Deneyim

Yaşasın kız kardeşlik!

Türkiye’nin en ünlü markalarından biri olan Arzum, bu coğrafyanın kıymetli isimlerinden. Ülke çapında böylesine ünlü bir markanın arkasında tanımanızı çok istediğim bir kadın var: Mehtap Yıldız, Arzum’un Pazarlama ve Ürün Geliştirmeden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı. Temposu hiç düşmeyen kariyer hayatında bir beyaz yakalıda görmeye alışkın olmadığımız güçlü bir motivasyon var. #üretiminhikayesi etiketli söyleşi serimizin yeni konuğundan ilham almamak elde değil.

Çok keyifli bir sohbette tanıdım sizi. Fakat enerjiniz, hikayeniz tanışıklık heyecanımın önüne geçti. Bu röportajda sizinle sizi konuşmak istedim. Yolculuğunuz sizce ne zaman ve nasıl başladı?

Benim hikâyem, dört çocuklu bir ailenin en büyük kızı olarak Eskişehir’de başladı. Annem ve babamın en büyük idealleri dört kızlarının da okuması ve kendi ayaklarının üzerinde durmasıydı. Bunun için de bize sağladıkları özgür ve yaratıcı, tatlı rekabetçi bir ortam vardı. O günlerden hatırladığım en net duygu, yeni şeyler öğrenmekten, keşfetmekten, öğretmenlerim ve özellikle de annem ve babamdan takdir almaktan çok keyif aldığımdır.

Eğitiminiz nedir? Bugünlere gelirken hangi yollardan geçtiniz?

Aslen Elektrik ve Elektronik Mühendisiyim. 28 yıllık iş hayatım var. Aynı sektörde çok farklı şapkalar takarak çalıştım. Meslek hayatımın 20’nci yılında bu farklı şapkaların getirdiği tüm bilgi ve deneyimi bir MBA programı ile düzene soktum. Eski bilgileri atıp yeni kavramları daha fazla sahiplendiğim İstanbul Bilgi Üniversitesi MBA programı, o süreçte tam da bu amaca hizmet eden çok iyi bir dönem oldu.

Döneminin Türkiye’nin en büyük elektrikli ev aletleri üreticilerinden birinde işe başladım, bazı kategorileri neredeyse sıfırdan yarattığımız bir dönemde AR-GE, mühendislik, üretim başlıklarında 14 yıllık deneyimim oldu. Bu, yeterince uzun bir süreydi ve ben masanın diğer taraflarını merak ediyordum. Bu merakım beni 2009 yılında yeni bir küçük ev aletleri markası kurmak üzere Index Grup’a yönlendirdi.

İki kişilik bir kurucu ekip ve oluşturduğumuz beş kişilik çekirdek ekiple iki yıllık çok yoğun bir çalışma sonucunda, 2011 yılında Homend markasının lansmanını gerçekleştirdik. Üç yılın sonunda özellikle mutfak kategorilerinde markaya bilinirlik ve pazar payı kazandırdık. Büyük bir yapının içinde sıfırdan bir markayı kuran girişimciler olarak sanırım o günleri yaşayan ve sonrasında bize katılan herkes için çok özel ve güzel bir dönemdi diyebilirim. Ardından 2014 yılında Arzum’a katıldım. Üretimden ürün geliştirmeye, sıfırdan marka kurma ve pazarda konumlama başarılarına kadar toplam 28 yıllık deneyimimle bugün, Arzum’un marka ve inovasyon stratejisinin oluşturulması, bu stratejinin hayata geçirilmesinde rol almaya devam ediyorum. Mart 2014’ten bu yana İcra Kurulu Üyesiyim, 2020 yılından itibaren ise Arzum’un Pazarlama ve Ürün Geliştirmeden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı pozisyonundayım.

Çok yönlü, lider ruhlu ve her daim üretimin içinde bir enerjiniz var. Bu doğru mu? Sizce nasıl birisiniz çalışma hayatınızda?

Amatör ruhunu hiç kaybetmeyen, kurumun veya rolün büyüklüğünden bağımsız olarak her işe bir girişimci ruhuyla sarılan bir yapım var. Kutuları pek sevmem, çok genç yaşlardan bu yana büyük resmi görmeye meraklı oldum. Bugün tepe yönetici olduğum ve kendi yapımız içinde ana resmi görme ve yönetme senaryomda bile bu kez de bizim işimizi veya başarımızı etkileyen diğer faktörleri anlamaya, o noktalara da etki ederek nihai amaca ulaşmaya çalışırım.

