Nihan Uycan Özen’in Deniz’in Ormanı adlı ilk romanı Doğan SoLibri Yayınları etiketiyle raflarda. Bu romanda özellikle genç nesle, ruhsal tekâmül, birlik gibi konuları sorgulatmak isteyen yazar, toplumla meselesi olan her insan gibi, bilinci yükseltmeye hizmet etmek istiyor. Görünenin ötesini görebilen gözlerin görmeyenlere, bilenin, bilmeyene ve olanın olmayana borcu olduğuna inanıyor ve yükselmiş bir toplum için Aşk’la çalıştığını vurguluyor.
Deniz’in Ormanı nasıl bir eser ve sizin için ne ifade ediyor?
Deniz’in Ormanı benim için farkındalık yolculuğumun tam ortasına gelip yerleşen bir roman. Yazar olabilmek için iyi giden bir kariyeri sonlandırdım. O dönem için cesaret isteyen ve tam da bu haliyle çevresine cesaret verebilecek bir yol benimkisi. O yüzden okuyucunun eserimle birlikte benim yolumu da bilmesini çok isterim. Romanım, içindeki “kendi gerçekliğini yaratabilme” kapasitesiyle, hem gençler için bir kişisel gelişim manifestosu sunuyor hem de gizem sever, spiritüalizme meraklı, varoluşu sorgulayan okur kitlesi için alternatif inançları sorgulatıp, arayışa sevk ediyor.
Deniz’in Ormanı nasıl bir konuya değiniyor? Romanınıza konu seçiminizde neler etkili oldu?
Kişiliğini tam anlamıyla yaptığı işlerle ifade ettiğini düşünen bir bireyim. Yaptığım her işte Birlik Bilinci’ni anlatabilmek gibi derin bir hizmet duygusuyla hareket ediyorum. Buralara gelmek tabi ki çok kolay olmadı. İlk doğumumla birlikte çıkmış olduğum ruhsal gelişim yolu beni yıllar içinde adeta bir hamur gibi şekillendirdi. Yeni bir yazar ve sosyal girişimci olarak da yazmaya karar verdiğimde temalarım aslında oldukça netti. Zira 30 yaşımdan itibaren doğumu, ölümü, varoluşu tekrar incelemeye başlamış ve her insanın temel derdi olan anlam arayışıyla dolup taşmıştım. Ya depresyona girecektim ya da yazarak önce kendim anlayacak, sonra da anlatabilecektim.
Tekamülü aşk ile anlaşılır kılmak isteyen “Deniz’in Ormanı”nı da özellikle anne olduktan sonra yaşadığım tüm ruhsal deneyimlerin özü olarak, farklı düşünmeye açık okur kitlesiyle paylaşmak, yeniden doğuş, karma ve birlik bilinci gibi kavramları sorgulatmak için yazdım. Her geçen gün insan hırsının, nasıl ayrıştırıcı, modern bir şeytan olduğunu fark ettikçe insanlara, “Hatırlayın, hepimiz aynı özden geliyoruz ve bu dünyada bir amacımız var” demek istedim. Yazar olarak tüm dinleri kutsal olarak görmekle birlikte, ölene kadar araştırma içinde olmak, bilinçle yaşamak arzusundayım. Yükselen bilincin dünyanın biricik amacı olduğunu düşünüyorum.
Yazmaya nasıl karar verdiniz, karakterleri nasıl oluşturdunuz?
Kendi içimde başlayan bir uyanış, bireysel ütopyamı oluşturma konusunda beni son derece motive etti. Bu ütopya, yeryüzünde cennet gibi bir yaşamın var olabileceğine olan sonsuz inancım. Baktım ki bu rüyayı gören tek kişi değilim, çevremde bir etki alanım var, o halde bunu yaptığım hangi işlerle genişletebilirim diye düşününce yazmak da sosyal girişim kurmak da kendi kendine, sanki kaderimde varmışçasına önümde oluşan yollar oldu. Biri bireysel yaratım alanı, diğeri de kolektif bir yaratım alanı sunuyordu. Ve ben de hayatın bana sunduğu bu teklifleri görmezden gelmedim, iç sesimi takip ettim. Romanımla da kurduğumuz dijital platform köprü ile de “Birlik Bilinci”ni anlatıyorum.
