Mutlu aşk yoktur ama mutlak aşk vardır
Dergi

Mutlu aşk yoktur ama mutlak aşk vardır

Nedim Gürsel: “Mutlak aşkın olduğunu biliyorum, daha çok romanlarda var. İnsanların hayatında belki de o ölçüde mutlakıyet söz konusu değil, her şey geçiyor ama bazı tutkulu aşklar çok derin izler, yaralar bırakabiliyor”

Yarı otobiyografik yeni romanı Son Yolcu’da bir yazar ve Kürt bir kadın arasındaki aşkı anlatan, o aşk üzerinden siyasi iklime de göndermeler yapan Nedim Gürsel’le bu kez aşk dolu sohbet yaptık. Son Yolcu’da aşkın bir esir alma hali olduğunu Ezidi gelenekleriyle dile getiren Gürsel, bu esirliği hem seven hem de kaçmak isteyenlerden. Bence hepimiz gibi… Ama o dürüstçe bu hali itiraf edenlerden. Aşkın erotizmden ayrı düşünülemeyeceği görüşünde olan Nedim Gürsel’e yeni romanını ve bir yazar olarak aşkın ona ne ifade ettiğini sordum.

Yeni romanınız Son Yolcu’da yarı otobiyografik yarı kurgu bir tür denediniz değil mi?

Son Yolcu - Nedim Gürsel
Son Yolcu – Nedim Gürsel

Evet, doğru. Buna Fransa’da çağdaş Fransız yazarlarının da çok rağbet ettikleri bir tür diyebilirim. Autofiction diye de adlandırılıyor. Otobiyografik unsurlarla kurmaca unsurları harmanlayan bir anlatı. Ama sonuçta bir roman. Okurla yazar arasında bir sözleşme de diyebiliriz. Yazar bu sözleşmede okura hayatıyla ilgili yazdıklarının tümünün gerçek olduğu sözünü verir. Belki hayatındaki tüm gerçekleri anlatmaz ama anlattıklarının gerçek olduğunun vaadini verir. Son Yolcu’da böyle bir vaat yok. Deniz Çakır anlatımın odak noktasında, yaşlılığın eşiğinde bir yazar. Yazdığı kitapların adlarına bakarsak Nedim Gürsel’in kitapları Boğazkesen, Resimli Dünya, Allah’ın Kızları’nı yazmış, o nedenle yargılanmış. Burada gerçekle kurmaca at başı gidiyor. İki çizgide yürüyen bir anlatı diyebilirim. Biraz da okuru şaşırtmak amacıyla böyle bir türü denedim. Başarıp başaramadığıma okur karar verecektir.

Son Yolcu bir hayatın temize çekilmesi mi?

Bu güzel bir tanımlama. Öğrencilik yıllarımdan kalma bir terim bu, temize çekerdik ödevlerimizi, aynen öyle. Ve o temize çekmede eklemeler, çıkartmalar olur. Ben Son Yolcu’yu yazarken hayatımın bir çeşit dökümünü yapmayı denedim. Bazı şeyler çıktı, bazıları kaldı, bazı şeyler eklendi. Dolayısıyla yine de anlatının ve yazarın hayatının temize çekilişinin bir hikayesi oldu. O bakımdan bu terimi benimsedim açıkçası. Yalnız temize çekmede bir özen gösterme amacı da var. Ben hayatımı bir müsvedde olarak görmüyorum. Onun için temize çekmek her zaman gerekmiyor ama biraz karışık bir hayatım olduğunu düşünüyorum, özellikle duygusal anlamda. Ve onun temize çekilmesi iyi oluyor.

Bir yazar ve Kürt bir kadın arasındaki aşkı anlatıyor kitabınız. Aşk merkezde gibi duruyor ama değil aslında…

Nedir sence merkezde olan?

Merkezde olan sizin yazın hayatınız, duygularınız, yolculuklarınız… Gerçi bir yandan da Deniz Çakır ve Songül kavuşacak mı diye kitabı bitirene kadar merak ettim. Okurken gerildim diyebilirim.