Ben sağ beyniyle sol beyni eşit çalışan, mühendisliğe aşık, stratejist bir pazarlamacıyım. Patentlerim de var sıfırdan marka kurmuşluğum da. Kutuları pek sevmem demiştim. Aslında tanımları da sevmem. Ama 1994’ten bu yana kurumlardaki duruşumun aslında bir tanımı olduğunu da son beş yılda öğrendim. Ben bir “kurum içi girişimcisi”yim. Benim için esas olan, her konuda yetkinliğimi bir önceki durumuma göre artırmak ve hayatıma çeşitlilik, zenginlik getirmek. Öğrenme ve gelişme tutkum büyük. Şimdilerde ise en çok liderlik gelişimi ve kadın yatırımcılığı üzerine çalışıyorum. İletişimin sonsuz gücüne inanırım.

Çok yönlülüğünüzü konuşurken sizden dinlemek isterim. Arzum’un GMY’si olmanın yanında neler yapıyorsunuz? Sizi nerelerde görmek mümkün? Örneğin koçluk yapıyor ve bazı kadın girişimci derneklerinde görev alıyorsunuz…

Arzum hayatımın önemli bir kısmını kapsıyor ama kalan zamanlarımda en çok kadın girişimciliği ve yatırımcılığı üzerine vakit harcıyorum. Son dört yıldan bu yana ARYA Kadın Yatırım Platformu’nda hem liderlik hem de melek yatırımcılık yapıyorum bir yandan da girişimlere destek oluyorum. Aynı zamanda Adler Koçu olduğum için yine aynı platformda ihtiyaç duyanlara koçluk da veriyorum.

Benzer şekilde Faydasıçok Vakfı’nın Sedefteki İnciler Platformu’nun da mentoruyum. Bir kadın mühendis olarak genç kadın mühendis adaylarımızın elinden tutmaya ve onlara yol göstermeye imkân tanıyan bu platformda olmaktan çok gurur duyuyorum.

Yine son bir yıldan beri mentee’si de olduğum Yönetim Kurulunda Kadın Derneği de tepe yönetim rollerinde ve yönetim kurullarında daha fazla kadının yer alması için çalışan bir dernek. Beş dönemden bu yana bu amaca hizmet eden çok başarılı faaliyetleri var. Orada da hem mentee olmak hem ilerleyen dönemlerde bu platformdan aldıklarımı yine bu platforma verecek olmanın heyecanını yaşıyorum.

Konum hep kadın gördüğünüz üzere çünkü bir kadın lider olarak dönüp geriye baktığınızda muhakkak kendi yolculuğunuzda size dokunanlardan aldığınız desteği siz de bir kadına vermek istiyorsunuz. Yaşadığınız zorlukları veya sizin yolunuzu bulmak için harcadığınız zamanı onlar daha az harcasın istiyorsunuz ve onların ışığı olmaya gayret ediyorsunuz.

Bir yolculuğa çıkıyorsanız bunun temeli kendine inanmak ve cesaret. Bir de tabi ki size inanan ve küçük dokunuşlarıyla hayatınızda büyük fark yaratan insanlar… Benim de öyle kahramanlarım var. Ben de birilerinin kahramanı olmak istiyorum ve her zaman söylüyorum: “Yaşasın kız kardeşlik!”

Nerede kendinizi kuvvetli ve daha fazla değer yaratır hissediyorsanız orada kutulara sığmayın, beyaz yakalılık kavramını kibarca ve usulünce reddedin.

Beyaz yakalılığın, çizgilerin içinde kalmayı seven dünyasında bu yenilikçi ve yüksek enerjili halinizle kalıplara takıldığınız, yaratıcılığınızın önünün kesildiği oldu mu?

