Felsefe

İnsanlığa, suçların sanatını öğreten düşünür: Machiavelli

Dünyanın ana probleminin güç ve iktidarın kimin elinde olacağı yarışından ibaret olduğunu aleni bir şekilde beyan eden bu ilginç Rönesans düşünürü, kanaatinden adı kadar emin olmuş olmalı ki Prens adlı kitabı hala günümüz liderleri tarafından bile okunur durumda. Her ne kadar dönemin darmadağınık İtalya’sının yeniden nasıl birleşebileceğini idrak ettirmek için mevcut prense ithafen yazılmış olsa da bu ilginç kitap bugünün politik gündemini kavrayabilmek için bile okumaya değer bir niteliktedir.

Machiavelli, tüm insan ilişkilerinin güç ilişkilerinden ibaret, devletin ise insan yapımı yapay bir şey olduğunu vurgulayan bu eser ile neyi demek istiyor?

Yasaların doğaları gereği tözsel bir iyiyi veya erdemi taşıyan ilkeler olmaktan ziyade insan isteklerini dizginleyen, onları belirli davranışa yönelten insan yapımı şeyler olduklarını dolayısıyla da yasalardan kafalarımızdaki yüceye yakın idealleri beklemenin tam bir saçmalık olduğunu savunuyor. Düşünce edimini bu yönde belirleyen bir düşünür olan Machiavelli, “İnsan özünde nasıl bir canlıdır?” sorusunu irdeleyip en realist yaklaşımla cevaplayınca vaktiyle epey bir can sıkmıştır. (Böyle yaparak yanlışlıkla bugün bildiğimiz Realizm akımının kurucusu da olacak ama henüz çaktırmayınJ)

Tarihte yaşanan olaylar ve savaşların Machiavelli tarafından incelenmesi ışığında yazılan Prens kitabı, insan doğasını ve ahlak kavramlarını farklı bir bakış açısıyla analiz ediyor. Machiavelli’ye göre gücün elde edilmesi ve kullanımı siyasi faaliyetin temel uğraşısı. Bu sebepten ötürü, uluslararası politika içindeki her şey güç ile elde ediliyor ve bu durum “güç politikası”olarak tanımlanıyor: Diğer yandan devletin çıkarlarının korunması için uluslararası rekabet, çatışma ve savaşın daimî olarak kendini tekrar ettiği bir arena vardır. Altta yatan bu pathos (tutku) yani insanın güç istenci, onu daima huzursuzluk çıkarmaya doğru yönlendirir. Uluslararası arenanın anarşik olduğuna inanan Machiavelli’ye göre bu anarşik düzen içerisinde kendi varlığını korumak isteyen devlet için güç her şeyden önemli.

Dünyayı bu türden bir realizmle ele alan bu adam, teorisini en basit haliyle şu manifesto üzerine inşa ediyor:

1. Uluslararası politika evrensel ve nesnel kurallarla yönetilir. Bu kuralların kaynağı insan doğasıdır. İnsan doğası ise idealist veya liberallerin söylediği kadar iyi değildir. Aksine, insanlar bencil ve çıkarlarını takip eden varlıklardır.

2.Ulusal çıkarlar güç bakış açısıyla tanımlanmalıdır. Devletlerin amacı güçlerini artırmaktır. Bu yüzden eylemleri bu bağlamda değerlendirilmelidir.

3.İktidar açısından, çıkarlar sabittir ve değişmez ancak çıkarın içeriği ve çıkarın ortaya çıkması için uygulanması gereken politikalar zaman içinde bulunduğu kültürel çevreye göre değişebilir.

4. Ahlaki ve etik değerlerin uluslararası politika üzerinde hiçbir etkisi yoktur.

5.Uluslararası politika, ekonomi ve hukuk gibi alanlardan farklılık gösteren özerk bir alandır. Temel asıl olan devletlerin askeri-politik gücü ve çıkarlarıdır. 

6.Uluslararası politikayı şekillendiren başlıca aktörler ulus devletlerdir.

Machiavelli, realist kuramında bu olguları sayıp dökerken mevcut olan politika mekanizmasına uygun bir hedef seçme, yani insan doğasının kötü, çıkarcı, bencil ve şan-şeref-zenginlik adına eylemde bulunan bir canlı olduğunu ve politikayı da yönlendirenin bu amaçlardan başka bir şey olmadığını o yüzden merkeze almamız gereken politika kavrayışının da bu olması gerektiği önerisinde bulunuyor. O, “sosyal eylem standartlarını bilinçli olarak alçaltır.” Machiavelli’nin standartları alçaltmasındaki kasıt, bu alçaltılan standartlara uygun olarak kurulan planın gerçekleşme olasılığını yükseltmektir. Böylece şansa bağlılık azalır, şans fethedilir. Machiavelli’ye göre insanlar ancak şansını ve talihini dizginleme ve böylece amaçlarına ulaşma yeteneğine sahip olmalıdır. Dolayısıyla insanlar, Machiavelli’nin klasik anlayışta gördüğü gibi, gerçekleşmesi imkânsız olan idealleştirilmiş ahlaksal ve politik hedefler peşinde koşarak, mevcut duruma uymayan eylemlerde bulunarak bunu gerçekleştiremezler. Machiavelli insanın erdem mitine salladığı bu tekmeyi ise adeta “bana inanmıyorsanız tarihin tekerrürüne bakın” diyerek, pekiştiriyor. Başlığa da taşımış olduğum gibi Machiavelli’den önce hiçbir düşünür, bu suçların sanatını öğretme işini bu derece direkt olarak üstlenmemiş. Onun bu düşüncelerini başka bir zihinle anlamaya gayret ettiğimde Machiavelli’yi haklı ya da haksız olarak değil, daha ziyade şu şekilde değerlendirmekte fayda görüyorum: Bana göre Machiavelli hiçbir zaman siyasal eylemleri suçlayıp övmüyor. Tıpkı bir doktorun belli bir hastalığın belirtilerini betimlediği gibi, siyasal olaylara yalnızca betimsel bir çözümlemesini yapıyor. Machiavelli siyasal eylemleri, bir kimyagerin kimyasal tepkileri incelediği biçimde inceliyor ve akli bir sonuca bağlıyor. O tüm bunlara bir bilim insanının serinkanlılığı ve yansızlığı ile bakıp kendi siyasal reçetelerini veriyor. Bu reçetenin kimler tarafından kullanılacağı ya da kötü amaçlarla kullanılıp kullanılmayacağı onu hiç ilgilenmiyor. İnsan doğasını büyük erdemler beklemek için kusurlu bulan bu adam adeta “madem insan bu gelin bari yönümüzü direkt olarak buna çevirelim, bu işi hiç üzeri kapalı yapmayalım” diyor.