Benim hayatım otobiyografik anlamda bu kitapta var ama bir anlatı olarak, temize çekilmiş bir metin olarak var. Bir de bir insan hayatının dökümünü yaparken her şeyi söyleyemez. Örneğin Sağ Salim Kavuşsak diye otobiyografik bir kitabım var. Orada çocukluk yıllarımı anlattım. Yüzbaşı’nın Oğlu bir roman ama orada da yatılı okul yılları, Galatasaray Lisesi var. Son Yolcu bu yönden bu sözünü ettiğim kitapları da tamamlayan bir kitap. Bir aşk üzerinden ülke sorunlarını ele almayı denedim. Sonuçta tutkulu bir aşk ama mutlu bir aşk değil. Burada da önemli olan bu genç Kürt kadını Songül’ün üzerinden ülkemizin de temel sorunlarından biri olan Kürt sorununu anlatmaktı. Kürtlerin kimliğine, o eşsiz coğrafyanın beni nasıl etkilediğine değinmekti amacım.

Kadınların ve erkelerin sevme şekli farklı mı?

Cinsiyet olarak eşit benim gözümde kadın ve erkek. Ama aşka yaklaşımları farklı olabiliyor zaten bu fark olmasa bütün aşklar mutlu olur. Oysa Aragon’un ünlü şiirinde dediği gibi “Mutlu aşk yoktur” fakat şöyle bir cümle var Son Yolcu’da: “Mutlu aşk yoktur ama mutlak aşk vardır, işte o da bizim aşkımız.”

Mutlak aşk var mı gerçekten?

Mutlak aşkın olduğunu biliyorum, daha çok romanlarda var. İnsanların hayatında belki de o ölçüde mutlakiyet söz konusu değil, her şey geçiyor ama bazı tutkulu aşklar çok derin izler, yaralar bırakabiliyor. Aklıma Baudelaire bir dizesi geldi. Ben Tehlikeli Sevişmeler kitabımın başına da bu dizeyi koymuştum “Hem yarayım hem bıçak” der Baudelaire. Bu mutlak aşkın bir başka tanımı.

Sizin var mı mutlak aşkınız? Hem yaranız hem bıçağınız?

Oldu. Oldu diyorum dili geçmişle konuşuyorum dikkat edersen.

Yara kapanıyor mu?

Yara kapanıyor ama izi kalıyor.

Peki bu izle yaşamak insanın hayatını nasıl etkiliyor?

“Biraz kül biraz duman o benim işte” diye bir şarkı var. Sevdiğim bir şarkıdır. Bir kadeh rakının eşliğinde dinlemekten hoşlandığım Türk sanat musikisinde böyle şarkılar var. Biri de bu. Külleri kalıyor tabii geride, yangın bitmiş oluyor. O küller kalacak ama havaya da savrulabilir yeni bir fırtınada. Zaten her şeyin bir sonu var. Hayatın sonu olduğu gibi aşkın da sonunun olduğunu düşünüyorum.

EROTİZM OLMADAN AŞK OLMAZ

Aşkın her dönemde farklı halleri mi oluyor?

Aşkın halleri deyimine katılıyorum. Türkçede de ismin halleri vardır, ismin beş hali. Ama ben aşkın özünde yine cinselliğin ağır bastığını düşünüyorum. Zaman içinde cinsellik azalabilir ama cinsellik olmadan şu ya da bu biçimde gerçek aşk olmaz diye düşünüyorum. Fakat bağlılık, anlayış, karışlıklı sevgi de var. Ama erotizm olmadan aşk olmaz diye düşünüyorum.

Aşk delilik hali mi?

Evet öyle de tezahür edebiliyor. Son Yolcu’da Kürtlerin bir destanı var Mem û Zin diye ona atıfla orada Dicle’ye sesleniyor şair, diyor ki; “Ey aşıklar gibi sabırsız ve sükûnetiz nehir/ Yoksa benim gibi sen de deli misin?” “Ben deli oldum bu aşktan, Dicle sen de mi deli oldun, neden böyle hızlı akıyorsun?” diyor. Ve tanımlıyor tutkulu aşkı. Bir nehrin yükselmesi ve hızlı akışı gibi bir şey aşk, engel tanımıyor, engeli aşıyor.

En azından sözlü halk kültüründe hep engeller çıkar biliyorsun; Mecnun Leyla’ya aşıktır ama ailesi istemez. Leyla’yı Mecnun’a vermemekte direnir. Mecnun da çöllere düşer. Kerem ile Aslı’nın aşkı da öyle; Aslı’nın babası Ermeni papazı, yine bir engel var.