Ben öncelikle yine “kurum içi girişimci” kavramını bir açmak istiyorum. Terim olarak “kurum içi girişimcilik” ilk kez 1985 yılında Gifford and Elizabeth Pinchot tarafından kullanılmış. Kavramın oluşumundan sonra dev bilgisayar şirketleri bile hemen bu kavramı sahiplenmiş ve hatta dev yapılarının içinde bu kavramı da yapısallaştırarak çalışanların fikirlerine daha çok değer vermeye başlamışlar. Kurum içi girişimciliği sahiplenmek ve bu alanı girişimci ruhlu çalışanlara tanımak, kuruma da rekabetten ayrışmak için önemli ayrıcalıklar sağlıyor. Kurumların bırakın bunu engellemesini, çalışanların girişimci ruhlarını desteklemeleri ve çalışanlarının yenilikçi ve yaratıcı görüşlerine değer verip, bu fikirleri geliştirmek adına yoğun şekilde çaba sarf etmesi gerekiyor. Bunu çok iyi yapan şirketler var ve bunların sayısı her geçen yıl artıyor. Öyle ki son yıllarda kurum içi girişimcilik için yapılarında birçok değişim ve dönüşüm gerçekleştirmeyi göze alan şirketleri bile görüyoruz.

Bu bilgileri verdim çünkü ben bugüne kadar hep bu bakış açısındaki kurumlarda aslında girişimci olarak çalıştım ve bunun olmadığı bir ortamda durmayı tercih etmem. Bu ortam benim için hava gibi, su gibi temel bir ihtiyaç. Bu sohbeti okuyan girişimci ruhlu ama kendi girişimi için hazır olmayan veya bu ruhunu bir kurumun vizyon ve misyonuna hizmet etmek için kullanmayı tercih eden gençlere bir mesajım olsun isterim: Çalıştığınız kurumun girişimcisi olun. Nerede kendinizi kuvvetli ve daha fazla değer yaratır hissediyorsanız orada kutulara sığmayın, beyaz yakalılık kavramını kibarca ve usulünce reddedin.

Beyaz yakalı olarak kariyerine devam eden bir hayat, çoğunluğun sıkıcı bulduğu bir yapı gibi bugünlerde. Fakat siz çok yönlülüğünüzle bunun bir ön yargı olduğunu hissettiriyor gibisiniz. Sahiden plaza hayatı karakterinizle şekillendirebileceğiniz esneklikte mi?

Bu sorunun cevabı, sizin ne kadar değer yaratabildiğiniz ve çalıştığınız kurumun bunun ne kadar farkında olduğunda saklı. Siz eğer fark yaratmak, parlamak, sürüden ayrılmak istiyorsanız kendinizi sürekli geliştirirken, eskiyen bilgileri unutmak için çaba harcarken, yenilerini yerine koymak için çaba harcarken bulursunuz kendinizi. Siz böyle bir karakterseniz ve kurumunuz da bunun farkındaysa, sinerjiden sürekli karşılıklı bir fayda sağlanıyorsa, hayatınızın sıkıcı olmasına imkân yok.

İşinizi çok seviyorsunuz. Bu, sesinizden, neşenizden, projeleri sahiplenişinizden oldukça belli. Motivasyonunuzun kaynağı nedir?

Ben üretmeyi, değer yaratmayı, parçaları birbirine bağlamayı, olmayanı oldurmayı, öncü olmayı, geleceği öngörebilmeyi ve bunu bir stratejiye bağlamayı, hayatı iyileştiren inovasyonlara liderlik yapmayı, iletişimi, insanlara ilham olmayı seviyorum. Burada durdum çünkü sevdiğim daha çok şey var! Bu nedenle hangi kurumda hangi işi yaparsam yapayım eğer benim ihtiyacım olan alan verilir ve bu sevdiklerimi yapmama imkân sağlanırsa müthiş motive oluyorum.

İş hayatlarımızın sosyal hayatlarımıza dahil olma oranını bir türlü tutturamayanlardanız. Sizde bu konu ne durumda? İşiniz hayatınızın neresinde ya da bu işin bir dengesi var mı sizce?

Bunu uzun süre sorguladım. Etrafımda işini bir noktada kesen ve hobilerine, arkadaşlarına, dinlenmeye, başka konulara odaklanmaya veren insanlar vardı. Onlardan sürekli sağlıklısının kendilerinin yaptığı olduğu, öbür türlü tükeneceğim, beslenemeyeceğim geri bildirimini aldım ve değişmeye çalıştım. Ama yıllar içinde aslında benim yaptığımın çok çalışmak olmadığını, sevdiğim şeyi hayatımın içine yedirmeyi tercih ettiğimi fark ettim. Kimse benim gibi olmak zorunda değildi ama ben de onlar gibi olmak zorunda değildim. Yani artık ben bir denge aramıyorum, bana iyi gelen neyse onu yaşıyorum. Benim dengemin, dengesizlik olabilme ihtimaline de şans verdim rahat ettim diyebilirim.

