ÇAĞRI
2019 eylülünde Peru’ya gitmeden önce bu ülkeyle ilgili daha önce pek de bir şey bilmediğimi ve aslında başlangıçta biraz da direndiğimi itiraf etmek isterim. Zira ruh alanında bir büyüme potansiyeli varsa genelde ego orayı hep sabote eder. Öz’ün sesini duymak cesaret ister. Ben de kendi içimde o süreci, akışın getirdiği doğru işaretleri dinlemeye, anlamaya, yorumlamaya çalışarak aştım.
Nasıl aşmazdım ki?
Peru hayatıma çok önceden sızmaya başlamıştı aslında. Ben görmek istememişim…
2016 Temmuz’unda sonlandırdığım kurumsal hayatımda yaptığım son proje Peru’nun bir GSM operatörü için olmasına ve haftanın beş çalışma günü boyunca tüm dünyam bu iş olmasına rağmen ne Peru’ya gitme imkânım olmuştu o yıllarda ne de Peru’yu merak edip iki satır açıp okumuştum. Büyük bir Güney Amerika seyahati yapacak olan eşimin kuzenine fal bakarken Machu Picchu’yu ve Perulu şirin insanları tarif ettiğimde, kendimin de onları çok kısa bir süre içerisinde göreceğini bilememişim. 2019 nisan ayında bir çağrı aldık. İlk defa yapılacak bir spiritüel kadın zirvesine davet edilmiştik. Aslında dünyadaki tüm kadınlar çağrılmıştı ama sadece duyanlar çağrıya cevap verdi.
YOLCULUK
Evren, alınması gereken dersi, sınıfta kalan öğrencileri asla unutmadığından ve aslında hepsi çok önceden tasarlandığından yine yollar dağılıp kaldırılıp en olmayacak şekliyle önüme sunuldu. “Hayır,” diyemedim. Kendimi otuz saat sürecek bir uçak yolculuğunda buldum. Yanımda kız kardeşim… Haliyle yol çok zorlamadı. Ne de olsa tüm bu işleri başıma açan oydu ve bir şeyler kötü giderse suçlayacak birileri vardı yanımda. Halbuki seyahat öncesi hazırlık çok daha meşakkatliydi. Bütün kıtalardan şifacı büyükannelerin eşliğinde bazı çalışmalar yapılacaktı ve katılımcılardan da istenenler vardı.
Ülkenizden toprak, kül, su ve kuş tüyü getirin demişlerdi. Yanımızda sarı, kırmızı, mavi, beyaz elbiseler, etekler olsun istiyorlardı. Hatta pazar yerinde satabilmek ya da takas yapabilmek için el emeği göz nuru sanatsal parçalar da getirebilirsiniz denmişti. Bu haliyle her şey bana biraz da oyun gibi geliyor, tam olarak ne yapacağımızı bilmemenin rahatsızlığı da içimi kemiriyordu. Otuz ülkeden, beş yüz altmış kadınla ortak amacımızın, ülkelerimizden yanımızda getirdiğimiz dört temel elementi (ATEŞ, TOPRAK, SU, HAVA) şifacı büyükannelerin gözetiminde birleştirmek, dünyanın en yüksek hayrı için çalışmak olduğunu ancak ritüeller sırasında tam olarak anlayabilecektim.
Dört temel element ve Birlik
Ateş-Kırmızı: İyi niyetlerle yakılmış bir ateşin küllerini ülkemden, Peru’nun küçücük bir kasabasına taşıyacağımı düşündüğümde haliyle çok heyecanlanmış, günler öncesinden niyetlerimi düşünüp bir kâğıda yazmıştım. Daha sonra bunları annemlerin Silivri’deki yazlık evinin bahçesinde yakıp, annem ve oğullarımla küllerin birazını gökyüzüne savurmuş, birazını da bir kesede toplamıştım. Bunlar kendime ve dünyaya ait niyetlerimin yazıya dökülmüş, bu haliyle de gerçekliğin başka bir tezahürünü çoktan yaratmış kopyalarının külleriydi. Bütünle birleşecek ve gerçekten herkesin hayrına ise bu gerçeklikte yerini bulacaktı. Yine daha sonra anlayacaktım… Ateşin yakıcı, yaratıcı, dönüştürücü enerjisi hep bizimleydi.
