Bu yazımla çok kapsamlı bir konuyu kendi kişisel tespitlerimle tartışmaya açmak gibi bir niyetim var. Umuyorum ki başarabilirim. Ve umuyorum ki taraflı olmadığımı, sadece hastalar olarak mevcut durumdan mağdur olduğumuzu anlatabilirim.
Şifa nedir?
Şifa, Şifayı, bedensel veya ruhsal bir hastalığın son bulması, hastalıktan kurtulma, onma olarak tanımlamak mümkün. Aynı zamanda hepimizin arayıp bulmakta zorlandığı bir deva. Aslında çoğu zaman ona hiç ihtiyaç duymamayı da diliyorum. Hastalıkların tamamen kendi yaratımımız olduğu inancımdan dolayı, şifaya gerek olmayacak bir iyi olma hali, benim idealim. Günümüz dünyasında ise bu dileğim olabildiğine ütopik bir durum. Her ne kadar beden-zihin-ruh üçgenini dengede tutmaya çalışsak ve wellbeing[1] gibi kavramları hayatımızda uygulasak da merkezimizde kalamadığımız anlarda niceliksel olarak daha çok bulunuyoruz. Dış faktörlerin tetiklemeleri, günden güne güçlenen virüsler, duygusal dayanıklılık sınırını zorlayan stresli yaşam şartları gibi birçok etken insanı doğal halinden uzağa taşıyor. Ve biz hastalanıyoruz ya da yaşam enerjimizde sorunlar oluşuyor.
Oysa en hayırlı, en şifalıyı bulmak mümkün
Şimdi böyle yazınca iki ayrı yaklaşımdan bahsetmiş oldum: Birincisi konvensiyonel tıbbın[2] insanı inceleme şekli, ikincisi ise holistik bakış açılarını merkezine almış kadim tıp ve tamamlayıcı tedaviler. Bu ikisi son günlerde bütünleşip, birleşmek yerine öyle derin ayrımlarla hastaların kafasını karıştırıyorlar ki, şifa arayışındaki bir sürü can heder oluyor. Halbuki birleşip en hayırlı, en şifalıyı bulmak mümkünken…
Benim canımı sıkan nokta da tam burada başlıyor işte. Odağında insanın olması gereken bir bilim dalı, her iki taraf için de o kadar önemli değilmiş gibi görünüyor. Son yüzyılın zehirli silahı Big Pharma[3], Hipokrat yemini etmiş yüzlerce doktoru bilinçli ya da bilinçsiz yoldan çıkarırken – ilaç geliştirmek için harcanan binlerce saate, binlerce uzmana ve milyonlarca dolar paraya minnettar olmak ve yeri geldiğinde sentetik ilaç kullanmakla birlikte Big Pharma’nın varlığına kesinlikle inanıyorum- veya endikasyonlara bağlı teşhis ve baskılayıcı tedavi yöntemleriyle hastaları iyileştiremezken ya da şarlatanların kendini şifacı zannettiği bir dünyada kapı kapı gezilirken insan, çoktan unutuluyor. İnsanın iyi olma halinin, çok büyük oranda psikolojisine bağlı olduğunu bilmeyen şifa kanalı, onu sömürüyor. Ve en komik yanı, sahte şifacıların çoğu hizmette bulunduğunu düşünüp kendi kendilerini tatmin ediyorlar. Bu sahte şifacı, bir hastane doktoru da olabilir, aile dizilimi uygulayan bir danışman da! Hastalar için sonuç fark etmiyor. Şifa bulunamıyor maalesef.
Malum bu yazıyı hasta bakış açısıyla ve iki sisteme de bolca maruz kalmış biri olarak yazıyorum. O yüzden bu kadar gözlemde bulunmaya hakkım var. Senelerce her iki yaklaşımdan da hizmet almış biriyim sonuçta. Biz hastalar derdimizi anlatacağız ki derman bulabilelim. Herkes kendi üstündeki sorumluluğu bir kez daha sorgulasın istiyorum.
“İnsanlar, her şeyden önce kendisini sonuna kadar dinleyen muhataplar arıyorlar.”
