Son dönemde “erkeklerin prensesleşmesi” üzerine çok fazla konuşuluyor. Dünya bu kadar hızlı dönüşürken cinsiyete dair bakış açılarının, davranış kalıplarının ve hatta toplumsal yapıya dair tabuların değişmesi gayet doğal. Hele ki bu durum kadın erkek ilişkilerinde en fazla gündeme getirilen konuysa. Peki suçlu kim? Erkekler kendi kendine mi bu hale geldi? Yoksa geldikleri bir halden ziyade getirildikleri bir hal mi var?
Bu durumu en iyi açıklayabileceğimiz kavramlar anima ve animus kavramları elbette. Carl Jung’un bu kavramlar üstüne kurduğu psikolojik kuramı, bilinçaltının anlaşılması için önemli bir alet çantası çünkü Jung, her bireyin ruhunda hem erkek (animus) hem de kadın (anima) özelliklerine sahip olduğunu savunur. Bu kavramlar, bireyin bilinçaltındaki karşıt cinsiyet özelliklerini temsil eder ve bireyin kişisel gelişimi için büyük önem taşır. En basit haliyle anima, erkeklerin dişil yönlerini, animus ise kadınların eril yönlerini ifade eder. Jung’a göre, kişiler bu yönlerini entegre ederek daha bütün ve dengeli bir kişilik geliştirebilirler. Yani, sağlıklı bir kişi hem anima hem de animus yönlerini kabul edip entegre edebilir. Bu denge, kişinin ruhsal sağlığı ve kişisel gelişimi için kritiktir.
ANİMANIN MODERN ERKEKTEKİ ROLÜ
Günümüz erkekleri, geçmişe kıyasla duygusal ve sezgisel yönlerini daha fazla kabul ediyor ve bu yönleri ifade etmekte daha rahatlar. Bu, anima arketipinin daha fazla tanınması ve kabul edilmesi anlamına geliyor. Peki modern dünyada erkeklerin anima yönleriyle barışık olması, ne şekilde kendini gösteriyor? Erkekler artık duygularını açıkça ifade edebiliyor mu gerçekten? Eğer öyleyse bu durum onları daha empatik ve anlayışlı yapmaz mı?
Anima yönüyle bağlantılı erkekler, romantik ve platonik ilişkilerde daha derin bir empati ve anlayış sergilerler. Bu, ilişkilerin daha sağlam ve tatmin edici olmasına katkıda bulunur çünkü anima, yaratıcılığı ve sanatsal ifadeyi destekler. Her ne kadar anima, erkeklerin dişil yönlerini temsil etse de animusun da erkeklerdeki rolünü göz ardı etmemek gerekir. Animus, karar verme, mantıklı düşünme ve liderlik özelliklerini içerir. Sağlıklı bir anima-animus dengesi, erkeklerin daha bütünsel ve dengeli bireyler olmalarına katkıda bulunur.
Günümüz toplumunda, toplumsal cinsiyet rollerinin esneklik kazanması, erkeklerin anima yönlerini daha fazla kabul etmelerine olanak tanıyor, onu kabul ediyorum. Eskiye göre özellikle de Alfa ve Z kuşağı özelinde erkeklerin duygusal ve empatik yönlerini sergilemeleri, toplumsal normlar tarafından daha fazla kabul görüyor. Buraya kadar bir problem yok. Problem bu aynı dengenin bozulduğu kadın ile bir araya gelindiğinde ortaya çıkıyor.
GELENEKSEL MASKÜLENLİK VE ANİMA-ANİMUS DENGESİ
Son dönemde bazı çevrelerde erkeklerin “prenses gibi” davranmaya başlamasıyla linç kültürüne yeni bir pencere açıldı resmen. Bu eleştiriler, erkeklerin giderek daha duygusal, hassas ve bakımlı olmalarının, geleneksel erkeklik tanımlarını zayıflattığına dair söylemler etrafında toplanıyor. Özellikle kadınlar, erkeklerin güçlü, sert ve dayanıklı olma rollerinden uzaklaşarak daha yumuşak ve duygusal bir yapıya büründüklerini savunuyorlar. Bu durumun, erkeklerin rekabetçi ve koruyucu doğalarını körelttiği, onları daha savunmasız ve kırılgan hale getirdiği ileri sürülse de ben sorumluluk almaktan uzak davrandıklarını gözlemliyorum. Yani savunmasız ve kırılgan olmaktan ziyade senelerdir üstlerine yapışan “her şeyi halleden güçlü erkek” olmaktan kaçmaya çalışan bir halleri var. Bir şey rayına oturmadan illa ki suyu çıkarılıyor malum. İşte biz tam da o suyun ölesiyle çıkarıldığı bir ara dönemdeyiz. Evrim sürecinde sancılı bir geçiş evresindeyiz.
