardan hareketle baktığımızda Spinoza’nın tanrısı semavî dinlerin tanrısıyla uyumlu olarak gözükse de analitik bir incelemeyle aslında hiç de öyle olmadığı görülmektedir. Bunlardan en basiti semavî dinlerin yaratıcı anlayışındaki Tanrı, bazı insanlarla özel iletişime geçmekte, kendisine dua edenlerin duasını kabul etmekte ve onlardan ayrı bir varlık olarak sonsuz mevcudiyetini devam ettirmektedir fakat Spinoza’nın tanrı anlayışında böyle bir durum katiyen söz konusu değildir. Var olmuş ve olacak her şey Tanrı’nın bir tezahürüdür ve Tanrı onlardan ayrı bir varlık olarak düşünülemez. İnsanlarla iletişime geçemez, onların dualarına cevap vermez ve belli mantıksal ilkelerle düzenlenmiş olan ilkelerin dışına çıkılamaz.

Dönemi için oldukça radikal bir tanrı tasarımı olan bu değerli düşünür bu derece gayri şahsileştirdiği tanrı tanımından olsa gerek felsefe literatüründe de Spinoza’nın Tanrısı gibi bir tanımı da baki kılmayı başarmıştır.

Tüm canlılardaki en içkin kuvvet olarak ele alabileceğimiz “arzu” kavramını insanın ve canlılığın özü olarak kabul eden bu ilginç düşünür insanın arzularının bilincinde olan tek varlık olmasını öne atarak -hiç farkında olmadan- tarihte arzu denilen fenomene ilk kapıyı açan filozofur.

Ve Spinoza arzuyu ikiye ayırarak bence felsefesinin en kayda değer yanını daim kılar:

Kederden doğan arzular ve sevinçten doğan arzular.

Spinoza için yaşam denilen fenomenin sarkacı işte bu ayırımın salınımından başka bir şey değildir.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.