İnsan neden hastanelere gitmek yerine şifacılara gider?
Yukarıda da hissettirdiğim üzere, kök neden analizi yapmadan baskılayıcı tedavi yöntemleriyle insanların dertlerini sadece geçici süreliğine dindiren işlemler artık çözüm bulmayınca hastalar kendilerini yeteri kadar anlatamadıklarını ya da doktorlar tarafından anlaşılamadığını hissettiğinde ve maalesef çok yaygın bir eğilim olan hastaya tepeden bakan ve ona iyi hissettirmeyen tavırlar takınıldığında alternatif çözümler devreye giriyor. İnsanlar her şeyden önce kendisini sonuna kadar dinleyen muhataplar arıyorlar.
Halbuki günümüz dünyasında hastanelerde çalışan doktorlar, hastalara bakabilmek için çok kısıtlı sürelere sahipler ve bu onların üzerinde büyük baskı oluşturuyor. Hem devlet hastanelerinde hem de özel hastanelerde durum bambaşka sebeplerden maalesef aynı. Örneğin, özel hastanelerde doktorları hedeflere bağlı performans ölçümü ile değerlendiriyorlar. Bu hedefler nitelikselden çok niceliksel olduğu için doktorlar da ana hizmet konusunu unutmuş, adeta bir şirket çalışanı gibi performans kaygısı ve buna bağlı stres bozuklukları çalışıyorlar. Haliyle kendi ruhsal durumu iyi olmayan doktor da hastalarına şifa veremiyor. Zaten aldığı eğitimin çok büyük bir bölümü, hastaya hangi hastalığa hangi ilaç yazılmalı şeklinde yansıdığından -eğer hastalar da ilaç bağımlısı değilse- tedaviler bir yerden sonra etkisiz oluyor. Ve tüm bu döngüyü defalarca yaşayıp, kendini bir türlü sağlıklı hissedemeyen kişiler de çareyi alternatif tıp, şifacı vb. yerlerde arıyorlar. Ne yalan söyleyeyim son yıllarda ben de, mecbur kalmadıkça (yıllık kan tahlilleri, hastaneler dışında yapılamayacak işlemler vs. dışında) hastanelere hiç gitmiyorum. Sağlık sisteminin ilaç ve sigorta sistemiyle kirlenmiş olduğunu düşünüyor ve gerçek sağlığı başka yerlerde arıyorum. (Bu noktada çok güvendiğim doktor dostlarımı tenzih ediyorum. Koskoca bir sektörün sorunu asla kişilere yansıtılamaz.)
Şifa arayışında insanın sezgisinin ve bedeniyle olan bağı çok önemli
Bir diğer taraftan da her şifacıyım diyene koşulmaması gerektiğini çok iyi biliyorum ve dermansız dertleri olduğunu düşünüp şarlatan kapılarında sömürülen insanlara da çok üzülüyorum. Şifa arayışında, insanın sezgisinin ve bedeniyle olan bağının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bazen sadece bedenime sorular soruyor ve cevabın kendiliğinden bana gelmesini bekliyorum. Bilimsel verileri, güvendiğim doktor dostlarımla analitik olarak değerlendiriyor ama her ilaç çözümüne de hızla evet demiyorum. İçinde bana iyi gelmeyeceğini bildiğim içerikler olan ve sürekli antibiyotik tedavisi içeren yöntemleri reddediyorum. Biliyorum ki bağırsaklarıma verdiği zarar, getirdiği yarardan daha büyük.
Bu arada bunların hepsi çok öznel şeyler. Benim bakış açıma göre, herkes kendi için bu analizleri yapmalı ve bedeniyle sıkı bir ilişki içerisinde olmalı. Ve eğer enerjimi yüksek tutabilirsem zaten hiç hastalanmıyorum. Bağışıklığı güçlendirmenin en önemli adım olduğunun farkındayım. Bu yüzden beslenmeme, uykuma ve egzersiz yapmaya elimden geldiğince özen gösteriyorum. Egzersiz yapmak, ileriki yaşlara sağlıkla yürüyebilmek adına atlanmaması gereken bir konu.
