Tasavvufta aşk makamı
Dergi

Tasavvufta aşk makamı

Ezel ve ebedi ayıran kesret pazarında dolaşan bizler için aşk dünyada tamamlanacağımız bir can ile buluşma gayretidir

Akıl insanların bağıdır, aşk bu bağları çözendir.
Akıl der ki: Taşkınlık etme!
Aşk der ki: Teklifsiz davran!
Şems-i Tebrizî

Aşık ne aramaktadır?
Hakikati! Sadece hakikati aramaktadır. Aşk gözüne inen perdenin kalkması, Kaf Dağı’nın ardına varması için onu ateşler ve var olduğu halde yakar, yok eder.
“Hakikat bir dağın zirvesidir, o dağın eteğine akıl bineğiyle gidersin, tepesineyse gönül kuşuyla çıkarsın,” der Mevlâna.  Bu yok oluş bizim zihnimizle algılayabileceğimiz bir şey değildir. Zaten tüm arifler, akıl ile filozof, gönülle sufi olursun derler.
Mesnevi’de yer alan şu hikâye bize çok şey anlatır:
“Sevgili, birisini tapısına aldı; karşısına oturttu, o da tuttu, yazdığı mektubu çıkardı, okumaya başladı.
Mektupta beyitler vardı, övüşler, alkışlar vardı; sızlanışlar, yoksulluğu söyleyişler, birçok yalvarışlar vardı.
Sevgili dedi ki: Bunlar benim içinse kavuşma çağında bunlarla uğraşmak, ömrü yitirmektir.
Ben karşındayım, sen mektup okuyorsun; bu, aşıklık belirtisi değil.
Âşık, evet dedi, sen karşımdasın, yanımdasın ama ben, istediğim zevki, dilediğim gibi bulamıyorum ki.
Şimdi sana kavuştum ama geçen yıl, sende gördüğüm hâli göremiyorum.
Ben bu kaynaktan arı-duru, tatlı bir su içmişim; gözümü, gönlümü o suyla tazelemişim.
Kaynağı görüyorum ama su yok…”
Mevlâna bu hikâyenin girişinde şöyle ifade eder, “Bilinene kavuştuktan sonra bilgiyle oyalanmak, delâlet edilen şeye ulaştıktan sonra delil aramak çirkin bir şeydir.”

İKİ AYRI PARÇAYI BİRBİRİNE DOĞRU ÇEKEN KUVVET
Aşık ne aramaktadır? Bu sorunun cevabından önce tasavvufta aşk kavramını anlamamız için aşk kelimesinin etimolojisine bakmalıyız, zira “Dil düşüncenin aynası ve fikirlerin askıdır” der bir düşünür.
“Aşk” Arap lisanından bir kelimedir ve fiil kökü “aşaka”dır. “Aşaka” ise Türkçemizde “sardı”, “sarmaladı” fiil-i mazisini ve bununla irtibatla “sarmaşık” nesnesini karşılar. Bu manadan baktığımızda bir şeyin bir şeyi sarmalaması eylemidir aşk. Tıpkı ağacın gövdesine sarılan sarmaşığın, onun özsuyundan beslenerek serpilmesi gibi, aşık da maşukun gıdasıyla yaşar. Mevlana’nın hikayesinde olduğu üzere aşık, aşka düştüğü kişinin nezdinde aşk şarabından içerek kendinden geçer.Ahmed-i Gazâli aşkı, iki ayrı parçayı birbirine doğru çeken kuvvetin adı olarak tanımlar.  Aşık maşukuyla bir vücûd olmaya doğru ilerler. Aradaki ikilik kalkıp tek vücûd olmaya başladıktan sonra da maşuk aşıkını eritir, yok eder ve öldürür. Kısacası filmin aktörlerinden birisi ölür. Modern çağ masallarının ya da filmlerinden farklı olarak tasavvufta aşkta mutlu son farklıdır. Bu ölüm mecazi bir ölümdür. Zira aşık maşukunda kendisini fani ettiği, yok ettiği anda var olmaktadır.

AŞK, BAĞLANTI KURDURUR, FANİLİĞİN SONUDUR
Tasavvuftaki birlik arayışı aşk ile karşımıza çıkar, ete kemiğe bürünür ve anlaşılır olur.
Seven ve sevilen arasındaki bağı kuran sevgidir.
Aşık ile maşuk arasındaki bağı kuransa aşktır. Bu üçlü birbirinden ayrı olduğu sürece aşk son noktasına varamamıştır. Erime noktasına gelen aşık İslam metafiziğinde “fenâ” makamına geçiş yapar. Aşktan sonra marifete geçiş “bekâ” makamıdır.  Bu makamda “ne kadar seversen o kadar bilirsin” düsturuyla hareket başlar. Aşk burada bir bilgi kaynağı olarak karşımıza çıkar.
Leyla ile Mecnun hikayesinde de görüldüğü gibi önce fiziki aşk ile başlar, ardından fiziki aşkın ileri boyutu, daha deruni boyutuna intikal eder ve artık Leyla motifi çözünür. Leyla’yı bulduğu zaman Mecnun, ondan fizik olarak vazgeçer zira onun içinde barındırdığı güzelliğe vurulmuştur. Bu temayı Yusuf ile Züleyha, Tahir ile Zühre masallarında da görürüz.
İlahi aşkın maksadı tevhidi kurmak, ayrılığı bitirmektir.

