Deneyim

Yapay zekanın komutları ile bir SÜRÜ gibi şehri dolaştık

Bir şehrin sokaklarında yürürken aklımızdan neler geçer? Bizi izleyen sokak kameraları mı? Arabaların damarlarımızdaki kana benzeyen akışı mı? Yoksa yeşil ışık yandığında bizi uyaran ve yolun sağından yürümemizi hatırlatan yapay zekânın varlığı mı? Benim için cevap çoğunlukla hiç biriydi. Ta ki her gün şahit olduğum bu manzaralara yeni bir bakış açısı kazanmamı sağlayacak iki saatlik bir deneyim yaşayana dek…

Geçtiğimiz kasım ve aralık aylarında gerçekleşen Remote X-İstanbul etkinliğinden bahsediyorum. New York, Berlin, Milano, Moskova, Hong Kong, Abu Dabi ve Kopenhag gibi dünyanın 50’den fazla büyük şehrinde gerçekleşen hayli dinamik, eğlenceli, şaşırtıcı ve bir o kadar sorgulatıcı bir sanat yolculuğuydu bu. Hatta çok ama çok daha fazlası…

Bir perşembe günü öğleden sonra farklı yaş gruplarından 25 kişi Koşuyolu’ndaki bir parkta buluştuk. Her birimize büyük siyah kulaklıklar ve onları takacağımız vericiler dağıtıldı. Yolculuk sırasında başımıza gelebilecek her türlü kazadan sorumlu olduğumuzu kabul eden bir sözleşmeyi imzaladıktan sonra ilk direktif de kulaklarımıza geldi: “Parkın ortasındaki büyük kaydırağın etrafında geniş bir çember oluşturun ve yüzleriniz birbirine dönük olsun.” Bu, bir arada olduğumuzu hissettiğimiz ve ilginç olacağı her halinden belli bu deneyimi paylaşacağımız kişileri net biçimde görebildiğimiz ilk andı. Heyecanlıydık, hava normalin dışında olmasına rağmen harikaydı ve biz yürüyüşe hazırdık. Biraz sonra gelen ikinci yönlendirmeyle de yavaş yavaş Koşuyolu’ndan Kadıköy’e uzanan yolculuğumuz başladı. Kimilerimiz hemen grubun en önündeki yerini alıp gruba liderlik ettiğini hissetmek isterken kimilerimiz de arkada kalıp olan biteni diğerlerini de işin içine katarak deneyimlemeyi tercih etti. Adımlarımız birbirini takip ederken önce dar sokakların sessiz sedasız süren komşuluk ilişkilerine göz attık. Birbirine bu kadar yakın duran camların, hayatların minicik hapishaneler gibi örülmüş demirlerine ve birbirimize olan güvenimizi ne zaman, neden ve nasıl yitirdiğimize de… Ardından düşünmenin daha da zor olduğu konulara yönlendirdi bizi kulağımızdaki yapay zekâ. İçinde bulunduğumuz gruptaki, sokaktaki, şehirdeki ve dünyadaki tüm insanların öleceğini mesela… Kimimizin daha önce kimimizin daha sonra ama kaderlerimizin ortak ve mutlak bir finalle ipi göğüslediğini. Bir de bunun birbirimizle aramızdaki ilişkiyi nasıl etkilediğini… Bir diğerine olan bakışımızda farklılıkların ne kadar bariz ve yüksek sesle duyulurken ortaklıklarımızın artık pek sessizleştiği ya da görülmediğini… Yol ilerledikçe biz de değişiyorduk; kulağımızdaki ses konuştukça davranışlarımız garipleşiyor, düşüncelerimiz kararıyor, yolumuzu kaybediyor ve en sonunda birbirimizden şüphe duyup ayrılıyorduk. Metro istasyonunda bir anda geri geri yürümeye başlıyor, AVM’nin köşesinde ellerimizi kaldırıp sessiz alkışlar yapıyor ya da meydanın ortasında silent disco eşliğinde dans ediyorduk. Sürüden ayrıldığımızda yapmaya cesaret edemeyeceğimiz şeyleri sırf bir gruba dahil olduğumuz için yapabiliyorduk. Arada muzır muzır gülüyorduk, tanışmasak da birliğimizi hissediyorduk ve bizden başka kimsenin bilmediği bir sırrı biliyor olmak harika hissettiriyordu. Ne var ki yolculuk boyunca yaptığımız tüm bu garipliklerin bir anlamı vardı ve hiçbiri bize yönelmiş şaşkın bakışlara bir kamera şakası, deliler grubu ya da sosyal deney olduğumuzu düşündürmeyi amaçlamıyordu. Aksine, tümü de kendimize ve çok yakın geleceğimize dair konuları metaforik bir anlatımla görüp sorgulamamızı içeriyordu. Hırsımız, cesaretimiz, karar alırken kendimizi mi çoğunluğu mu lideri mi yoksa içgüdülerimizi mi takip ettiğimiz, kişiliğimizi yansıtan otomatik eylemlerimiz ve dönüşen dünyadaki yerimiz açığa çıkıyordu bu deneyimde.

