Uygulamalar

Peki annem hayatından memnun muydu?

Aile, anne baba ile ilişki, hayatımızın gidişatını belirleyen en önemli unsur. Ailemiz ne ise biz de az çok oyuz. Ailesinden birkaç adım ileri gidebilme cesaretini gösterenlerin sayısı günümüzde bile çok az. Çünkü ait olmanın, sonu acı bile olsa sarmalanmanın konforu hiçbir yerde yok. İnsanın kendine yolculuğu bir bilinç ve farkındalık süreci, çok da konforlu olduğu söylenemez. İşte son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz aile dizimi bizi bu konfor alanından bir nebze olsun uzaklaştırmayı ve hayatımızı kolaylaştırmayı hedefleyen bir araç. İlişki koçu ve aile dizimi uzmanı Gül Çukur’un röportajımızda da vurguladığı gibi “Annemizle kurduğumuz ilişki yaşamdaki ilk ilişkimizdir ve bu ilişkinin kalitesi diğer tüm ilişkilerimizin belirleyicisidir. Oradaki ilişki modelini alır tüm yaşamımıza uygularız.”

Anne ve baba tarafından kalabalık bir aileye doğduğunuzu hem kabilenizin içinde kalmak hem de kendi yolculuğunuza çıkmak istediğinizi ama yolculuğunuz boyunca bir tarafınızın hep içten içe suçlu hissettiğini yazmışsınız. “Ben de kabilemden izin aldım” diyorsunuz. Bu nasıl bir izindi ve nasıl bir süreçti?

Baba tarafından Erzincan, anne tarafından Adanalıyım. Oldukça geleneksel ve ataerkil bir aileden geliyorum. Ben çocukken dedem odaya girdi mi ayağa kalkılır, babaların çocuklarını büyüklerinin yanında sevmesi ayıplanırdı. Kadınlar da tahmin edeceğiniz üzere ev işleriyle uğraşır, çocuk doğurur, yemek yapar, az talep eder, verilen neyse ona kanaat ederlerdi. Çocukken bu düzen hiç hoşuma gitmez ve içten içe hep öfkelenirdim. Kabilemdeki kadınlardan başka hayallerim vardı benim. Okuyacaktım, iyi bir işim olacaktı, kendi paramı kazanıp kimseye hesap vermeyecek ve hizmet etmeyecektim. Öyle de oldu, kendi ayaklarımın üzerinde durmaya başladıkça hayallerimi bir bir gerçekleştirdim. Ancak kendimce iyi bir hayat sürerken annemin, anneannemin, kabiledeki tüm kadınların yaşadıklarını düşündükçe suçlu hisseder, potansiyelimi kullanamazdım. Yaşamımda neden aynı döngüleri yaşadığımı fark ettiğimde kadın atalarımla ilgili bir dizim yaptırdım ve onlardan ileri gitmenin suçluluk hissinden öteye bir yere geçtim. Onlardan aldığım dişi güçle onlar adına bu kabilede sesini duyuran, potansiyelini gerçekleştiren bir kadın olma fikri hem bedenimi hem ruhumu hafifletti. Bu döngünün benimle kırılması ve benden sonraki nesillere bu yeni bilincin akması kalbimi kocaman genişletti.

Gül Çukur

Siz bu suçluluk duygusunu aşmışsınız, ne güzel… Peki diğerleri? Hayatını yaşamak isterken bu suçluluk duygusuna kendini hapsedenler için aile dizimi ne kadar yardımcı olur?

Aslında bu sorunun cevabını yukarıda biraz vermiş oldum. Bizler içine doğduğumuz aile sistemine sıkı sıkıya görünmez bağlarla bağlıyız. En büyük endişemiz de bu sistemden dışlanmak. Dışlanmamak için de kendi potansiyelimizi sabote ediyoruz. Bunu aile dizimi ile fark ettiğinizde bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Dışlanmaktan korkan tarafımız dizimde korkulacak bir şey olmadığını anladığında varoluştan gelen sonsuz sevgiye, hediyelere kendimizi açtığımızda çözüm kendiliğinden gelmiş oluyor.

“İLK İNSANLAR BİZDEN DAHA BİLGEYDİ”

Eskiden bu kadar çok travma çözücü yöntem yoktu. Sorunumuz mutlaka vardı ama derdimiz yoktu sanki ya da bu kadar ince eleyip sık dokumuyor muyduk? Ne değişti?

