Copernicus’un yaşadığı dönem olan 15 yüzyılda ortaya attığı teorinin bilimsel düşünce yöntemine katkısını göz önünde bulundurduğumuzda onun için Rönesans’ın en mühim düşünürlerinden birisidir diyebiliriz. Nicolas Copernicus (bundan sonra kendisini yazıda Kopernik olarak anacağım) deyim yerindeyse insanlığının bilinen ilk varoluşsal travmasının fitilini de ateşleyen kişidir.J Kopernik, gökyüzünü gözlemleyerek vardığı sonuçları en lisan-ı münasip bir biçimde (lisan-ı münasip diyorum çünkü bunu usulüyle dile getirmeyen Galileo’nun başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz) o zamanın en yetkili merci olan kiliseye açtığında insanın o güne kadar kendisine biçtiği maddi ve manevi atıfları adeta yerle yeksan etmiştir.
Kopernik’in teorisine kadar evrendeki yerini kutsal kitaplardaki anlatıları baz alarak konumlamış olan insan, kendisini dünyanın merkezi (ve hatta amacı) zannederek varlığına devam ederken Kopernik’in adeta araya girip “Bi dakka kardeşim, yanlış biliyorsunuz” demeye benzeyen teorisini bilimsel açıdan da kanıtlayınca ortaya çıkan sonuç insanlık için hazmı oldukça zor bir sürecinde başlangıcı olmuştur.
NELER OLUYOR?
Zamanın astronomi bilgisi, gökyüzünün yıldızların “çakılı” olduğu dönen bir küre ve dünya bu kürenin merkezinde sabit bir konuma sahip olduğu yönündeydi. Bu kabul edişe göre dünyanın çevresinde ay, güneş ve gezegenleri taşıyan iç-içe bir dizi kristal küre bulunmaktaydı. “Tanrısal bir düzen” diye imgelenen bu farazi sistem kabul gören haliyle insana evrenin merkezinde olma onur ve gururunu sağlamaktaydı. Ne var ki, salt bilimsel açıdan bakıldığında sistem gereksiz yere karmaşık olmasının yanı sıra bir de oldukça tutarsızdı. Bu sistem baz alındığında birbirini tutmayan birtakım varsayımlar, ayaküstü gereksinmelere göre oluşturulduğu aşikâr birçok açıklama vardı. (Benzetme yerindeyse, baş, gövde, el ve ayak gibi her parçası başka bir yerden derlenmiş garip kılıklı bir heykel gibi.) Astronom, doktor ve aynı zamanda bir papaz olan Kopernik, yukarıda kabaca anlattığım teorinin fikir babası olan Yunanlı astronom Batlamyus’un yanlış olan teorisini dünyaya anlatarak ta o zamandan bilime büyük hizmette bulundu. Kopernik’e göre var sayılan bilgi yanlıştı, yani dünya evrenin merkezi değildi…
İnsanlığın dünya görüşünde de büyük bir devrime yol açan çalışmasının kapsam ve niteliği neydi?
Hareket edenin gerçekte gökyüzü mü, yoksa Dünya mı olduğu sorusundan yola çıkan Kopernik, geleneğin aksine, hareket edenin Yer yani dünya olması gerektiği sonucuna ulaştı.
Böylece Yer’i, geleneksel düşüncede yüklenmiş olan teolojik ve metafizik nitelemelerinden arındırarak sıradan bir gök nesnesi haline dönüştüren Kopernik, yeni bir evren modeli önermiş oldu. (Geliyor gelmekte olanJ) Bu modelde, merkezde Güneş, çevresinde sırasıyla Merkür, Venüs, Yer, Mars, Jüpiter ve Satürn yer alır. Bu farklı modeli ortaya koyan, ‘Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine’ adlı yapıtın yayınlanması, Rönesans’ın önemli olaylarından biri olmuştur.
Bilime katkısına ilişkin olarak düşünce tarihi kesiti içinde Kopernik’e geniş bir açıdan bakıldığında, onun, insanın evren görüşünün temelden değişmesine yol açan yaklaşım tarzının, kendi çağının bir ürünü olduğu ve bu çağdan bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği belirginleşecektir. Ortaya atılan teori ne kadar büyük olursa olsun, tarihi devamlılığı kesintiye uğratan bir olay olamaz. Belirli bir gelişme sürecinde atılan bir adım, evrimsel düşünceler zincirindeki bir halka niteliğindedir ama bu halkanın, Kopernik’te olduğu gibi istisnai bir öneme sahip olması mümkündür. Yine de Kopernik’in yapıtı, yeni bir evren modeli olarak değil; insan, doğa ve evren kavrayışının yeniden inşası şeklinde değerlendirilebilir. Bununla birlikte, bir düşünce devrimi olarak kabul edilen bu dönüşüm, kendisinden önceki çağlarla olan benzerlikleri kadar, Orta Çağ ile Yeni Çağ’ı birbirinden ayıran bir sınır taşı olmuş istisnai birkaç durumdan bir tanesidir.
En hap haliyle Kopernik’in teorisi iki temel varsayımı içermektedir:
- Gezegenleri taşıyan göksel küreler dünyanın değil, güneşin çevresinde dönmektedir,
- Dünya merkezde sabit değil, kendi ekseni çevresinde günlük, güneşin çevresinde yıllık dönüşler içindedir.