SUFİ AŞK
Sufiler aşkın kaynağını “Vedûd” (çok seven) esmasına dayandırırlar.
“O kimseler öyle kimseler ki onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever.” (Maide 5:54)
Sufiler için bu alem baki değil, fanidir; mecazlar alemidir. Fani olan nesnelere duyulan sevginin de fani olacağı bellidir. Bir insanın bir insana aşkı mecazidir, lakin ilahi aşka giden yolda bir talim vazifesi görmesi nedeniyle de “Bir faninin aşkına düşmemiş olan ilahi aşkla buluşamaz,” derler.
Her şey kaynağını arar, aslına döner.
Aşk yoluyla sufi yeniden kaynağa bağlanır.
Tasavvufta içinde yaşadığımız âleme, birliğin çokluk içinde gizlenmiş haline “Kesret pazarı” adı verilir. Bu karmaşanın içerisinde birliği arayan, ne yapsa, neye bağlansa en nihayetinde dikkati dağılır ve çokluğun içinde kaybolur. Gençliğe bağlansa yaşlılık, sağlığa bağlansa hastalık, zenginliğe bağlansa fakirlik hemen yanı başındadır. İkilik peşini bırakmamaktadır. Zıtlıklar evreninden onu kurtaracak olan tek şey gerçek sevgidir, o solmayan bir çiçektir.
Dönüşen, değişen, oluşmaya çalışan şeyler aşkın nesnesi olamazlar, onlar bozulmaya muktedirdir. Bu kesret pazarında kaybolmuş insan neye tutunsa elinde kalır. Burada ihanet, ısdırap, hüzün ve kaybetmek esastır.
Sufi, kaybolduğu bu alemde yaşadığı tüm ıstırabı aslına dönüş için ancak halvet ederek dindirebilir. Kesret çarşısı onu yolundan eder, Rabbinden uzaklaştırır. Onun arayışı sevgilisiyle baş başa kalabilmektir. İşte o an yaşanan tatmin duygusuna bazı gelenekler ilahi orgazm derler. “Hiç şüphesiz kalp ancak O’nu andığında tatmine ulaşır” (Ra’d 13:28)
Bu hale “gayret” denilir. Araya hiçbir şeyi almadan yalnızca onu sevme halinde olabilmektir.
“Benim mezhebim aşk mezhebidir. Aşkın kervanı beni nereye götürürse dinim, imanım orada” der İbn-i Arabi “Aşk diline en uygun formu şiir dili vermektedir,” diye de ekler.

Tasavvufta Aşk Sembolleri
Tasavvufta aşk semboller aracılığıyla anlatılır beyitlerde, nefeslerde.
Deniz: Vahdet alemini ve onun derinliğini, sonsuzluğunu sembolize eder.
Gavvas: Sufinin bir dalgıca benzetilmesi; vahdet aleminin derinliklerine dalıp, görülmemiş güzellikleri bulup çıkartmasını anlatır.
Kalp: Dönüşüm kabul eden yer demektir.  “Ben hiçbir yere sığamadım, sadece mümin kulumun kalbine sığdım. (Hz. Muhammed)
Gönül: Sufilerin aşkın mekânı olarak gördükleri gönül, aynı zamanda Allah’ın evidir. (Beytullah)
“Onların kalpleri vardır, onunla aklederler.”  (Hacc 22:46)
Tasavvufta kalp aynı zamanda bilginin de kaynağıdır.  Yunus Emre’nin dediği gibi, “Şeriat, tarikat yoldur varana|Hakikat, marifet andan içeru.”
İçte olan ana gayedir. Sufi bu içe yönelişte semboller aracılığıyla aktarır yaşadıklarını.

SON BAŞTA GİZLİDİR, BAŞ SONDA
Dikkat et ki, onun vuslatı herkesin eline geçmez
Şeriat kadehinden sarhoşlara süt vermezler.
Orada dünya heveslerinden geçmiş erenler, dem çeker
Kendine tapanlara tek yudum bile vermezler.
Şems-i Tebrizi
Ezel ve ebedi ayıran kesret pazarında dolaşan bizler için aşk dünyada tamamlanacağımız bir can ile buluşma gayretidir. Bu arayışın bitişidir sufinin aşkla buluştuğu an. Aynı kapıdan gireriz içeriye, bir beşerî aşkla başlarız yolumuza, sufi bu aşkla kendini kaybeder ve ölümü kucaklar ve birliğin denizinde keşfe çıkar. Dünyadaki çokluğun girdabından çıkamayansa elinde tuttuğunun çürüdüğünü gördükçe sevginin hasretine düşer. Bu hasreti bitirecek olan; gördüğüne değil de gösterilene, sahiplenmeye değil de hissetmeye meyletmemiz.
Varlığın birliğini arayanlara aşk şarabından içip kendinden geçmek nasip olsun, diyelim.

Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.
Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

meltem-reyhan
Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji ve İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümlerinde eğitim aldı. Dinler tarihi, sosyoloji, semboller, tasavvuf ve rüya konularında araştırmalarına devam ediyor ve kitaplar yazıyor. Kendi akademisinde öğrenci yetiştiriyor.