İngiliz filozof Thomas Hobbes, bir siyaset filozofu olarak tanınmasına rağmen aslında tarih, geometri, etik gibi pek çok alanla ilgili eserler vermiştir. Onu günümüze kadar taşıyan en önemli eseri ise Leviathan adlı yapıtıdır. Yaşamı süresince bir siyasi bir de kültürel olmak üzere iki farklı devrim yaşayan Hobbes, bu değişimlerin ışığı altında “devlet” gibi güncel hayatımızdaki daimî varlığından ötürü mahiyetini pek de düşünmeyerek onu olgusallaştırdığımız bir kavramı, devletin neden var olduğunu, niteliklerini, bilinçdışı karşılıklarını, sosyolojiye etkilerini çok değişik bir benzetme ile kitaplaştırmıştır. (Leviathan; Tevrat ve İncil’de kötülüğü temsil eden bir su canavarının adı olarak geçmektedir.) Leviathan, düşünce dünyamıza Hobbes’un mutlak güç ve yetkilere sahip egemen bir devleti ifade etmek üzere kullanmasıyla kavramsallaşır.
Thomas Hobbes Leviathan’ı Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti isimli kitabında şöyle açıklar:
“Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir. İnsanlar (toplumda yaşayan) birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu devlet ya da Latince civitas olarak adlandırılır. İşte bu durum büyük Leviathan’ın doğması demektir.”
Leviathan’ın Doğuşu: Hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak devlet
Hiç aklınıza devletsiz bir toplum olup olamayacağı düşüncesini getirdiniz mi? Ya da soruyu şöyle değiştirecek olsaydım, devlet olmaksızın birey ve toplum var olabilir miydi? Daha doğrusu devletsiz bir toplumda “kaos” olmaksızın “düzen” içinde yaşamak mümkün olabilir mi? Galiba hayır!
Devlete ihtiyacımız var çünkü insanların mal ve can varlıklarını korunmaya ihtiyacı var. Peki ama kimden? Elbette ki birbirimizden.
Doğası gereği politik ve toplumsal bir varlık olmayan insanı bir arada belli bir sulh içinde yaşatmanın tek yolu onun özgürlük sınırlarına belli yaptırımlar koymaktan geçiyor.
Eğer bireyler olarak biz bilerek ve isteyerek özgürlüklerimizin önemli bir kısmını devlet dediğimiz yapıya teslim etmez de kendi doğa dururumuzda yaşarsak tıpkı hayvanların dünyasındaki hâkim olan yasa başımıza gelir, yani güçlünün güçsüzü yok ettiği çetin bir savaş. Yani fiziksel olarak güçlü olanın yaşam hakkını haklı da sayılarak devam ettirdiği bir yaşam.
Sosyal bilimlerin “doğa durumu” olarak adlandırdığı hal.
Sistemin yasa ve ahlakla korunmadığı yerde mutlak hedefin kendi yaşam hakkını korumak ve kendi arzularına direkt olarak erişme hakkını kendinde bulmak. Böyle bir durumda ortaya çıkacak olan kaos ortamı hiçbirimiz için yaşanabilir bir dünya vaad etmiyor çünkü herkesin arzularına ulaşma konusunda eşit olduğu bir yerde bizi birbirimizden kimse koruyamaz. Doğamıza uygun olmadığı için ruhsal sıkıntılarımızın çoğunu oluşturan medeniyetin kurulma amacı bu esasa dayanır. Üzerinde uzlaştığımız medeniyet gerçek doğamıza baskı yapar ama onun olmadığı yerde de insan var olamaz.
Yapabileceğimiz en akıllı şey yaşayabilmek için haklarımızın bir kısmından feragat ederek onları devlet dediğimiz mekanizmaya vermek olur ama sonrasında olanlar da pek iç açıcı şeyler olmaz. Nasıl mı?