Eskiden pek fark etmiyorduk, otomatik pilottan yaşıyorduk hayatlarımızı: “Nohut oda bakla sofa”, “Aman huzurumuz kaçmasın!” Biz aslında yüksek bilinçle dünyaya geliyoruz ve modern yaşamın içinde o bilinci fark etmeden kapatıyoruz. İlk insanlar bizden daha bilgeydi. Tarihi kalıntılara bakın, bilincin şimdikinden daha yüksek olduğunu fark edeceksiniz. Biz modern yaşamla kendi gerçeğimizi unuttuk, kadim bilgileri yeniden hatırlamaya başladık.

Bir önceki sorunun devamı olarak, neden şimdi insanların çoğunluğu travmalardan şikayetçi ve bunları çözmek için türlü çeşit yöntem ortaya çıktı?

Ben de bir önceki cevabımın devamını getireyim o zaman: “Neyim?”, “Hayat amacım nedir?” sorularını daha fazla sorar olduk. Çünkü hayatımızın amacı iyi okullarda okuyup, maaşlı bir işe girip yıllarca taksitini ödeyeceğimiz evlerimiz, arabalarımız olamaz. Aslında İngilizce tabiri ile hepimiz burn out (tükenmişlik sendromu)” olduk. Kendimizi arıyoruz.

“İnsanın kendi içine dönüp kendini yeniden tanıma sürecinde ilk basamaklardan birisi onu doğuran anne ile yeniden tanışmak” diyorsunuz. Anne ile tanışmanın yöntemi nedir?

Anne, bizim hayatımızın kahramanı kadın. Onun elinde şekil almış bir elmas gibiyiz. O bizi nasıl yontarsa biz de yaşamı öyle yontuyoruz. Yetişkin olduğumuzda bu yontulma şeklinden memnunsak, ne âlâ. Ama değilsek kızgınlıklarımızdan, öfkelerimizden, yaşamda başımıza gelen her şeyden annemizi sorumlu tutuyoruz. Ancak annemizin bizi yetiştirirken neler yaşadığını bilmiyoruz. Kendi hayatından memnun muydu? Ona destek veren bir kocası var mıydı? Ekonomik refahı yerinde miydi? İşte bu noktada çocukluğumuzdaki annemizi sahneye davet ediyoruz, onu anlamak ve nasıl bir hayatın içinden geçtiğini bilmek için.

Annelerimizden nasıl özgürleşiriz?  Ya da özgürleşmeli miyiz?

Çocuğun içinde iki duygusu vardır: Biri anneden özgürleşmek, diğeri ana rahmine geri kaçmak. Çoğunlukla içimizde yankılanan bu iki tezat ses, ruhun ıstırabı gibidir. Bu ıstıraba son verip kendi biricik yolumuza gitmek için ana rahmine kaçmak isteyen parçamızla çalışmalıyız. Başka türlü yetişkin olup kendi hayatımıza bakamayız.

Hayatımızda yaşadığımız sorunların nedeni özellikle annemizle ilişkimiz mi?

Böyle yüzde yüz bir genelleme yapamayız ancak annemizle kurduğumuz ilişki yaşamdaki ilk ilişkimizdir ve bu ilişkinin kalitesi diğer tüm ilişkilerimizin belirleyicisidir. Oradaki ilişki modelini alır tüm yaşamımıza uygularız.

Biz değiştik diyelim ama annemiz aynı, bu durumda çözülen nedir? Şifalanma nasıl mümkün oluyor?

Şifalanacak olan tek kişi vardır, o da kendimiziz. Biz sadece kendi yaşantımıza ve davranışlarımıza müdahale edebiliriz. Burada bizim annemize bakış açımız değişiyor, yani yaptığım “Aile Dizimi” ve “Annemle İlişkim” kamplarında annemizin gözlüklerini takarak hayata bakıyoruz. O gözlüklerden gördüklerimiz bize yeni bir anlayış getiriyor.

“HAYATIN HAKKINI VERMEK SEÇİMLERİMİZLE İLGİLİDİR”

Hayatın hakkını vererek yaşamaktan bahsediyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?

Soren Kierkegaard’ın dediği gibi: “Hayat çözülecek bir problem değil, yaşanacak bir hakikattir!” Yaşamın bir sürü seçeneği var ve hayatın hakkını vermek seçimlerimizle ilgilidir. Bir yoldan gidiyorum. Taşlı, engebeli devam etmekte zorlanıyorsam, başka yollara sapma seçeneğimi kullanmalıyım. Biz tam, bütün ve bolluk ve bereketle doğuyoruz sonra ailesel, çevresel koşullanmalarımızla bunları unutuyoruz. İlk saf halimizi hatırladığımızda bize dayatılanın ötesini görebildiğimizde yaşamın neşesini, coşkusunu, keyfini hissedebiliyoruz. İşte orası yaşamın hakkını verebildiğimiz bir yer.

Sizin şifalanma süreciniz nasıl oldu?