Bu geri bildirimler hiç işe yaramadı değil tabii. Hayatımı daha çeşitlendirdim ve renklendirdim ama sevdiğim şeyleri değiştirmeye veya ısrarla bir hobi aramaya son verdim. Akışta kaldığımda ve aslında kendimi değişmeye zorlamadığımda beni zenginleştiren kapılar açılmaya başladı. ARYA Kadın Yatırım Platformu örneğin bunlardan biri. ARYA sayesinde kurumlardaki atanmış liderlikten farklı olarak Türkiye’nin C level kadın liderlerinin, girişimcilerin, işletme sahibi kadınların seçilmiş liderliğini yapma fırsatım oldu ve olmaya da devam ediyor.

Boş zamanlarımı seramik yaparak değerlendirmekten hoşlanmıyor olabilirim ama ARYA’nın girişimlerini dinlemek, onlarla derin sohbetler yapmak, onlara mentorluk vermek, onların yollarını açmak ve uzmanlığım olan alanda ilgilendiğim bir girişime lider yatırımcılık yapmak gibi bana çok iyi gelen hobilerim var.

Türkiye’nin dört bir yanından genç-yaşlı, eğitim almış ya da eğitime ulaşamamış ama çok yaratıcı ve yetenekli isimlere kulak verme gibi çok kıymetli bir misyonunuz da var. Yıllardır bu Türk markasının özgün tasarımlarının mutfağında da bu keşifler yatıyor aslında. Bir fikrin ilk heyecanına tanık olmak ve onu tüm ülkeyle paylaşmak nasıl bir his? Bu süreci nasıl anlatırsınız?

Bu, aslında bir sosyal fayda yaratma durumu. Bizim kapımız herkese açık. Girişimcileri buluşçular, üniversiteler, belirli bir amaç için bir araya gelmiş topluluklar, farklı yaşam stillerini benimseyenler ve daha niceleri, bir fikri paylaşmak, bir ihtiyacı tanımlamak ve bu fikirlerin hayata geçmesi veya ihtiyacın giderilmesi için bizimle çalışmak üzere kapımızdan içeri girebiliyor. Birlikte toplum yararına hayatı iyileştirmek için bir şeyler yapıyoruz ve bu tabii ki tüm paydaşlara çok iyi gelen bir his. Daha yeni, sıcağı sıcağına denk gelen bir örneği sizinle paylaşayım: Çok farklı bir sektörde çalışan genç bir tasarımcı sosyal medya üzerinden bana ulaştı, kendisinin bir fikri olduğunu ve bizimle paylaşmak istediğini söyledi. Randevu verdik ve geldi anlattı derdini. Bize bir fikir satmaya gelmemişti, elinde bir ürün yoktu ama bir ihtiyacı bize anlatmak için gelmişti. Kendisinin de içinde olduğu “Vegan dünyasının neye ihtiyacı var? Dünyada neler yapılıyor? Kendileri hangi çözümlerle ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorlar?”,  hepsini anlattı ve “Ben biliyorum ki siz bunu dinler ve buna inanırsanız, bu fikirleri bir ürüne dönüştürürsünüz. Ne zaman isterseniz ben sürekli burada olacağım ve size gerekli olan iç görüleri sağlayacağım” dedi. Bu nasıl güzel bir duygu anlatamam. Size inanıp sunumlar hazırlayan, açık inovasyon ekosistemimizin bir parçası olarak bile çalışmak isteyen bir genç. Diğer yandan Türkiye’nin en büyük markalarından birinin dört liderinin onu dinlemek için hazır olması ve kendisine kıymet verildiğini hissetmesi… Bunlar herkese iyi gelen, daha iyisi için motive eden ve toplamda da topluma fayda sağlayan şeyler.

“Çocuklarınızla hayallerinizi paylaşın, onu da hikâyenizin içine alın. Bir çocuğun en çok görmek isteyeceği şey, ayakları yere sağlam basan, özgüvenli ve mutlu bir anneye sahip olmaktır.”