Tahir’le Zühre de keza böyle. Bu geleneksel aşkların hepsinde bir engel var ama aşkın gücü o engellerin hepsini aşar, yener. Sözlü gelenek ve halk edebiyatı açısından tutkulu aşkın bizim kültürümüzdeki tanımlaması bu.

İNSANLIĞIN AYRILMAZ BİR PARÇASI AŞK

Batı’da aşk doğudaki gibi yaşanmıyor iddiasında olan entelektüeller var. Siz de bu düşünceye katılır mısınız çokuluslu bir yazar olarak. Doğuda ve batıda aşk farklı mı gerçekten?

Geleneksel anlamda farklı olduğunu söyleyebiliriz ama sonuçta insani bir duygu ve belki de her bireyin yaşayabileceği bir duygu. Tutkulu aşkı herkes yaşamasa bile çoğunluk yaşamıştır diyebilirim. Doğu-batı coğrafi ve kültürel bir ayrım olsa da insanlığın ayrılmaz bir parçası aşk. Sadece üreme aracı olsaydı aşktan söz etmezdik değil mi? Aşk diye bir şey var, o nedir diye de yazarlar sanatçılar, bir anlamda dinler bunu tartışmışlar ya da araştırmışlar. “Birbirinizi sevin” diyor İsa bu ne demek mesela? Romanlarda aşkı biliyoruz. Aşk nedeniyle intihar eden kadınlar var; Emma Bovary gibi, Anna Karenina gibi hayal dünyasında yaşayan, gerçeklerle çatışan kadınların aşkı başka. Çok çeşitli tezahürleri olabiliyor aşkın ama sonunda insanlığın varoluşunun ayrılmaz bir parçası. O bakımdan benim kitaplarımda da Son Yolcu başta olmak üzere önemli bir yeri var. Ama sırf aşktan mı bahsediyor Son Yolcu, hayır, onu başta konuştuk zaten.

Erkekler aynı anda iki kadına birden aşk duyabiliyor mu? Bence kadınlar duyamıyor ama erkeklerde durum farklı sanki?

Evet ama aynı yoğunlukta duyabildiğini zannetmiyorum erkeklerin de. Çok eşlilik diye bir kavram var biliyorsun, poligami diyoruz biz ona. Kadınlarda da var ama kadınlar bunu yeterince dışa vuramıyor aile ve toplum baskısı nedeniyle. Poligami kadında olsun erkekte olsun bir karakter, bir yapı. Aynı anda çok kadınla beraber olunabilir ben buna karşı değilim; çok eşlilik bazı erkeklerin yapısında olabiliyor. Ama bu senkronik mi anakronik mi? Aynı anda birkaç kadın olabiliyor mu ya da zaman içinde birkaç kadın olabiliyor mu? Anakronik ve senkronik olarak onun dengesini bulabilmek zor.

Nedim Gürsel

HEM İYİ BABA HEM İYİ YAZAR HEM İYİ KOCA OLUNABİLİR Mİ?

Aşk sadece insana duyulan bir şey mi? Ben mesela sizin edebiyata çok âşık olduğunuzu hissediyorum.

Doğru benim edebiyat tutkum, yazma uğraşına ayırdığım zaman aşka ayırdığım zamandan her zaman daha fazla oldu. Gençliğimde böyle değildi, gençliğimde aşk ve baştan çıkarmaya daha fazla vakit ayırabiliyordum ama yaş aldıkça verimli bir yazar oldum nedense. Bu demektir ki aşk hayatım biraz geri planda, yaratıcı etkinlik daha ön planda.

Hem iyi bir aşık hem de iyi bir eş olunabilir mi?

Hem iyi baba hem iyi yazar hem iyi koca olunabilir mi? Benim sorum bu. Cevabım hayır! Bu tabii beylik bir görüş ama doğru bir görüş. Genelde aile kurumu aşkı tamamıyla öldürmese bile tutkuyu büyük ölçüde uzaklaştırıyor ya da cinsel arzuyu köreltiyor.

Aşkın bitmesinin sebebi bu mu? Gözlemlerime göre genelde evlilik ve çocuk aşkı öldürüyor. Aşk neden biter?

