10 yaşındaydım. Kastamonu’da yaşıyorduk. Bir gün evimizin kapısının zili çaldı ve bir koli dolusu kitap geldi. Babam kitapçıdan kitap almış ve bana yüzlerce kitap yollamıştı. İçinde Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabından tutun İnsanlık Suçu, Genç Kızlar, Jane Eyre ve Şahika’ya kadar yüzlerce klasik kitap vardı. Annem bir yandan kitapları salondaki kitaplığa özenle yerleştiriyor bir yandan da bizlere okumanın önemini anlatıyordu. Şubat ve yaz tatillerinde severek tüm kitapları okumaya başladım ve okuma alışkanlığım o yıllarda başladı.
Side’den tanıdığım yakın bir arkadaşım ile hafta sonunu geçirmek için Bodrum’daki evime gittik. Salondaki duvardaki boylu boyunca uzanan kitaplığıma baktı ve “Feza, her evinde büyük bir kitaplığın ve kitapların var. Ne güzel. Okudun mu bu kitapları?” dedi. Çoğunu okumuştum. Sadece kitapları okumak ile kalmamış, ayrıca senelerdir ütü yaparken, araba kullanırken, spor yaparken, yürürken, koşarken fırsat bulduğum her an kulaklığımı takıp sesli kitap dinlemiştim. Otuzlu yaşlarımın başında kendimi tanıma yolculuğuna başlamış ve kişisel gelişim kitaplarına merak sarmıştım. Arayış içindeydim. Kendimi arıyordum. Kim olduğumu keşfetmek ve gerçek kendimi yaşama geçirmek ve içimden gelen müziği çalarak dış dünyayı da seslendirmek istiyordum.
Arkadaşım kitaplığımdaki kitapları ayrı ayrı inceledi ve “Muhteşem kitapların var, kim bilir neler yazıyor bunların içinde ve sen de neler öğrendin?” dedi. Evet pek çok şey öğrenmiştim. “Sana öğrendiklerimi tek bir cümlede özetleyebilirim” dedim arkadaşıma. Meraklı gözlerle ve sabırsızlıkla bana baktı. O anda çok büyük bir sırrı öğrenmek üzere olduğunu hisseder gibiydi. “Kitapları okumadan ve bilgiyi yaşamıma geçirip, bilgelik haline dönüştürmeden önce kendime kızardım. Mesela öfkelendiğim zaman kızardım. Birisine kızdığım zaman kızardım. Öfkelenmemem, kızgın olmamam lazım derdim. Şimdi gene kızdığım ve öfkelendiğim oluyor ama kızgınlığıma ve öfkeli halime kızmıyorum. Tek fark bu oldu” dedim.
Arkadaşım ne dediğimi anlamıştı, gözlerimin içine sevgiyle baktı ve gülümsedi. Kendime verebileceğim en büyük hediyeyi vermiştim: Kabul hediyesini. Kendimi her halim ile olduğum gibi kabul edebiliyordum. Ne eksik ne fazla tam olduğum gibi, olduğum halim ile. Kendimi yargılamıyor, kimse ile karşılaştırmıyor, eleştirmiyor, aşağılamıyor, kızmıyordum. Hata yaptığıma inanan zihnin hikayelerine inanmıyor ve zihnimin her hata dediği şeyi, öğrenme ve büyüme deneyimi olarak algılıyor ve her birini fırsata çeviriyordum. Kendimi seviyor, sayıyor ve değer veriyordum.
“Ne büyük bir insan halidir koşulsuz sevgi ve kabul!”
Kendini seven, olduğu gibi tüm insan halleri ile kabul eden insan başkalarını da kabul eder ve değer verir. Onun için yanlış bir şey yoktur. Gölgeleri, karanlık noktaları dediği her halini olduğu gibi kabul eder ve izler. Yargılamaz. Ne kendine ne de diğerlerine saldırmaz. Sevecendir, yaşama, var olan her şeye şefkat ve anlayış ile yaklaşır.
Byron Katie aydınlanmadan önce de sonra da bulaşık yıkadığını, her iki durumda yaptığı iş aynı olmasına rağmen iki deneyiminin birbirinden çok farklı olduğunu söyler. Birinci deneyimde anda değil, zihninde bir yerlerde, hikâye içinde bulaşık yıkıyor, diğerinde ise anda yaptığı iş ile bütünleşmiş olarak bulaşık yıkıyor. Sonuç, yapılan iş aynı olmasına rağmen iki deneyim birbirinden çok farklı oluyor. “Bulaşık yıkamamam lazım. Ne zaman bitecek? Hep ben mi yıkayacağım? Yorgunum, bıktım bulaşık yıkamaktan” gibi o anda olanı kabul etmeyip, saldıran düşüncelerine inanan insan kendinden uzaklaşır. Aynen öfkelenen bir insanın öfkesine saldırması gibi. O anda ne oluyorsa ihtiyacımız olandır. Bulaşık yıkıyorsak bulaşık yıkamaya, öfkeleniyorsak öfkelenmeye, ağlıyorsak ağlamaya, gülüyorsak gülmeye ihtiyacımız vardır çünkü olan odur. Olan ihtiyacımız olandır ve içinde hata aranmamalıdır. Olana direnmemek ve olduğu gibi kabul etmek bizi özümüze bağlar. Özüne bağlı olan insan ise doğum hakkı olan huzur ve neşede kalır.
Kendime tüm duygularımı ve insan hallerimi deneyimlemeye izin veriyorum. Olumlu veya olumsuz diye etiketlediğim tüm duyguları yaşamaya açığım ve dört gözle bekliyorum. Çünkü benim işim insan olmaya ve yaşama evet demek, yaşamı ve yaşamın bir parçası olan kendimi olduğum gibi kabul etmek ve şefkat ile kucaklamaktır. Değiştirmek istediğim bir yönüm olursa da sevgiden ve kabulden ayrılmadan harekete geçmek ve düşünce ve davranışımı şefkat ve anlayış ile değiştirmek. Benim işim olanı olduğu gibi kabul etmek ve sevmektir.
Sevgi ile…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.