Deniz’in Ormanı’nı ölüm hakkında düşünmeye başladıktan sonra yazmaya karar verdim.
Romanımda ölüm konusunu farklı bir bakış açısıyla ele alıyorum. Sadece yaşanan acılar, üzüntüler yönüyle değil bambaşka bir bakış açısıyla… Bir sona erişten ziyade değişim ve umut vaat eden bir dönüşüm gibi…
Ya ölüm yaşam sürecinin son durağı değil de dönüşüm aşamasıysa? Ya ölmek için dünyaya geliyor ve derslerimizi burada tamamlıyorsak? Veya ölüm bizi gerçekten olduğumuz şeye kavuşturan, yaradılışı anlamamızı sağlayan en büyük hediyeyse? Bunları sordum kendime.
Deniz’i yazarken kendimi de keşfettim…
Karakterleri oluştururken özellikle genç yaşta olgun kişiler seçmek ve genç yaşta gelen bir ölümün herkes üzerindeki etkisini yeniden doğum ve organ bağışı ilişkisini sorgulatarak yapmak istedim ki yaşamın mükemmel bir sistem içerisinde tekamülü gerçekleştirdiğini gösterebileyim. Kadersel bir karma hikayesi için iki farklı zaman ve üç ayrı mekânda geçen alt hikayelere ihtiyacım vardı ve tekâmül yolculuğunda insanın anlayışını en mümkün kılan aşk kavramını sorgulatmak, evrenin özünün bu aşktan oluştuğunu anlatmak gibi bir derdim oldu. Ben de Deniz’i buldum.
Deniz, üstün zekalı, sezgisel ve genel akımın dışındaki yüksek farkındalığa sahip henüz 18 yaşında genç bir çocuk. O bir müzisyen ama aynı zamanda bir “görevli”. Doğduğu andan beri bu görevinin ve dünyaya bir misyon ile geldiğinin farkında. Çocukluğundan beri Deniz’in yanı başından ayrılmayan, Deniz’in hem en yakını olup hem de onun aşkına bir türlü tam ulaşamayan güzel Nazlı ve Almanya’da başka bir ülkede çocukluğunun yaralarını saramamış hayata küskün, yaşamla ölüm arasında mücadele eden, müzisyen Annette. Üçünün arasındaki yüzyılları aşan bir aşk, bir gizemli kalp bağı var. Aslında bu bağ, hayatın sırrını da taşıyor. Tıpkı tek bir kalpte bütün evrenin gizeminin saklı olduğu gibi.
Deniz varlığıyla ve yokluğuyla bir deniz feneri gibi hayata ışık tutarken hikâyenin karmik düğümünü çözmek Deniz’e platonik olarak âşık olan Nazlı’ya ve Almanya’da organ nakli geçirmiş Annette’ye kaldığında biz tüm faniler, onların yolculuğu sayesinde yaşamın üstün zekasının farkına varıyoruz. Hikâyenin alt metninde durmadan çalan müzik sayesinde de onlarla çıktığımız bu yolculuk, bizi bütün evrenle, aşkla birleştiriyor. Aklımızla anlamanın, dinlemenin ötesine geçebilmeyi hedefledim.
Bu romanla tam olarak amacınız nedir?
Eğer yazar olarak bir kişinin bile bilincinde; beden ötesi deneyimlerin insan varlığının genişliği ve varoluşunun sonsuzluğunu anlatmada küçücük pencereler olduğunu hissettirebilirsem ne mutlu bana! Çünkü ancak ruhunu tanıyanlar, birlik nedir anlayabilirler. Romanı yazmaya başladığımda karakterleri oluştururken özellikle büyük bir resim olduğunu, yeni ve kendime özgü bir bakış açısı ile sorgulatarak yapmak istemiştim. O yüzden bu topraklar için yeni olabilecek birkaç bakış açısını özellikle genç okuyucunun nazarına sunmak istiyorum.