Su-Mavi: Temiz bir akarsu, göl ya da denizden almamız gereken suyu, Yeşilköy’de denizden aldım. Martılar eşlik ediyordu içsel törenime. Su gibi akışkan, duru ve her an dönüştürücü olabilmekti niyetim. Peru’daki su gününde kadınlığın döngülerini kutsayacağımızı, Avustralyalı Aborjin büyükannenin aylardır çektiğim regl sancılarını elleriyle şifalandırıp kötü enerjiyi dağlara taşlara yollayacağını bilmiyordum henüz. Yağmur duası yapacağımızı, o yağmurun toprak gününde yağacağını bilmediğim gibi… Ülkemizin karşı karşıya olduğu kuraklığı her fırsatta yazıp, çizip, durmadan anlatacağımı bilmediğim gibi…
Toprak-Sarı: Yine annemlerin el emeği göz nuruyla oya oya işledikleri bahçelerinden, kimyasal içermeyen mis gibi sebzelerimizin arasından aldım bir tutam toprağı… Toprağın besleyiciliği, dönüştürücülüğü ve bağrına basışı… Kimi zaman ev, kimi zaman vatan, kimi zaman mezar oluşu aklımdaydı. İlk çakra, kök çakra, topraklanma enerjisi…
Harekete kökten başlayacağımı bilememişim… Peru’dan döner dönmez kendi çapımda başlattığım tarım hareketi…Kişisel devrimimi yazarak yapmaya başladığım sıralarda, kafamda yavaş yavaş şekillenen toplumsal bilinç çalışmalarının fitilini yakan element… TOPRAK ANA, PACHA MAMA, minnettarım, bu kadar güçlü çağırdığın, beni ve tüm insanlığı kalbinin tam ortasına bastığın için[1]…
Hava-Beyaz: Bir kuş tüyü istemişlerdi. Suyu aldığım gün sahilden onu da aldım. Benim hayatımda kuş tüylerinin, tüyden kalem metaforunun ne demek olduğunu bilenler nasıl heyecanlı olduğumu tahmin ederler.[2] Özgürce uçan martıların tüyü, bu dünyadan ilk ödünç aldığımız, ölürken de vermek zorunda olduğumuz o özgür NEFES’i ne de güzel çağrıştırıyordu. Güzellikler yaratmak için kullanabilecekken, bazen boşuna tükettiğimiz NEFES… Kendiliğinden gelip bizi bulduğunda içimizden bir nehir gibi akan NEFES… Diledim, hepsini diledim.
MENTORLAR
Peru’ya vardığımızda, daha ilk günden yoldaşlarımızın olacağını, yolu bizim için aydınlatmakla görevli CAN’lar olduğunu fark ettim. Koskocaman bir böcek odamda yatağın başında beni beklediğinde bile nedense normal tepkilerimi vermedim. Büyük ve eski bir ruh olduğunu bildiğim bu misafiri, müthiş bir sabırla yuvasına, toprağa ulaştırmak için çok uğraştık. Oysa hem kardeşimin hem de benim böceklerle aramız pek iyi değildir. Bu sefer haberci olarak yorumlamak gelmişti içimden onu. Tuhaf bir şekilde sınırlarım, yanlış inançlarım ve korkularım daha ilk günden katman katman soyulmaya başlamıştı. Ömrü boyunca sigara içmeyi dahi denememiş olan ben, rakımla baş edemeyen bedenim sayesinde zorlandıkça koka yaprakları[3] çiğnemeye başlamıştım bile.
Kutsal Dişi Zirvesi başlamadan yapmayı planladığımız San Pedro ritüeli[4] için bilgi vermek ve bizimle tanışmak için Pisac’taki ikinci gecemizde kaldığımız yere gelen genç şaman Miguel öyle güzel konuşmuştu ki o an onun da mentorlardan biri olduğunu anlamış ve yolu onunla yürümeye içsel olarak karar vermiştim. Halbuki öncesinde ne çok endişem vardı. Mesafeli ve tedirginlikle yaklaştığım bu ritüel için kalbimde hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şefkatte ve inançta konuşmuştu. O gece günlüğüme not aldıklarım aşağıda:
“Umuyorum her şey birliğin en yüksek hayrına ve benim kişisel alanımın büyümesine yardım edecek şekilde olur. Ve öyle de oldu.
Öz şefkat ve kabul, koşulsuz sevgide genişleme, kendini sevme, yaşama şükran ve katkı…”
Yazının sonraki bölümleri için lütfen tıklayın:
[1] HTHAYAT
[2] Zirve deneyimlerimden birinde koskocaman bir varlık kanatları arasından koparttığı tüyden bir kalemi avuçlarımın ortasına bırakıp, “Haydi yaz! Ne bekliyorsun daha? Yazmak için buradasın” demişti. O gün bugündür durmadan yazıyorum.
[3] Güney Amerika yerlileri neredeyse 3500 yıldan beri koka bitkisinin yapraklarını çiğniyor. Bu eski geleneğe bağlı kalan yetişkin Kızılderililer, kokain ihtiva eden kavrulmuş koka yapraklarının bulunduğu keseler taşır. Gün boyunca yorgunluk ve açlık hissini bastırmak için küçük miktarlarda koka yaprağı çiğnerler. (https://sinirbilim.org/koka-yapragi-kokain/)
[4] San Pedro (Wachuma): And Dağları’nda 2.000-3.000 metre arasında yetişen bir kaktüs türüdür. (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96zel:KitapKaynaklar%C4%B1/978-3-85502-570-1)
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.