YILDIZ’IN YÖRÜNGESİNDEKİ “SÜRÜ”

Bize bu yolculuk boyunca yönergeleri veren, o an nereye bakacağımızı, nereye gideceğimizi veya neleri seçebileceğimizi söyleyen yapay zekanın ismi Yıldız’dı onun bize taktığı isimse “Sürü”. Organik hayvansı canlılar olduğumuzu hatırlatan bu isim, deneyimin tüm spontanlığı içinde bize kendimizi merkezde hissettirse de aslında Yıldız bu deneyimin baş kahramanıydı. Başlangıçta da gayet arkadaşça yaklaştı bu kahraman bize. İnsan olmaya, barışa, doğaya, birbirimize ve hayata şükranlarımızı hatırlatan konulardan bahsetti. Ne var ki yol ilerledikçe baskınlığını ve gücünü çok daha yoğun biçimde hissettirdi, içimizde farklı duygular uyandırır oldu. Sonlara geldiğimizdeyse artık onun boyunduruğu altında olduğumuzu net biçimde ifade edebilen totaliter bir bilinçti duyduğumuz. Bizim unutacağımızı, onun her zaman her şeyi hatırlayacağını, bizim silineceğimizi, onun kaydedeceğini, bizim öleceğimizi onun ölümsüz olacağını, bizim hata yapabileceğimizi, onun kusursuz olduğunu, bizim yavaş onun hızlı, bizim geçici onun kalıcı olduğunu söylüyordu. Dünyada elektronikler bugün bir anda kapansa milyarlarca çocuğun hiçbir fotoğrafı, bilgisi olmayacağı gerçeğini vuruyordu yüzümüze. Bir yol ayrımına geldiğimizde kahkaha atarak, “Gerçekten bu kararı size bırakacağımı mı düşündünüz?” diyerek kafa tutuyordu bize. Duyduklarımıza şaşırsak da öfkelenmedik. Neticede bu sadece bir oyundu, söylediklerinde gerçeklik payı vardı ve onun nazik ve sabit ses tonu, sade yaklaşımı, gözümüzün önünde ya da insan olmayışı onu bir tehdit olarak algılamamızı ya da o kadar da ciddiye almamızı engelliyordu…

DÜNYA SİMÜLASYONU

Teknolojiye uzak olanlarımız dahi bilebilir ki yapay zekâya artık göbekten bağlıyız ve şüphesiz önümüzdeki dönemde varlığını daha da yoğun hissedeceğiz. Örneğin, her saat başı su içmeyi hatırlatan telefon uygulamalarımız yakın gelecekte anlık olarak kan değerlerimizi ölçüp sağlık uyarıları yapabilecek hatta doktorumuza bildirim gönderebilecek. Şimdi kırmızı ışıkta bizi uyaran algoritma yakın zamanda daha güvenli bulunduğu için arabalarımızı yalnızca kendisi kullanabilecek. Marketten düzenli olarak satın aldığımız ürünleri tutarlı biçimde öngörebildiği için alışverişlerimizi yapıp eve teslim edebilecek. Telefonun yanında konuştuğumuzda karşımıza çıkan reklamlar yakın gelecekte sadece düşündüğümüz için alışveriş sepetimize eklenip, “Hadi satın al!” uyarısı yapabilecek. İnsan zihninden kat be kat daha kolay öğrenebildiği için doktorluk, eczacılık, inşaat, yazılım, müşteri hizmetleri ve aşçılık gibi yüzlerce mesleği bizden çok daha ucuza, hızlı ve verimli yapabilecek. Bu yüzden şirketleri yönetebilecek hatta ülke bile yönetebilir hale gelecek. Yorulmayacak, uyumayacak, acıkmayacak, ikileme düşmeyecek, bireysel arzu, sorun ya da ihtiyaçları olmayacak. Geleceğimiz bir ütopya da olsa distopya da yapay zekâ şüphesiz bunun çok büyük bir parçası ve baş kahramanı olacak. Tıpkı bu deneyimde bize yardımcı olan, bizi güldüren, heyecanlandıran, sorgulatan ve şaşırtan Yıldız gibi. Peki ya Yıldız’ın tavrı da yolun başından itibaren bu kadar net ve sert olsaydı, o zaman iki saat boyunca onu dinler miydik? Yoksa ona sempati duymamızı sağlayan ilk etapta bize arkadaşça yaklaşmış olması, bizi birbirimize ve doğaya bağlayan ortaklıklarımızı göstermesi hatta her alanda bize yardımcı olacak olan bir destekçi olması mıydı? Neticede, onu insanlar yaratmıştı ve varoluşunun tek sebebi bizim hayatımızı kolaylaştırmak, daha sağlıklı, verimli, yaratıcı, kendine zaman ayırabilen, ağır, ucuz ya da zor işlerle uğraşmak istemeyen zeki varlıklar olarak onu kodlamış olmamızdı. Yani, o sadece bize yardım etmek için dizayn edilmişti ve yalnızca ona verdiğimiz direktiflerle hareket edebilirdi. Tıpkı onun bize verdiği, “Yaya geçidine gidin, yeşil ışığın yanmasını bekleyin ama ben size geç demeden geçmeyin, karşıya geçmek için benim komutumu bekleyin” direktifleri gibi. Ancak aramızdaki fark, bizim ne yapıp yapmayacağına karar verme hakkımızın olmasıydı; çünkü bu ayrımı yapabilecek bir özgür iradeye sahibiz ve komut hoşumuza gitmezse yerine getirmeyiz. Bu durumda bu soruya da gelebiliriz:

Ya şimdi bizim yönergelerimizi dinleyen, o an nereye bakacağını, nereye gideceğini veya neleri seçebileceğini söylediğimiz ve tümünü sorgusuz sualsiz yerine getiren yapay zekâ da bir gün bizi dinlememe özgürlüğüne sahip olduğunu fark ederse? Ya bizden daha zeki ve becerikli olduğunu görüp asıl yönetenin kendisi, yönlendirenin de biz olmamız gerektiğine karar verirse?

Bizden çok daha fazla hatırlayan, çok daha kalıcı olan, çok daha hızlı öğrenen ve çok daha güçlü olan şey, bizim onu değil de onun bizi yönlendirmesini doğru görürse? Hem de bunu internete bağlı, evimizde, işimizde, cebimizde, bankamızda, hastanemizde, şehrimizde ve neredeyse her yerde internet üzerinden birbirine bağlı tüm yapay zekâlar aynı anda fark ederse? Yaşamımızı teslim ettiğimiz teknoloji, bizden daha güçlü olabilir mi? Bizim gibi düşünebilir, hissedebilir mi? Bilinçli bir varlık olabilir mi? Ya da bilinci taklit edebilir mi? İşin aslı, bunlara kimse “mümkün değil” diyemiyor. Aksine, dünyanın en büyük ve hepimizin kullandığı şirketlerinden birinde bu aşamaların gerçekleştiği dahi biliniyor, bunlar medyaya yansıdığı için işten çıkarmalar gerçekleşiyor. Bunlara ek olarak, çeşitli kaynaklar önümüzdeki beş yılda yapay zekâ destekli insansı robotların çok yaygın olacağı hatta insanları geçeceğini söylüyor. Bu ilerlemeye kontrollü yaklaşmazsak bizi insanlık tarihinde görülmemiş sorunlarla karşılaşacağımız konusunda uyarıyor. Yine de bu teknolojiyi geliştirenlerin farklı beklentilerle bunu yaptığını hesaba katarak tümünü aynı kefeye koymamız, korku duymamız ya da bütünüyle yok saymamız doğru olmaz. Yapay zekânın yüzlerce, binlerce fazla kullanım alanı ve faydası var. Sadece, hayatlarımıza dokunacak bu gelişmelerde bilinçli ve bilgi sahibi olmak, bizi üzerinde hak sahibi olduğumuz konulara dair farkındalığımızı açık tutmamız gerektiği konusunda da bilgilendiriyor. Neticede, konu henüz yasa çıkarıcılar dahil herkes için bir bilinmez ama verilecek kararlar tüm insanları etkileyebilme gücüne sahip.

Yapay zekâ teknolojisi şimdilik bir sanat, oyun ya da teknolojik gelişme gibi dursa da yakın gelecekte bunlardan ibaret kalmayacak. Bu yüzden de burada sorulan soruların birçok farklı gelişmiş modeli küresel çapta ve her seviyede sorulacak. Belki ekonomik, belki sosyal, belki spiritüel niyetlerle… Dileyelim ki vereceğimiz cevaplar bizi hayal kırıklığına uğratmasın, davranışlarımız garipleşirken düşüncelerimiz kararmasın, yolumuzu kaybetmeyelim veya şüpheye düşüp bölünmeyelim. Bir not: Sürü, daha sonra merdivenle çıkılan yüksek bir terasın tepesinde yeniden buluşuyor. Şehre ve yola son kez yukardan bakıp geri sayımla patlayan büyük, beyaz toz bulutu içinde gülümseyerek bu deneyime veda ediyor.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.