Özellikle, dış görünüşe aşırı özen gösterme, sürekli duygusal destek arayışı içinde olma ve bağımsız hareket etmek yerine sürekli başkalarının onayına ihtiyaç duyma gibi davranışları geleneksel erkeklik normlarına ters düştüğünden hem kendi cinsleri hem de karşı cins tarafından adeta linçe uğruyorlar. Geleneksel maskülenliğin erozyona uğramasının, erkeklerin toplum içindeki rollerini belirsizleştirdiği ve bu belirsizliğin hem erkekler hem de kadınlar için özellikle ikili ilişkilerde huzursuzluğa yol açıyor. Bundan 10 sene önce “kahrolsun ataerkil sistem” sloganına tutunmuş kendim hayretle izliyorum bu uç tarafa savrulmayı.
“Kahrolsun ataerkil sistem tabi de bu kadar almaya açık, vermemeye gönüllü bir erkek modeli de işimize gelmedi kabul edelim.”
Geçmişte, toplumsal cinsiyet rolleri çok daha katı ve belirgindi. Erkeklerden güçlü, koruyucu ve duygularını gizleyen bireyler olmaları beklenirken kadınlardan ise duygusal, nazik ve ev işlerinde mahir olmaları istenirdi. Bu, insanların kendi anima ve animus yönleriyle bağlantı kurmalarını zorlaştırırdı. Modern zamanlarda bu roller esneklik kazandı. Günümüz erkekleri, geçmişe kıyasla daha duyarlı, duygusal ve anlayışlı olma eğilimindeler ve bu da Jung’un anima kavramından hareketle erkeklerin kendi dişil yönleriyle daha fazla temas halinde olmaları demek. Bu değişim belki bu süreç içinde erkeklerin kendilerini ve başkalarını daha derinlemesine anlamalarını sağlayacak fakat ipin ucu öyle bir kaçtı ki artık partnerler birbirlerinin ne istediğini, beklentilerinin ne olduğunu bile anlatamaz, anlayamaz haldeler. Bir belirsizliktir gidiyor.
“PRENSES GİBİ” DAVRANMA EĞİLİMİ
Bu yazıyı olabildiğince objektif yazmaya çalışıyorum ve hemcinslerime de karşı cinse de kızıyorum. (Tamam karşı cinse bazen daha çok kızabiliyorum) Eril prensiplere sıkı sıkıya bağlı esnek olmayan bir kadınla, dişil prensiplerine tutunmuş akışta olmayı seçen bir erkek karşı karşıya geldiğinde zaten problem olmuyor. Biz hetero kadınlar açısından asıl problem, prenses treatment ihtiyacımız karşılanmadığında ortaya çıkıyor. Valla hiç cinsiyetçi bir tonda söylemiyorum bunu, kızmayın hemen. Erkekler senelerce bir şeylere maruz kaldıysa biz de prenses masallarıyla büyüdük. Diyorlar ya her şeyi kendim yaparım ama insan arada bir saçı okşansın istiyor diye. Tam olarak bahsettiğim de bu. Desteklendiğini bilmek, paylaşmak ve anlaşılmak önemli kadınlar için. Erkeklerin dinlenmeye ne kadar ihtiyacı varsa kadınların da konuşmaya var. Oysa günümüzdeki birçok ilişkide ne dinleme ne konuşma mümkün oluyor bazen. Sen kırılganlığınla, empatinle var olmaya çalışırken senden daha kırılgan birinin seni bastırması korkunç hissettirebiliyor.
Her şeye kırılan, küsen, canını en ufak şeye sıkan, sürekli şikâyet eden bir erkek resmen kabak tadı veriyor bir süre sonra. Burada da şunu sorguluyorum hep. E iyi de bu erkekleri de yetiştiren bir anne var, yani bir kadın. Öyle biz yanlış yetiştirilmiş erkeklerin rehabilitasyon merkezi değiliz demekle çıkamayız işin içinden. Kayınvalidesinden şikâyet edip oğlunu aynı o kadın gibi yetiştiren bir sürü insan tanıyorum. O prensesleri bizler saldık topluma yani, kendi kendine olmadı hiçbir şey. Sorumluluk almayı öğrenememiş bir sürü erkek var. Sorumluluk verildiğinde kaçan, kaçmasa hepsini karşısındakine ittirmeye çalışan, ne istediğini bilmeyen bir sürü erkek… Bunun karşısında evrimsel süreçte pehlivan mı kalsa prenses mi olsa emin olamayan bir sürü kadın…
Anima animus dengesi bozuldukça ve cinsler kendi cinsiyete dair prensiplerini kabullenip dengeyi kurmadıkça daha çok tartışacağız bu konuyu. Çaba göstermek istemeyen, sorumluluk almayan ve hep bana hep bana tavrında olan kim olursa olsun aynı döngüde kalacak. Açık iletişim en kestirme yolken insanların bunca dolaylı yolu cazip bulması da yine kendi seçimleri olmaya devam edecek.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.