Arzum Pazarlama ve Ürün Geliştirmeden Sorumlu GMY Mehtap Yıldız

Kadın gücü, üzerinde önemle durduğunuz konulardan biri. Özellikle nedense kadınlarla değil erkeklerle özdeşleşmiş mühendislik mesleğinizle bu kalıbı yıllar öncesinden yıkmayı sevenlerdensiniz. Kadın gücünüzün kaynağı nedir? Bu konuda sizden ilham alacağımız sözlerinizi merak ediyorum.

Kadın gücünün kaynağı aslında sadece kendine güven ve cesaret! İş hayatında kadın olmanın zorlukları üzerine yıllardır sorular gelir ve ben her seferinde hayatımın farklı bir evresinde bu soruyu tekrar cevaplarım. Çünkü bir yandan da içinde yaşadığım için evrilen ve gelişen cevaplarım oluyor. Ben yapabileceklerime inancımın cinsiyeti olmadığını fark ediyorum. Mühendislik yaptım, fabrika yönettim, Çin’de her biri Türkiye kadar yüz ölçüme sahip bölgeler arasında İngilizce bilmeyen şoförlerle uzun seyahatler yaptım. Bunları yaparken kadın olduğumu ve bu yüzden erkeklerden daha dezavantajlı olduğumu hiç hissetmedim. Daha doğrusu bu hissi kabul etmedim. Çünkü biliyordum ki aslında zordu. Ben kadın kimliğimden bağımsız bir dünya insanı olarak var olma çabası gösteriyor olsam da bana bakanlar sadece güzel bir kadın olarak beni görüyor olabilirdi. Beynimin üstünlüğü, farklılığı veya güzelliği, cinsiyetimin gölgesinde kalabilirdi. Zor olduğunu kabul edersem “korku” hemen gelecekti, pusuda bekliyordu. Bir gün Çin’de şehir değiştirmek için bindiğim bir taksi iki saat sonra şehir değiştirme ruhsatı olmadığı için beni otobanda indirmeye çalışmıştı. O an çok korktuğumu hissettim, sadece Çince konuşuyordu. Telefonla Çinli kontaklarımdan birini arayıp sorunu çözmeyi akıl ettim ama o 10 dakikada gözümün önüne o günlerde yedi yaşında olan oğlumun geldiğini ve kendime “Ben ne yapıyorum burada Allah aşkına!?” diye sorduğumu da hatırlıyorum.

Yine bir gün metro ile şehrin dışında bir otele gidiyordum. Bilen bilir, Çin’de korsan taksi şoförleri kendilerini seçmeniz için ısrarcıdırlar. O gün metro istasyonundaki hemen hepsinin sadece erkek taksi şoförü olduğunu, bir anda hepsinin üstüme yürüyerek seslenmeye başlaması ile fark ettim. Ürktüğümü belli etmemeye çalıştım ama anladılar ve bir anda işin rengi değişti. O an etrafımı taksilerden birini seçmemden daha farklı bir sebeple çevrelemeye çalıştıklarını hissettim, gülmeye ve birbirlerine Çince şakalar yapmaya başlamışlardı. Yine orada hem korktum hem de beni korkutabildiklerine çok üzüldüm. Çünkü kadın olduğumu ve korkmam gerektiğini hissettirmişlerdi.

Bu uç örneklerde da görüleceği üzere fiziksel olarak üzerinize yürünebildiği gibi bazen ruhunuza ve psikolojinize de ataklar görebilirsiniz. Bu ataklar bazen rekabetten dolayı bilinçli bir şekilde yapılırken, bazen de erkeğin veya kadın hem cinsinizin ailesi ile toplumdan öğrendiklerinden ve kadının yeri konusunda bilinçaltlarına işlenen kodlamalardan dolayı olabilir. Ve her seferinde istisnasız yapılmaya çalışılan sizin korkmanız ve yerinizi bilmenizdir.