“Çünkü insanlar hakkında genelde şu söylenebilir: Nankör, değişken, içten pazarlıklı, korkak ve çıkarcıdırlar onlar iyilik ettiğin sürece hepsi seninledir, gerekmedikçe kanlarını, mallarını, canlarını ve çocuklarını sana sunarlar ama bir gerekmeye görsün hepsi senden yüz çevirirler.”

İnsandaki karanlık yanı açıkça konuşma konusunda hayli cömert olan Machiavelli, korkulmaktan çok sevilmek mi yoksa sevilmekten çok korkulmak mı önemlidir sorunun üzerine yaptığı açıklamalarda insan doğasını şöyle açıklıyor: “Çünkü insanlar hakkında genelde şu söylenebilir: Nankör, değişken, içten pazarlıklı, korkak ve çıkarcıdırlar onlar iyilik ettiğin sürece hepsi seninledir, gerekmedikçe kanlarını, mallarını, canlarını ve çocuklarını sana sunarlar ama bir gerekmeye görsün hepsi senden yüz çevirirler” (Machiavelli, Prens, s.106).

Bunun yanı sıra Machiavelli insan doğasının iyi olmadığı üzerine atıflarına yine Prens kitabında şöyle devam ediyor: “Eğer insanların tümü iyi kimseler olsalardı yerilesi bir öğüt olurdu bu; ama nasıl ki tümü de küçük adamlardır ve sana verdikleri sözleri tutmazlar, senin de onlara verdiğin sözü tutman gerekmez” (Machiavelli, Prens, s.110).

Egemene verdiği tavsiyede, insanların sözlerini tutamayacaklarını çünkü insanların da büyükçe davranamayacaklarını onların sözlerine güveninin ise gücünü kaybedeceğini dile getiriyor.

“Tarihin tekerrüründen bizi ancak bunun kabulü çıkarır.”

Prens’e tavsiyeler niteliğinde yazdığı bu söylemler sayesinde Machiavelli realizm akımının babası olarak biliniyor. İnsanlar üzerinde siyasi egemenliğin nasıl kurulacağını insanın doğasını irdeleyerek başlayan bu sivri dilli adam o güne kadar insanın tanımının hiç de bu derece negatif ele alınmadığı yönlerini bir çırpıda dile getiriyor. Onun kitapta “prens” olarak kodladığı şey aslında o dönemin yönetim şekli olarak monarşiyi refere ediyor olsa da bugün biz Machiavelli’den ne öğrenebiliriz diye düşündüğümüzde prens kelimesini güç ya da iktidar olarak okuyabiliyoruz. O halde dünyadaki en temel mesele gücün elde edilmesi ve onun mutlak bir biçimde korunmasıyla ilgili. Siyasetin de amacı budur. Bana göre Machiavelli klasik tarzdaki Platoncu İdeler anlayışını reddederek olması gerekenden değil, olandan bahsetmemiz gerektiğini söyleyip “Hadi kardeşim ya!” diyerek belli bir anlamda paradigmayı kırmıştır. Onun tasarısına göre de bu idealist yaklaşımları bir kenara bırakıp insan nedir diye irdelediğimizde karşımıza çıkan tablo hiç de iç açıcı değildir.

İnsanın tutkularının yaradılışından beri hiç değişmediğini var sayan Machiavelli, tarihin tekerrüründen ancak bunu kabulünün çıkacağını dile getiriyor. Ona göre her şeyi belirleyen siyaseti ahlak ve din belirleyemez. Bu iki durumda sadece siyasetin elindeki araçlarından birisidir. Onun bu savı ise yöneticiden ahlak ve erdem beklemek gibi ütopyaların beklenmeyeceği sonucuna çıkıyor. Ona göre iktidarı elde tutmak tüm bu güzel idealinden ayrı teknik bir beceridir. Bunca ondan bahsettikten sonra o halde sorular şunlar mıdır dersiniz?

Günümüzde siyaset Makyavelizm’e benzemekte midir?

Dünya arenasındaki siyasetçilere baktığımızda etik ve erdemi onlar üzerinden idealize edebilir miyiz?

Bırakalım siyaseti siyasetçiyi normal düz insan da Makyavelist bir yapıda değil midir?

E şimdi bu adam haksız mıdır?


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.