Sevme Sanatı
İlişkiler

Sevme Sanatı

Erich Fromm’un 1956 tarihli başyapıtının adını verdim bugünkü yazıma. Ustaya selam göndermek, ruhunu onurlandırmak niyetindeyim. Eminim ki benim gibi milyonların, başucu kitaplarından biridir bu değerli eser. Eğer hala okumayanlardansanız şiddetle tavsiye ediyorum. İncecik, okuması kolay, anlaması daha doğrusu idrak haline sokması zor bir eser.  Pekâlâ bizim yolumuz da buraya doğru.

Yazıldığı yüzyıl, içindeki hakikat bilgisini asla sınırlandırmıyor. Öyle evrensel bir eser. Çok az esere nasip olur bu dediklerime nail olabilmek. Bu yüzden kıymetli, bu yüzden hakkında yazılar yazılası. Eminim ki yüzlerce yazı, araştırma ve tez konusu olmuştur bu kitap. Ben ise burada kendini çoktan kanıtlamış bu esere methiyeler düzmek yerine adından ilhamla, sevme eyleminin neden bir sanat olduğunu anlatmaya çalışacağım. Aslında tam olarak eylem demek de doğru mu emin olamıyorum. Çünkü önce sevginin ne demek olduğunu anlamak gerekiyor. “Sevmeyi bilmek” diye bir şey var benim belleğimde. Demek ki uğruna uzun uzun mesai harcadığım bir kavram.

Gelin birlikte araştırmaya devam edelim. Dilbilimden kalp bilime doğru ilerleyen bir yolda derdimi anlatmaya çalışayım ben yine.

TDK’ya göre;

Sevgi: (isim) İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu

Sevmek: Sevgi ve bağlılık duymak               

Bunları okuyunca insan, Fromm’un da daha kitabın en başındaki ilk önermesinde sunduğu ve çoğu insanın inandığı haliyle, “sevgi” ve “sevmek” kelimelerini talihimiz yaver giderse kapılacağımız bir duygu olarak tanımlıyor. Oysa ki hem Fromm hem de ben ve birçok sanat eseri, sevmenin sanat olduğunu söylüyoruz. Bunun için elimizde bilgi, deneyim ve yaratımlar var.

Ne demek istiyorum?

Sevilmeye odaklanmış günümüz toplumunun sevmenin emek ve bilgi isteyen, adeta sanat gibi ince ince işlendiğinde meyvelerini veren bir oluş hali olduğunu anlayamamış olması hassas kalpleri derinden yaralıyor. Yine de sevmeyi öğrenmiş olanlarımız onlar. Ne yaparsak yapalım sevmeye devam ediyorlar. Sayısız defa kalbi kırılmasına rağmen içinde büyüttüğü yoğun sevginin hayatı nasıl da zenginleştirip çoğalttığına şahitlik etmiş ruhlar beni anlarlar. Bu nedenle kendimde deneyim fırsatı bulduğum ve toplumu gözlem vesilesiyle elde ettiğim birtakım tutarlı tespitleri bütüne katkısı olacağı ümidimle buradan paylaşmak istiyorum. Kısa kısa tespitlerimi sıralayarak üstünde düşünülecek bir liste oluşturmak niyetindeyim:

  • Sevgi, aktarılacak bir nesne bulunmasıyla oluşmaz, kişinin kendi geliştirdiği yetiler sayesinde gördüğü, ilişki kurduğu her şeyden kendisine yansır. Bu yüzden “kendisini seven herkesi sever” diyorlar ya gurular…
  • Sevgi konusunda, inanılanın aksine öğrenilecek çok şey vardır ve bu öğrenim insanın insan olma yolculuğu içerisinde değişip, gelişir. Erdemli davranışları içselleştiren ruhlar bu konuda daha hızlı ilerlerler. Çünkü her sanat gibi sevmek de önce kuramı anlamak sonra da uygulama yapmakla derinleşir.
  • Sevmeyi öğrenmek için sevmek için emek verilmesi gerekir. Her insanın sevgi dili o kadar farklıdır ki! İlişkilerimizde, önce yakınlık kurmak istediğimiz insanları iyi tanımamız, kendi değer sistemimizle örtüşmeyen yanlarını iyi analiz etmemiz gerekir. Yoksa emek vereceğimiz ilişkileri doğru seçemeyebiliriz. Bu insanları da severiz elbet ama oluşun en yüksek hali olan “bir” olma haline geçmek oldukça zorlayıcı olur. Bu nedenden ötürü kendimce küçük bir uyarı koydum buraya! Değerlendirmek herkesin kendi inisiyatifinde.
  • “Sevmenin de hesabı kitabı mı olur, o bir anda olur” diyenleri duyuyorum. Tam da buraya dikkati çekerek, sevginin insanın kendi kutsallığına yaptığı bir iç yatırım olduğunu hatırlatmak istiyorum. Geçici arzu ve duygular denizinde, sevmek o kadar üstte kalan ilahi bir oluş halidir ki, diğer kavramlarla karıştırmayı kendi adıma pek de uygun bulmuyorum. Ama tabii herkesin kendi yaşam deneyimine sonsuz saygım var. Belki benim perspektifim de bu şekilde deneyime girmemiş ruhlar için bir esenlik ve ümit vadeder.
  • Sevginin kendisi olabilmiş bir ruh, olaylar ve kişiler karşısında yargılayıcı bir tavırdan uzak, kabullenici bir tavırla bulunabildiğinden ve varoluşun her aşamasına saygı duyabildiğinden o kişinin içerisinde çatışmalar, karşılaştırmalar ya da çelişkiler oluşmaz. O kişi sadece sever ve olanı olduğu haliyle kabul eder. Kulağa çok zor geliyor değil mi? Haklısınız. Uygulaması zor olmakla birlikte, tüm bunlar Yunus Emre’nin şu sözünü hemen aklımıza getirdi:

“Yaratılanı severim, yaradandan ötürü.”

Buradaki gizli anlam işin sırrına varmış bilgelerde çoktan açığa çıkmıştır eminim. O yüzden tüm yatırımımızı (biraz bencilce algılanabilir ama zamanı gelince bunun da tam olarak ne demek olduğunu detaylarıyla yazmaya niyet ediyorum) önce kendi varlığımızı sevmeye ve onurlandırmaya, sonrasında da tüm hataları ve sevaplarıyla sevmeyi başardığımız kendi naçiz varlığımızın tekâmül yolculuğunda, bütün yaratılmışları sevmeye odaklayalım. Belki böylece sevme sanatında ustalığa doğru ilerleyen azimli çıraklar olabilir, Erich Fromm’u yattığı yerde huzurla uyutabiliriz.

Ne dersiniz?

Tüm sevgimle,

Yaşam ustalarına selam olsun.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

nihan-uycan-ozen_
Yazar, sosyal girişimci…”Her yeni adımla kendine biraz daha yaklaşmış, yapmak istediklerini keşfetme yolunda ilerleyen bir ruh. Toplumda sosyal fayda yaratımını @kopruproject ile destekliyor.