Felsefe

Cogito, Ergo Sum: Düşünüyorum O Halde Varım!

Sanırım felsefe tarihinin en meşhur cümlesi olan bu önermenin sahibinin ünlü düşünür Descartes olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bildiğimiz anlamdaki felsefeye giriş kapısını aralayan bu cümle, ilk kez Descartes’in ünlü eseri “Yöntem Üzerine Konuşma” adlı eserinde kendisine yer bulmuştur.

Descartes’in rüyaları, hayalleri, hakikati, gerçekliği, deliliği sıfır noktasından başlayarak tekrar düşünmeye ve onların asıl yapılarını keşfetmeye karar verdiği döneminde, matematikte olan türden bir kesinlik algısını düşünce aleminde de tahsis etmeye çalışması sonucunda vardığı saptamadan söz edilir. Belki de insanın varlığının en temel göstereni olarak hala etkinliğini korumaktadır.

Descartes’in kurduğu bu şüphe yöntemi ona karşı çıkabilecek her türden hipotez karşısında bile sapasağlam durmayı başarır. Çünkü insan her şeyden şüphe etse bile onu bu şüphelere götüren kendi varlığından şüphe edemez ve bu durum en kesin varlık beyanıdır. Descartes bu önerisini, yani “Düşünen Ben”in varlığını, öyle tartışmasızca açığa koyar ki bu fikrini şu şekilde devam ettirir:

“İnsan düşünmeyi bıraktığında var olmayı da bırakmıştır.”

Onun bu söylemi aslında felsefe uğraşısının da temel ilkesini oluşturan şeydir. Aslında bir “çıkarsama” olan bu önerme -çıkarsama, kendinden önce bir varlığın ya da önermenin varlığını kabul etmeyen düşünce yapısı demektir- Descartes’in öğrendiğinin, gördüğünün, duyduğunun, inandığının hepsini birden büsbütün silerek, her şeyden kuşkulanmaya başlamasıyla hayat bulmuştur.

Bunu yaparken yalnız, tek bir şeyden emindir Descartes: Düşüncenin Varlığı. Buradan hareketle (Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde) evrenin hep karmaşıktan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kurallarını bir bir sayıp döker. Üstelik bu çılgın uğraşını bütün inceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve “Sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir” demiş ve felsefeyi herkesin (uzman olmayanların bile) anlayabileceği bir duruma indirgemiştir.

Kişiliği gereğince her tür araştırmanın en pratik niteliği üzerinde ısrarla duran bu adama göre en önemli bilimlerden mekanik yani insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı, tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı; ahlak ve düşünme ise mutlu yaşama sanatından başka bir şey değildir. Descartes’ e göre düşünmek yani tefekkür, mutlu olma sanatıdır. Ve bizi bu türden bir mutluluğa yalnızca yöntemli bir şüphe kabiliyeti taşıyabilir.

DESCARTES’İN ŞÜPHECİLİĞİNİN YAPISI 

Şüpheciliğe o ana kadar bilinen yöntemlerden farklı bir yaklaşım getiren Descartes’a göre şüphe iki biçimdedir: Septikşüphe (yazıyı dağıtmamak için detay girmiyorum ama lütfen araştırınız zira önemli bir konudur) ve metodik şüphe.

Ona göre septik şüphe anlamsızdır. İnsanda olması gereken şüphe çeşidi metodik şüphedir. Metodik şüpheyi ise şu şekilde kullanır: Önce Tanrı’dan, çevreden, kendinden ve başka insanlardan şüphe eder. Bunu şüphe edemeyeceği son sınıra kadar götürür. Çünkü onun için şüphe etmek düşünmektir. Düşünmek ise var olmak. İşte onu “Düşünüyorum o halde varım” noktasına ulaştıran kurtarıcı budur; metodik şüphe. Metodik şüphe yönteminin insanı bilgiye ve bu yüzden de kendi varlığına ulaştıran sihirli bir reçete olduğuna kendi varlığı kadar inanan bu adamın kendini bilmeye, dünyayı anlamaya çalışan insana en önemli önerisi “De omnibus dubidantum” yani “Her şeyden şüphe et” düşüncesidir.

