galaxy-g51e0b26a6_1920-mod
Farkındalık

Biz hepimiz bir kürenin içinde miyiz?

Meditasyondayız.

Daha doğrusu zihinden kalbe giden o en uzun yolu aşmak için meditatif hale gelme niyetindeyiz.

“Ömrümün en uzun

Ömrümün en kısa

Ömrümün en çocuk

Ömrümün en ihtiyar yolu” diyor ya Yılmaz Erdoğan o şiirde.

Tıpkı onun gibi…

Bir slayt gösterisi gibi fotoğraflar geçiyor zihin gözümün önünden.

İlk kare Bodrum Torba koyu… Nicedir gitmedim aslında ama nasıl severdim küçükken.

“Neden bu kare diye soruyorum?” içimden.

İkinci kare açılıyor. Anneannem ve arkadaşları ile Torba’dayız. Ben büyüklerle büyüdüm, alışığım, onları tatlı tatlı dinlerim, kendimi oyalarım falan ama sıkılırım da bazen.

Ama o Torba gününde harika bir şey oluyor. Bülent abi ve Payam bizim olduğumuz yere, Dali Restoran’a geliyorlar.

Nasıl seviniyorum. Ama nasıl seviniyorum! Arkadaşım gelmiş!

Zihinden kalbe giderken, “Minnettar olduğunuz bir şey hatırlayın” diyor Vernon Frost ve ben bunu mu hatırladım?

Ömrümün en çocuk yolundayım!

Mutluluğu tarifi aslında benim o gün Payam’ın, en eski arkadaşımın Torba’ya geldiği an hissettiklerim. Bir çocuğun arkadaş bulduğu, arkadaşına kavuştuğu an. Onu hatırlasam yeter!

Gözlerimden yaşlar iniyor. Tekrar içim taşıyor, mutluluktan.

Bulunduğum otelin salonunda değilim de sanki Payam’la tekrar tekrar o tekneye çıkıp atlıyoruz.

Bir kere daha ve bir kere daha… Suya çarptığım anı hissediyorum, suyu hissediyorum, burnuma dolan tuzu hissediyorum, Bülent abinin restorandaki masada havalı oturuşunu, anneannemin ve anneanne yarım olan Şükran teyzemin, Sevim teyzemin varlıklarını hissediyorum. Ne Bülent abi var artık bu dünyada ne anneanneler… Ama hissediyorum.

Çalışmanın sonunda Vernon deneyimlerimizi soruyor. Tatlı çocukluk anılarına gittiğimi söylüyorum, fazlasını anlatamıyorum.

Acaba diyorum içimden, Payam da hatırlıyor mudur o günü?

Kahve molasında hızlıca cep telefonumun ekranına bakıyorum:

“Payam joined Telegram” yazıyor.

Başka bildirim yok. Gülümsüyorum.

Mutluluğun anlardan ibaret ve o anların da en çok -her şeye rağmen- çocuklukta saklı olduğunu hissederek uyuyorum o gece. Niye sadece çocukluk travmalarımızı tutturuyoruz ki? Ya çocukluk sevinçlerimiz?

Payam ile aynı şehirde yaşamıyoruz çok uzun süredir, üstelik bir süredir zor zamanlardan geçtiği için rahatsız etmemek adına pek arayamıyorum da. Beklemedeyim.

Ertesi sabah 09.56’da Payam’dan whatsapp mesajı geliyor:

“Canım günaydın, müsait misin? Bugün müsait olduğunda bi konuşssak ya, sana bir şey sormak istiyorum. Öpücük emojisi”

10.00’da seminerin ikinci günü başlayacak, arayamıyorum. Merak da ediyorum, hayır olsun inşallah.

Kahve molasında hemen arıyorum. Bülent abi gideli iki ayı geçmiş ve halledilmesi gereken bazı yasal işler var. Kadıköy Belediyesi’ndeki görevli demiş ki, “Yok mu akrabanız gelip halledecek?” Var ama Payam beni aramış. Çünkü ben bunu yapabilmeyi çok istedim, ona cenazede söyledim, yapılacak ne varsa beni ara dedim.

Çünkü işte biz neler yaşadık bu yaşa kadar, neler paylaştık ve çünkü o gün o tekneden denize onlarca kez el ele ve çığlık çığlığa birlikle atladık.

Payam “Dilerim uğurlu gelirsin” demişti ses kaydında ama işin hangi aşamasında devreye girdiğimi bilmeden belediyeye gittim. Gerekli işlemleri yaptım otomatik pilotta. Çıkışta şöyle bir oturup evraklara bakarken fark edip, “Ah be Bülent abi, gittin ve üstünden iki ay geçti bile. Ben şu an senden kalanlarla ilgili işlerle mi ilgileniyorum?” dedim hüzünle.

Çıkışta aradım Payam’ı. Babasını kaybetmiş bir insanı bir kez daha ve bir kez daha üzecek nice bürokratik işin içinden çıkmaya çok az kaldığını ve o gün benim yaptığım işlemin de son adım olduğunu söyledi.

Biz bu 4-5 günde ne yaşadık, nasıl bağlantılar kurduk tam olarak bilmiyorum.

Ama her şeyin anda olduğunu hissettim.

Payam ile Torba koyunda kavuştuğumuz o gün ile belediyedeki o günün aynı gün olduğunu. Ölçümlenemeyen bir zamanın içinde görünmeyen iplerle bağlı bir halde, bir aşağı bir yukarı bir sağa bir sola, bazen uzağa bazen yakına, bazen mutlu bazen hüzünlü, hep aynı anın içinde ama hep birlikte yaşadığımızı….

Ömrümüzün bir yol değil de bir küre olduğunu…

Şifa olsun!

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…