Hak ve özgürlükleri ihlal eden bir kurum olarak devlet
Öncelikli hedef olarak insanların hak ve özgürlüklerini korumak için oluşturulan devlet (Leviathan) zamanla büyür. Bireyi korumak için oluşturulmuş olan devlet, birey üzerinde tiranlık kurmaya başlar. Güya “iyiliksever devleti” temsil eden krallar, imparatorlar, sultanlar, başbakanların baskı ve zulmü altında insanlar ezilir. Yaşam hakkı, özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı giderek hiçe sayılır. Her sistemde olduğu gibi gücü eline geçirenler despot hale gelir. Her şeyin başı olan ekonominin gelişmesine paralel olarak devlet faaliyetleri de genişler. Faaliyetleri genişledikçe harcamaları artar. Harcamaları arttıkça daha fazla vergilemek zorunda kalınır. Bu da yetmez, her devlet birbirine sınırsız ve sorumsuzca borçlanmaya başlar. Para basılır. Para basma yetkisini kötüye kullanılmaya başlar. Bu durum ekonomilerimizi hastalandırır. Her devlette israf ve savurganlık baş gösterir ve zamanla Devlet, asıl varlık nedenini unutur (tanıdık geldi mi?). Ve devlet, sosyal faydasından çok sosyal maliyeti olan bir kurum olmaya başlar. Jacques Rousseau’nun gözü pek bir biçimde dile getirdiği gibi:
“Devlet büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçüldü.”
Peki ama çözüm ne?
Leviathan’a gem vurmak: Özgür bir toplum için sınırlı bir devlete doğru
Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın umduğunu bulamayan her bireyin en az kendisine bir kez sormuş olduğu devlet gerekli midir sorusu yapısı itibariyle geçersiz bir sorudur. Tüm bu anlattıklarım göz önüne alındığında belki de esas soru “devlet gerekli midir?” değil, “devlet, ne kadar gereklidir” olmalıdır. Devletin ortaya çıkış amacının toplumun güvenliğini sağlama ve muhafaza etmek olmasına rağmen, onun sahip olduğu gücü kötüye kullanmaya eğilimli bir kurum olduğuna tarihin hemen her sayfasında şahit olunmuş bir gerçektir. Bunun neden böyle olageldiği ise Hobbs tarafından Leviathan eserinde oldukça açık bir biçimde izah edilir. Kitaba vakıf olmayan okurlar için kısaca içerik açıklaması yapmak gerekirse Leviathan’ı şu şekilde özetlemem mümkün:
Leviathan eseri toplamda dört ana kısım ve 47 alt bölümden oluşur. Hobbes ilk kısımda insan doğasını ele alan Hoobs, din ve doğa ile alakalı konularda benimsediği fikirleri anlatır. Birinci kısımda algı, konuşma, akıl, bilim, değerler, erdemler gibi konuları esası oluşturur. Doğa durumundaki insanı, doğa yasalarını ve toplumsal sözleşmeyi de ayrıntılı bir şekilde ele alınır. Başlığı “Devlet Üzerine” olan ikinci kısımda ise devletin oluşturulması, varlık nedenleri, egemen gücün nitelikleri ve hakları, kamusal kuruluşlar, kamu görevlileri, devlet biçimleri gibi konuları açıklamaktadır. Eserin “Hıristiyan Bir Devlet Üzerine” başlıklı üçüncü kısmında, evrensel bir kilisenin var olabilmesinin neden mümkün olmadığını incelenir. “Karanlık Krallığın Üzerine” başlık dördüncü kısımda ise Hobbes, Roma hukuku izah edilir.