Kopernik’in bu varsayımlarına en başta gözlemsel verilerin yönelttiği kuşku götürmez. Bunun çarpıcı bir kanıtını ise onun şu sözlerinde bulmaktayız:
“Kanımca, ileri sürdüğüm ilkeler soruna büyük bir basitlik getirmektedir. Ptolemy sisteminde olduğu gibi dünyayı merkezde sabit varsayma çok sayıda küre varsayımına yol açmış, bu da sorunu içinden çıkılmaz karışıklığa sokmuştur. Önerdiğim sistem ise, gereksiz ya da boş varsayımlara gitmeksizin, birçok gözlem verisini tek nedenle açıklamaya elveren, gerçeği her yanıyla yansıtan bir sistemdir.”
Bu ussal yaklaşım Kopernik’’in çok iyi bilinen cephesidir ama bana kalırsa onun gözden kaçan bir başka cephesi daha var, bence o bir iletişimci ve hikâye anlatıcısı.J Aşağıdaki alıntıda Kopernik’in evreni “ilkel” diyebileceğimiz büyülü bir dille betimleme yoluna gittiğini görmekteyiz:
“Evrenin ortasında güneş taht kurmuştur. Bu görkemli tapınakta, çevresindeki her şeyi bir anda aydınlatan ‘güneş’ dediğimiz nur kütlesi için daha saygın bir konum düşünülebilir miydi? Güneşi evrenin Lambası, Bilge yöneticisi diye övenler olmuştur: Hermes Trismegutus’un gözünde O ışıldayan Tanrı, Sophocles’in Elektra’sı için her şeyi gören yüce varlıktır. Güneş gerçekten tahtına kurulmuş Sultan gibi, çevresinde dolaşan gezegenleri çocukları gibi yönetir.”
Kopernik’ in bu duygusal yanıyla bir tür gizemcilik olan, teologların da paylaştığı bir felsefenin (Yeni-Platonculuk) etkisinde olduğu söylenebilir. Ama öyle de olsa kilisenin resmi öğretiye ters düşen bir görüşü hoş karşılaması beklenemezdi. Ne ki, Bruno ve Galileo’ya gelinceye dek Katolik kilisesi Kopernik’e belirgin bir tepki göstermemiştir. Oysa Protestan liderler daha baştan Kopernik’i kınama yoluna gitmişler. Protestan liderlerin onu astronomi bilimini alt-üst etme sevdasında bir şarlatan olarak nitelendirerek; “Kutsal kitap arzın değil, güneşin döndüğünü bize bildirmiştir. … Bir yeni yetme astroloğa halkın kulak vermesi beklenemez” şeklinde olmuştur.
Kopernik ortaya attığı oldukça öncü teorisi kapsamında mistik eğilimlerine karşın yine bir astrolog değil, gerçek bir astronomdu. Tarih onu 17. yüzyıl bilimsel devrimine yol açan araştırma tutkusu ve atılımcı kişiliğiyle bize tanıtmaktadır. Kopernik, Pythagoras geleneğini izleyerek Aristoteles’i ve onun Orta Çağ’daki kabul ediliş biçimini bütünüyle tersine çevirmiştir.
Doğa karşısında Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreçleri sonucunda oluşan bu yeni tavır, yazının en başında belirttiğim üzere, insanın doğa, evren ve insan algısını da değiştirmiş ve hatta bu algıyı ciddi anlamda sarsmıştır. Çünkü geleneksel olarak teolojik ve metafizik düşünce motiflerinden oluşan bir yapı içerisinde kendisini, tanrının en şerefli yaratığı kabul eden insan, üzerinde yaşadığı Dünya’yı da evrenin merkezine koymayı ihmal etmemiştir.J Bilimsel Devrim’in tamamlanmasıyla birlikte artık Dünya herhangi bir gök nesnesi, insan da herhangi bir varlık konumuna düşmüştür. Bu yeni Dünya’nın yeniden tanımlanması ve her bir öğenin konumunun yeniden belirlenmesi gerekmiştir. Bu tanımlama işi ise usçu ve deneyci filozoflardan gelir, (ne varsa düşünen insanda var kardeşiim.J)
“Ben, bütün özü ve doğası düşünmek olan ve var olmak için hiçbir yere gereksinimi bulunmayan ve maddi bir şeye bağlı olmayan bir cevherim.” Bu söylem, güçlü bir biçimde akla dikkat çekmektedir. Öyleyse yeni tavır değişikliği, esasen düşünsel gelişmeye işaret eder, yani bu, insanın aklını, kendisinin efendisi durumuna getirmesi demektir. Diğer bir deyişle artık tek dayanak ve tek mutlak güç, akıl olacak ve bu gelişmeyi takip eden yıllarda insanlar, birbirlerine şunu söyleyeceklerdir: “Sapere aude.” Artık bütün varlığı yöneten ve bilgiye dayalı olan yeni bir güç ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda, insanın yeni bir Dünya’da yaşaması gerektiği anlaşılmıştır. Çünkü basit anlamıyla doğa olgularına başvurulduğunda, teolojik ve metafizik kabullerle donatılmış Aristoteles’in doğa ve evren görüşünün yetersiz olduğu görülmüştür. Her şeyde olduğu kabul edilen düzenlilik artık yoktur ve bütün varlık hiyerarşisi, yeniden düzenlenmelidir. Peki bunu kim yapacaktır? Rönesans döneminin tüm düşünürleri işte bu sorunu çözmeye talip olan kişiler olacaktır. Önümüzdeki ay bir başka şahane adamın anlamlı hikayesini okumak üzere şimdilik hoşçakalın.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.