Descartes, metodik şüphe sistemini kurarken matematikteki kesinliği felsefeye kazandırmak amacıyla yola çıkmış ve bunun için de tümdengelime ve sezgisel yönteme başvurmuştur. Ona göre tümdengelim kesin olarak bilinen olgulardan yapılan çıkarımdır ve tüm bilgi sezgisel olarak kavranan açık ve seçik başlangıç önermelerine dayanmaktadır. Matematikteki başlangıç önermeleri doğruluğu sezgisel olarak bilinen doğruluklardır.

Descartes felsefe için başlangıç oluşturacak önermelerin de sezgisel anlamda kendiliğinden açık ve seçik olmaları gerektiğini düşünmektedir. Açıklık bir kavramın zihnimize doğrudan verilmesi, seçiklik ise kavramı zihnimizdeki diğer idelerden ayırt edebilmemiz yani onun sınırını çizebilmemizdir.

Descartes felsefeye başlangıç önermeleri bulmak için dört aşamalı bir yöntem önerir:

  1. Doğruluğunu açık ve seçik bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru kabul etmemek.
  2. Araştırdığımız sorunların her birini mümkün olduğunca küçük parçalara bölmek.
  3. Onları basitten karmaşığa doğru bir sırayla incelemek.
  4. Sık sık geriye dönüp elde edilen verileri sınamak.

Bu esaslar üzere önce her şeyden kuşku duymuş ve sonunda kuşkulanmakta yani düşünmekte olduğundan kuşku duyamayacağı sonucuna varmıştır.

Düşünüyorum, öyleyse varım önermesiyle kendi Ben’inin bilgisini sezgisel olarak kendiliğinden açık ve seçik kabul etmiştir. Tanrı’nın, matematiksel bilginin ve dış dünya üzerine edindiğimiz bilgilerin geçerliliklerini kendi Ben’iyle olan ilişkilerinden yola çıkarak kurmuş ve böylece özne merkezli modern felsefenin kurucu babası olarak kabul edilmiştir.

DESCARTES’İN ONTOLOJİSİ

Descartes, en özete indirgeyebileceğim haliyle tözü “Var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan bir şey” olarak tanımlar. Tanrı’yı ise sonsuz töz, insandaki ruh ve bedeni ise sonlu tözler olarak belirler.

Ruh tözünün özü düşünmek, madde tözünün özü ise yer kaplamaktır. Bunlardan madde-cisim, tözü uzamsız var olamaz. Uzunluk, genişlik ve derinlikte uzamlılık bu tözün doğasını oluşturur. Bunlar maddesel tözün birincil nitelikleri, renk, ses, tat, sıcaklık gibi özellikler ise ikincil nitelikleridir. Uzama ilişkin niteliklerin bilgisi, nicelikle ilişkili oldukları, yani matematik dille ifade edilmeye uygundurlar.

Maddesel tözün hüküm sürdüğü fizik doğa ise mekanik yasalara göre işler. Doğa, tüm devinimleri mekanik olan bir makinedir ve hiçbir boşluk içermez. Uzam da maddesel tözün geometrik kavramından başka bir şey değildir. Peki ama birbirlerine indirgenemeyecek yapıda olan bu iki farklı töz insanda bir arada nasıl bulunmakta, birbirleriyle nasıl etkileşmektedir? İşte Decartes’ in çözmeye çalıştığı en mühim soru aslında hep bu olagelmiştir.

Descartes’in yöntemi olarak bilinen kartezyen felsefe tam olarak nedir?