Vallahi ömür neden biter sorusu gibi bir soru. Ömrün biyolojik olarak neden bittiğini biliyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz, tam bir sır. Bilmediğimiz için de merak ediyoruz, endişeleniyoruz. Aşk biter diye de endişeleniyoruz. Aşk neden biter? Ömür biter, yol bitmez… Aşk da uzun bir yol ama biter. Neden bittiğini bilemeyeceğim. Çeşitli nedenleri var, alışkanlık diyebiliriz, toplumsal baskı diyebiliriz, hayal kırıklıkları yaşamak diyebiliriz. Çeşitli nedenler öne sürebiliriz.

“BEN SEVEN VE KAÇIP KURTULMAK İSTEYENİM”

Nedim Gürsel olarak aşk sizin için ne anlama geliyor?

Onsuz yapılamayacak, varoluşumuzun önemli ve ayrılmaz bir parçası diye düşünüyorum. Çok düşündüm hayvanlar arasında aşk var mı diye galiba yok.

Cinsellik var.

Demek ki aşk insana özgü bir şey

Ama hayvanlar da seçiyor.

Seçer tabii ki o başka ama aşk sadece bir seçim değil, derin bir duygu.

Seçmiyoruz ve kapılıyoruz mu diyorsunuz?

Seçmek ve kapılmak birbirine ters düşen şeyler değil. Tam tersine birbirini tamamlayan durumlar, kapıldığınız için seçiyorsunuz. Ya da seçmiş oluyorsunuz.

Yarı otobiyografik kitabınız Son Yolcu’da da belki kendi hayatınızda da âşık olduğunuz kadınlar özgürlüklerine düşkün, dertleri olan olan kadınlar doğru mu? 

Kitapta Berlin’le ilgili bir bölüm var Deniz Çakır orada yaşadığı ilişki için “Bir cinayet işlemek için buraya gelmişiz” diyor metaforik anlamda. Orada yaşanacak bir aşk var ama evde de bekleyen bir kadın var; Penelope, Deniz Çakır’ın eşi. Kitapta bu bekleyişin bir alegorisi söz konusu. Erkeğin sonunda onu bekleyen kadına dönüşü Odysseia’dan bu yana işlenmiş bir tema. Deniz Cakır’ın Saraybosna seyahati sırasında diskotekte tanıştığı bir genç kadın var. Onun bir Sırp delikanlısı ile bir şiddet ortamında, bir savaş ortamında yaşadığı bir aşk anlatılıyor. Çeşitli aşklar da böyle bir metne serpilmiş gibi kitapta yer alıyor. Songül’le Deniz Çakır’ın yaşadığı aşk aralarındaki yaş farkı nedeniyle atışmaya, ötekini köşeye sıkıştırmaya yönelik bir görünüm de alabiliyor ama aralarında çekim ve bağlılık da var. Ama toplumsal durum bunu uygun görmediği için ya da siyasal konumları gereği belki de bu ilişki olamayacak. Bu da romanın seni de sürükleyen merak unsuru.

Romanda en sevdiğim yer Songül’ün Deniz Çakır’ı tebeşirle çizdiği bir daireye hapsetmesi.

Bu biliyorsun Ezîdî inanışı. Posesif bir kadın olarak hayal ettim Songül’ü. Ezîdî olmasını da onlarda böyle bir inanç olduğu için istedim anlatıda. Orada bir buluş var zannedersem.

Aşk da o tutukluluk hali mi?

Esir alıyor.

İnsanlar bu esir olma halini seviyor sanırım.

Seven de var kaçmak kurtulmak isteyen de.

Siz hangisisiniz?

Hem seven hem kaçıp kurtulmak isteyen ama sonunda ağır basan kaçıp kurtulmak isteği.

Günümüzde insanlar daha narsistik bir düzlemdeler ve aşk için destanlar yazılmıyor sanki. Yoksa yine bireysel olarak deliler gibi âşık olup deliler gibi acı çekiliyor mu?

Gözlemlediğim kadarıyla dijital devrimin yol açtığı bir uzaklık var. İnsanlar sanal dünyada iletişim kuruyorlar. Bunun bir fantasma düzeyi de var çünkü uzaklık olunca hayal gücü de devreye girebiliyor. Ama aşk insanlık hayatından henüz yok olmadı. İyi ki de yok olmadı. Ben açıkçası gözlemlerimden yola çıkarak aşkın hala sanal bir dünyada yaşayan gençlikte de olduğunu, onların da hayatının bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.
Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.