Hobbes Leviathan eserinde, devleti sözleşme ile oluşturulan yapay bir insan gibi görürken, egemenliği ona canlılık ve hareket kazandıran yapay bir ruha benzetmekte, kamu görevlilerini (yargıçlar ve diğer yargı/yürütme görevlileri) ise ona hareket kazandıran yapay eklemler olarak betimlemektedir. Hobbes’un bir doğal gövdedeki sinirlere benzettiği ödül ve cezalar ise her eklem ve organa, bu durumda kamu görevlilerine, kendi görevini yaptıran yapay sinirler olarak betimlenir. Dolayısıyla Hobbes’un Leviathan eseri üzerinden ortaya koyduğu devlet anlayışını çalışmak bir yandan devlet, egemenlik, meşruiyet, iktidar, otorite gibi kavramlar üzerinde durmayı gerektirirken diğer yandan yönetim bilimine ilişkin kamusal kuruluşlar, kamu görevlileri, yetki, sorumluluk, tavsiye, danışmanlık gibi kavramlar üzerine bir okumayı da gerektirir. Diğer bir deyişle Hobbes’un devlet anlayışı üzerine çalışmak, hem “olma” hem de “yapma” boyutlarıyla eserde devletin oluşumunun ve işleyişinin temel ilkeleri üzerinde durmak anlamına gelir.
Toplumsal sözleşme kuramcıları arasında sayılan Hobbes’a göre insanlarda yalnızca ölüm ile biten bir kudret arzusu vardır. İnsanlardaki bu arzunun nedeni ise mevcut imkânların daha fazla şey elde etmeksizin güvence altına alınamayacağı düşüncesidir. Bu durum insanlar arasında, düşmanlığa ve savaşa neden olur (Hobbes’a göre insanlar doğuştan eşittir). Bir insan, diğerinden bedenen ya da zihnen üstünmüş gibi görünse de zayıf olduğu düşünülen her insan çeşitli yollarla, güçlü olduğu düşünüleni öldürmeye yetecek kadar güce sahiptir. İnsanlar arasındaki bu eşitlik durumundan güvensizliğin doğduğunu ifade eden Hobbes, anılan güvensizlik durumunun ise insanları savaş durumuna soktuğunu ifade eder.
Barışın sağlanması için insanlığın çalışması
İnsan doğasında üç temel kavga nedeni olduğunu ileri süren Hobbes, bunlardan ikincisi olarak saydığı güvensizliğin insanı, güvenliğini sağlaması ve kendisini koruması için şiddet kullanmaya ittiğinin altını çizer. Devletin var olmadığı durumda, diğer bir deyişle doğa durumunda, insanların tamamını kontrol altında tutabilecek bir güç olmaması nedeniyle, herkesin herkese karşı daimî bir savaş durumu içerisinde yaşadığını belirten Hobbes, anılan savaş durumunda adalete aykırı hiçbir şeyin bulunmadığını ileri sürer. Hobbes’a göre doğa durumunda herkes yargıç olduğu için, suçlamaya ya da cezaya yer bulunmamaktadır.
Onun ortaya koyduğu anlayışa göre akıl, insanların ölüm korkusu ile yaşadıkları bu savaş durumdan kurtulabilmeleri için üzerinde mutabık kalabilecekleri doğa yasaları olarak adlandırılan barış şartlarını sunmakta ve teşvik etmektedir. Bu bakımdan doğa yasası, insan aklı ile bulunan ve insanların güvenlik/korunma ihtiyacını olumsuz şekilde etkileyen şeyleri yapmasına yasak getiren genel ilkedir. Bu bağlamda Hobbes, insan aklı ile keşfedilen doğa yasalarının ilki olarak, barışın sağlanması için insanların uğraş vermesi gerekliliği ilkesini ortaya koymaktadır. Ancak Hobbes’a göre anılan doğa yasasının, insanların sahip olduğu doğal hak kavramını kısıtlayıcı bir yanı bulunmaktadır çünkü doğal hak, insanların güvenliğini sağlamak ve korunmak için her yola başvurabileceğini onaylayan bir hak anlayışıdır. Doğa yasası ile ilişkili olarak ortaya koyduğu ikinci doğa yasası ise bireyin, her şey üzerindeki doğal hakkını diğer bireyler ile eş değer