Kartezyen Felsefe, Descartes’in kendine özgü olarak geliştirdiği bir tür bilgi felsefesi görüşüdür. Kartezyen felsefe Descartes için, kesin ve doğru bilginin varlığını ortaya koymaya çalışan bir felsefe sistemidir.

Descartes’ın geliştirdiği bu sistem, her türlü bilgiden şüphe duyarak bütün yanılgılardan kurtulup sağlam bir temelde en doğru ve kesin bilgiye ulaşmayı amaçlamaktadır. Descartes geliştirdiği kartezyen felsefe ile, bütün bilgilerden şüphe ederek kendisinden şüphe edilmeyen bilgiye ya da bilgilere ulaşmayı hedeflemektedir.

Descartes’ın geliştirdiği bu sistem içinde şüphe, en temel ögedir. Fakat bu şüphe geçmişteki düşünürler tarafından ortaya konan mutlak şüphe değil, metodik şüphedir ve bu tip şüpheye kartezyen şüphecilik denilir.

Burada kartezyen şüphecilik, bilinen ve duyumsanan her şeyden kuşku duyabileceğini fakat son noktada “kuşkudan ve kuşku duymakta olan kendinden ve tüm süreç boyunca gerçekleştirdiği düşünme eyleminden” asla kuşku duyulamayacağını belirten, keskin hatlı bir şüphecilik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kartezyen felsefe bir yöntem olarak aslında oldukça basit bir işleyişe sahiptir. Özünde şu anlama dayalıdır: “En küçük bir doğru olmama ihtimali taşıyan hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmeyin.” Peki bu kabul etmeyiş nasıl gerçekleşecektir? Şimdi lütfen bir çuval meyve düşünün.

Çuvalın içinde de bazı çürük meyveler de olduğunu biliyor olun ama hangi meyvenin çürük olduğundan tam olarak emin değilsiniz. Sizin buradaki amacınız, çuvalda hiç çürük meyve kalmamasını sağlamak olsun. Çuvalın içinde hiç çürük meyve kalmadığından emin olabilmek için ne yapardınız?

Sanırım tüm çuvalı geniş bir alanda yere döker, içindekileri teker teker kontrol eder ve sadece sağlam olanları çuvala geri atarsınız. Hatta bunu yaparken işinizi sağlama almak için içleri biraz çürükmüş gibi görünen birkaç sağlam meyveyi de çöpe atmanız da gerekebilir.

İşte Descartes’ın uyguladığı şüphecilik yöntemi (kartezyen şüphecilik) aşağı yukarı böyle bir şeydir. Aklınıza sizi şüpheye düşüren bir düşünce geldiyse mutlaka onu sınamalı, onun yanlış ya da yanıltıcı olmadığından mümkün olan bir kesinlikle eminseniz onu kabul etmelisinizdir.

Aklınızda en küçük bir şüphe dahi kaldıysa o düşünceyi sınamak üzerine yeni düşünce pratikleri geliştirmelisinizdir. İster hissedip bundan rahatsız olanlardan olalım ister de hiç rahatsız olmayıp uslu bir katılımcı olalım yine de fark etmeksizin içinde yaşadığımız çağın en baskın tavrı maalesef ki herkesin tek tipleşmeye, nerdeyse aynılaşmaya başladığı gerçeği. Ve ben öyle inanıyorum ki insanları hızla tek tip hale getiren en önemli etken bireysel şüphelerimizin, kafa yormaktan imtina ettiğimiz tüm fikirlerin adeta bizi yutarak bireyliğimizi/özneliğimizi yok etmesidir. Şahsi olarak kurcalamıyor, şüphelenmiyor yani düşünmüyorsak sistemin içinde metalaşan, şeyleşen bir varoluşa dönüşüyoruz.

2022 yılının son makalesi olan bu yazıyı sonlandırırken hepimize güzel bir yıl ve “düşündüğü için var olduğunu bilen” bir yaşam dilerim. Mutlu yıllar.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.