Romanın özünü, bir masal ile anlattım aslında diyorsunuz. Romandaki o bölüm hangisidir?
“Bir masal anlatacağım içinde saf ruhların olduğu… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, sayılamayacak kadar zaman önce, işte belki tam da şimdi, biz hepimiz birdik, bütündük. Sonsuzluk içinde neşe ve huzurla yüzerdik. Hepimiz kaynak, kaynak hepimizdi. Mükemmellik ve tamlığı biliyorduk da parça parça, tek tek olmayı hiç bilmiyorduk. Kaynak kendini aynada görmek istemese hiç ayrılacağımız da yoktu belki ama başından beri böyle tasarlamıştı işte. Ayrılacak, birleşecek, birleşip ayrılacak kaynağa ulaşacaktık tekrar ve tekrar. Her an yeniden dağılacak, kurulacak ve tek olacaktık. Ayrılan ruhlar, düştükleri dünyada kirlenip illüzyona kapılmasalar ve oyun oynamayı bu kadar sevmeseler her şey mükemmel olacaktı ama mükemmele ulaşmak bu kadar da kolay olmamalıydı. Renklerle, zevklerle süslü dünya herkes için farklı oyunlarla tasarlanmış, kendi sınavlarını kurmuştu çok önceden. Kaynak, parça parça edip varlığını, suretini görmek istemeden çok önce kurmuştu renkli topu. Ol deyip oldurmuş, dön deyip döndürmüştü. Kusursuz tasarım, kirlenen ruhları, insan varlığı ve zaman ile lanetleyip bırakıvermişti renkli rüyalar alemi dünyalarına. Bu alemde her şey karşıtı ile mevcut oluyordu, tek yoktu zira… Aydınlık, karanlık ile iyilik kötülük ile, sevgi nefret ile… İnsan böyle anlıyor, hatalar yapıp doğru dediğini bulabiliyordu, başkası mümkün değildi. Varlık ve zaman zindanından çıkmakta zorlanan insan hemencecik unutuvermişti aslında saf ruh olduğunu. Bedenine tapmış, gerçek mabedinin, içinde saklı olduğunu fark edememişti. İşte o gün bugündür beden bilmez neye ev sahipliği yaptığını… Unutur içindeki gizli özü. Duymamak için onun sesini, sonuna kadar açar kulaklarını dışardaki kargaşanın uğultusuna, sağır etsin kulaklarını uzak tutsun onu kendinden ister. Sen Deniz, duyanlardansın, ezeli, ebedi bilenlerden, bildireceklerdensin. Yaşamın bedeli ağır, unutma gönüllü geldin, gönüllü gideceksin.”
NİHAN UYCAN ÖZEN HAKKINDA
Avusturya Lisesi ve Marmara Üniversitesi Almanca Enformatik bölümünden mezun. Birinci kariyerini BT (Bilişim Teknolojileri) alanında yapmış. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerde proje yöneticisi olarak çalışmış, CTI’dan (Coaching Training Institut) aldığı koçluk eğitimleri sayesinde hayat amacını keşfederek bu alandaki kariyerini sonlandırmış. Hayatının diğer yarısı için seçtiği yolda, yazıyla iç içe bir yaşam kurguladı ve bu alanda gelişmek için eğitimler almış. İkinci kariyerini yazar ve sosyal girişimci olarak sürdüren Nihan Uycan Özen, sosyal fayda üretmeye odaklı, dijital platform Köprü Project’in fikir annesi, tasarımcısı ve kurucu üyelerinden biri olup halen HT Hayat Kadın Portalı’nda, Nihan’ın Rüyası adlı köşede ve Mümkün Dergi’de düzenli yazılar yazıyor.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.