şekilde bırakması anlamına gelmektedir. İkinci doğa yasası olarak sayılan bu hak bırakmanın, ya o haktan feragat etme/vazgeçme ya da o hakkı başka birine devretme şeklinde gerçekleşebileceğini belirten Hobbes, iki yoldan herhangi biriyle bırakılan hakkın, bırakıldığı kimselerce yararlanılmasına/kullanılmasına, hakkı bırakan kişice engel olmama yükümlülüğü olması gerektiğini şart koşar. Öte yandan Hobbes, bütün hakların bırakılabilir/devredilebilir olmadığını da ileri sürmektedir. Ona göre hak bırakmak, özü itibari ile kişinin faydasına olmalıdır. Bu nedenle kişinin hak bırakması/devretmesi, kendi güvenliğini olumsuz etkilemeyecek şekilde gerçekleşmelidir. Bu noktada Hobbes’a göre insanların karşılıklı olarak hak devretmesine, sözleşme denmektedir. Ancak doğa durumunda yapılan ve kişilerin birbirine karşılıklı güvenine dayanan sözleşmeler, doğa durumunda tarafların üzerinde zorlayıcı bir güç olmaması nedeniyle taraflardan birinin makul şüphesi üzerine kolayca geçersiz sayılabilir. Devletin var olması durumunda ise, taraflar üzerinde zorlayıcı bir güç (devlet) olması nedeniyle o sözleşme geçerliliğini korur ve sözleşme tarafları sözleşmeye uymak durumundadırlar. Bir insanın, kendi güvenliğini tehlikeye atan ya da güvenliği tehlikeye girdiğinde kendisini savunmamasını şart koşan hiçbir sözleşme, hiçbir durumda geçerli olamaz.
Hobbes doğa yasaları içerisinde, insanların yaptıkları sözleşmelere sadık kalması gerekliliğini üçüncü doğa yasası olarak ortaya koymaktadır. Ona göre insanların sözleşmelere sadık kalmamaları durumunda, herkesin her şey üzerinde sahip olduğu doğal hak devam edecek ve insanlık savaş durumundan çıkamayacaktır. Bu bakımdan doğa durumunda yaşayan insanlar, sözleşmenin yerine getirileceğinden ve ona uyulacağından emin olamayacakları için ancak insanları sözleşmeye uygun hareket etmeye zorlayacak bir devletin kurulması ile birlikte sözleşmelerin geçerliliğinden söz edilebilmektedir. Kılıç gücü olmadığında, diğer bir deyişle insanlar üzerinde güç/zor kullanabilen bir devletin var olmadığı durumlarda, ne doğa yasalarının ne sözleşmelerin ne de insanların güvence altında olduğunu ifade eden Hobbes, anılan durumun insanları sonuçları oldukça yıkıcı olan savaş durumundan kurtaramayacağını ifade etmektedir. Leviathan’a göre, insanların hayatları boyunca sahip olmayı arzuladıkları güvenlik olgusu, devlet olmaksızın var olamaz.
Devleti, insanlar arasında gerçekleştirilen ve herkesin doğal hakkını (kendi güvenliğini sağlamak amacıyla, istediği zaman şiddet kullanabilme özgürlüğünü) kendi arzusu ile sınırlandıran sözleşme kavramı üzerinden açıklayan Hobbes, ortak barış ve güvenliğin yalnızca hak devri sonucu oluşturulan bu devlet vasıtasıyla sağlanabileceğine inanır. Devletin hangi şartta olursa olsun, yokluğu kadar zararlı olamayacağını ileri süren Hobbes egemeni, ona tabi olan diğer insanların üzerinde konumlandırmakta ve bu yolla devleti, toplumdan üstün görmektedir. Dünya genelinde artan popülizm ve giderek tüm devletlerin daha baskıcı politikalarla toplumları kontrol altında tutmaya çalıştığını göz önüne alırsak, babaannemin değişiyle durumumuz yukarı tükürsek sakal aşağı tükürsek bıyık şeklinde açıklanabilir. Yani umutsuz bir aşk gibi ne devletle ne de devletsiz var olmamız pek mümkün görünmüyor. Kalalım sağlıcakla.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.