Varoluşsal sorgularımla başladı her şey. Başta da bahsettiğim gibi içine doğduğum ailem ile bu sorgulamalarım daha da arttı. Erken yaşta anne olmam, hayatla nasıl baş edeceğimin peşine düşürdü beni. Uzun yıllar bankacılık sektöründe proje ve süreç geliştirme bölümlerinde yönetici olarak çalıştım. Yaşam sepetim çok doluydu ve ben taşımakta zorlanıyordum. Ya ilaç içecektim ya da kendi gerçeğime yolculuk yapacaktım. Bu noktada yolum Zen öğretileri ile kesişti ve meditasyon gibi harika bir ruh dinlencesi buldum. Uzun yıllar devam edecek eğitimlere başladım. Sonra yoga eğitimleri, iş yaşamında unuttuğum dişi özümü hatırlamak içim rahim bilgeliği, tantra eğitimleri aldım. İçimdeki çocuğu fark etmek onu sarıp sarmalamak için iç çocuk eğitimlerine katıldım. Aile dizimi belki de en dönüştürücü şifaydı benim için. Dünyaca bilinen ustam Svagito Liebemaster’den uzun yıllar eğitimini alıp uygulayıcısıoldum, hala kendisinden ileri seviye eğitimlerimi almaya devam ediyorum. Aynı zamanda Uluslararası Koçluk Federasyonu’na akredite bir ilişki koçuyum.

“TOPLUMUMUZDA ERKEĞİN DE ÜSTLENDİĞİ ROL HİÇ KOLAY DEĞİL”

Siz eğitimlerinizde bazı sorulara da cevap arıyorsunuz mesela, “Kadınlar ve erkekler neden eşit kabul edilmezler” ya da “Bireyin ve toplumun gelişimi için kadınlara pozitif ayrımcılık mı uygulanmalı?” Sizce?

Protest bir genç kız olarak çıktığım erkeklere boynumu eğmeyeceğim, hepimiz eşitiz söyleminden farklı bir yerdeyim şu an. Yıllar içinde gerek eğitimlerimde gerek deneyimlerimde gördüm ki eşit olmamız mümkün değil. Kadının da erkeğin de farklı kaliteleri var. Bu iki cins birbirini çok da güzel tamamlayabilir. Didişmek ve mücadele etmek yerine iş birliği yapmak ve birbirine karşı sevgi dili geliştirmek çok daha konforlu. Tango gibi birliktelik içinde yaşamda dans edebilmeyi öğrenmek. Toplumumuzda erkeğin de üstlendiği rol hiç kolay değil, bu başka kocaman bir dosya. Belki bir gün bu konu hakkında da konuşuruz.

Kadın olmak ve dişiliğinin farkında olmak farklı bir farkındalık mı gerektiriyor?

Değil aslında!

Dişiliğini farkında olmak ne demek?

İçimizde ve doğuştan var olan dişi özelliklerimizi yeniden hatırlamak. Bunun için özel bir çabaya gerek yok, merkezinde kalmak, rekabete girmeden, sevgi ve şefkat dolu olmak ve hissetmek dişilik dediğimiz şey. Bu da zaten her kadının yaratılışında var. Kendinizi sakin, dingin, merkezinizde hissediyorsanız dişi parçanızla buluşmuşsunuz demektir. Yapma, etme, koşturma, yetişme hali eril halimizdir, zaman zaman buna da ihtiyacımız var. Eril olmak sanıldığı kadar negatif bir şey değil, burası da derin ve geniş bir konu.

İçimizdeki tanrıçayla buluşmak nasıl bir deneyim?

Yaptığım “Kadın Çemberleri”ne katılan her kadın bir diğer kadına ilham olup rehberlik ediyor. Çember o kadar büyülü bir alan ki her bir kadının kendi deneyimi ve çembere katkısıyla yavaş yavaş tanrıçalar ortaya çıkıyor, bedeninin her halinden memnun, hissettiği her duygusunun arkasında zarafetle durabilen, kendine şefkat duyabilen kız kardeşlik çemberimiz tanrıçalar geçidine sahne oluyor. Anlatılmaz yaşanır bir deneyim, umarım bir gün siz de kız kardeşlik çemberimizi deneyimleme fırsatı bulursunuz.  

Bütün sorunlarımızın özü anne ile kurduğumuz ilişki mi? Peki ya babalar?

Baba ile olan ilişkide hayatımızda çok önemli bir yer tutuyor. Babalar kızların ilk aşkıdır, orada da başka başka dinamikler var. Hele coğrafyamızda bir de baba-oğul ilişkisi var ki… Baba sistemik bakış açısıyla yaşam gücümüzü, ticari ilişkilerimizi, iş ve otoriteyi temsil eder.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.