Kırk yaş üstü şehirli kadınların çoğu erken menopoza girme riskiyle karşı karşıya ve bu çok da olumlu bir şey değil. Zira günümüzde kanser vakalarının yaygınlığı, bağışıklığa bağlı hastalıkların gelişmesi, hormonal bozukluklar vb. sorunlar giderek artıyor. İnsanlar doğal yaşamdan uzaklaştıkça sorunlar baş gösteriyor gibi geliyor bana. Her yıl tonlarca ilaç üretiliyor, sentetik ürünlerle tedavi edilmeye çalışıyoruz. Belki de bunların hepsine gerek bile yok ama bilemiyoruz çünkü bitkisel tedavi sonuçlarını bilimsel olarak inceleyen bir mecra yok.
“Ruhsal sorunların çoğunun çözüldüğünde fizyolojik sorunların da çoğunun çözüme kavuşur.”
Dilerim ki yeni yüzyılda kadim bilgeliğin ve yeni teknolojinin bize sunduğu olanaklar birleşerek holistik bir bakış açısıyla insanlar şifalandırılır. Benim gelecek vizyonumda, robot doktorların hizmet verdiği, 7/24 teknolojik aletler tarafından takip edildiğimiz ve kan basıncı ve kalp atış sayısı gibi teknik parametrelerle tedavi gördüğümüz bir hastane anlayışı yok. Zira frekans bilimin önümüzdeki yıllarda çok daha önemli hale geleceğini, ses terapisinin, refleksoloji, bitkisel şifalanmanın ve telkinin hastanelerde de yerlerini bulacağını ve hastane denen yerlerin şifa evi gibi daha sevimli ve bütüncül yerlere dönüşeceğini öngörüyorum. Ruhsal sorunların çoğunun çözüldüğünde fizyolojik sorunların da çoğunun çözüme kavuşacağının da farkındayım.
Sevgili Louise Hay, “Heal Your Body” (Düşünce Gücüyle Tedavi) kitabını yazalı kırk yedi yıl oldu ve bugün geldiğimiz noktada birçok uzman bu öğretileri kullanmaya başladı. Fitoterapi[4] uzmanları hala bazı tutucu klasik tıp doktorları tarafından fazla önemsenmese de söyledikleri şeylerin doğruluğu yavaş yavaş kanıtlandıkça toplum önündeki itibarlarını da kazanmaya devam ediyorlar. Tüm bu nedenlerden dolayı her şeyde olduğu gibi şifa alanında da bizi dönüşüm bekliyor.
Altın Çağ’da odağında insanın olduğu, ruhen, bedenen ve zihnen şifalanmış insanların en yüksek yaratımları yaptığı bir kutsal yaşam hayal ediyorum. Biliyorum ki bu hayal, ortak rüyanın bir parçası ve çoktan birçoğumuzun hayalinde gerçekleşti bile.
Tüm sevgimle!
Nihan
[1] Wellbeing: Esenlik ve refah içinde olma durumu. Psikolojiye göre ise ruhsal iyi oluş, bireyin hayatındaki amaçlarının farkında olup olmamasını, potansiyeli konusunda farkındalığını ve diğer bireylerle ilişkisinin niteliğini ifade eder. Bütüncül bir yaklaşımla sağlıklı yaşam kültürüne odaklanan bir kavram.
[2] 19. yüzyılın başından itibaren uygulanmaya başlayan, kanıta dayalı bilimsel yöntemlerden oluşan, klinik deneyimin bilimsel araştırma sonuçları ile desteklendiği ve günümüzde hâkim tıp anlayışını ifade eden tıbbi uygulamalardır.
[3] Siyasi olarak etkili olan ve ticari çıkarlarını halk sağlığının üstünde tuttuğuna inanılan büyük ilaç firmalarının oluşturduğu gruba İngilizce BIG PHARMA adı verilmektedir. BIG PHARMA komplo teorisine göre, ilaç firmaları halk sağlığının aleyhine çalışmakta olup, kötü niyetlidir.
[4] Fitoterapi: Bitkilerle tedavi
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.