Bazen de hayallerinizin peşinden gittiğinizde iyi bir anne, iyi bir eş olmayacağınızdan kendiniz korkarsınız. Çok destekçi bir eşiniz, etrafınızda sizi yüreklendiren insanlar bile olsa aynen girişimcilikteki gibi sizin öncelikle korkusuzca o ilk hamleyi yapmanızı bekleyeceklerdir, bunu unutmayın. O hamleyi yapma aşamasında “Ya ailemi ihmal edersem” demeye başlarsanız, yine başa sardınız demektir, korku yine iş başındadır. Çalışan, kariyer hayalleri olan bir kadın olarak anne olmak hiç kolay değil ama asla da ikisi birbiriyle beraber yürüyemeyecek roller değil. Pedagog desteği alın, çocuklarınızla hayallerinizi paylaşın, onu da hikâyenizin içine alın. Bir çocuğun en çok görmek isteyeceği şey, ayakları yere sağlam basan, özgüvenli ve mutlu bir anneye sahip olmaktır. Temel ihtiyaçlarımızı karşılarken kendi benliğini, hayallerini kaybetmiş annelerimizi düşünün, ne hissediyorsunuz? Keşke başka türlü olsaydı değil mi?

Biz, kadınların yine çalıştığımız kurumda ortada bir kariyer fırsatı varsa bir adım öne çıkma ve bunu talep etme korkusu yaşadığını da görüyorum. Bunun da arkasında hem eş hem annehem çalışan kadın olmanın getirdiği “Acaba daha fazlasını kaldırabilir miyim? Becerebilir miyim?” endişesi yatıyor. Oysa doğanın bize hediyesi çok fonksiyonluluk, bizim becerebildiğimizin yarısını yaparak yeni fırsatlar için talepkâr olan, parmağını hemen kaldıran erkeklere bakın, nasıl ilerlediklerini fark edeceksiniz. Yeni bir role soyunmak için mükemmel olmak zorunda değilsiniz. Her şeyi bilmeyi bekleyerek zaman kaybetmeyin. Mahcup olurum korkusu size sürekli zaman kaybettiriyor.

Özetle, dışarıdan da gelse, içimizden de gelse korku biz kadınların en büyük bariyeri. Cesaretimizi toplayıp yola çıktığımızda yolun aydınlığı korkunun karanlığını yenecek. “Korkmayın! Korkmayalım!” derim sadece…

Yazmayı seviyorsunuz. Analitik bir eğitimden geliyorsunuz ama bu dengeyi yazmakla sağlamak ayrı bir özellik. Yazmak size nasıl hissettiriyor?

Yazmak aslında ciddi matematik, analitik yetkinlik gerektiriyor. En azından ben kafamda gezen ve dağınık olan birçok fikri, farklı duyguları yazarak derleyip toparlıyorum gibi hissediyorum. Bu aynı, bir şirketi yönetirken rastgele davranmak yerine, data temelli kararlar almaya çalışmak için kafanızdaki her şeyi bir iş planı excel’ine dökmek gibi benim için. Onu iyi yaptığımı düşünüyorum ve yapınca da iyi hissediyorum. Aynı iyi hissetme durumu yazmada da var. Yazdıkça zihnim açılıyor, kendimden ilham alıyorum, kendimi tanıyorum, bir olayı ve olguyu anlatıyorsam çerçevesini daha net çizerek kendimi ilerleyen dönemlerde bunun içinde daha iyi konumlayabiliyorum gibi gibi. Üniversite yıllarımda mühendislik okurken radyoculuk yapmıştım, Türkiye’de ilk özel radyoların kurulduğu yıllardı ve ilgi müthişti. Gündüz okuluma gider, gece oturur programımın metnini yazardım, elinde notlarıyla gelen nadir program yapımcılarındandım. Sonra uzun yıllar blog tuttum, oğluma çok güzel bir hediye oldu. Çünkü çocukluk döneminde hangi duygularla neler yaptık, nerelere gittik, ben nasıl bir anneydim, onun hakkında ne düşünüyordum? Hepsi bu blogda var. Sonra diğer mecralar blogu biraz geride bıraktı. Şimdi kendi sayfamda yazıyorum ara ara ama bir gün, daha fazla yazmaya ve söylemeye zamanım kaldığında, daha çok yazmak ve bugünün radyosu podcast’e de zaman ayırmayı çok istiyorum.

Size neler ilham verir?

Ben her şeyden ilham alabiliyorum. Bu, bünye için de zor bir durum açıkçası! Biyografi kitapları, makaleler, bir sohbet, bir Youtube videosu, bir film, galeriler, sergiler, fuarlar, etrafımdaki insanlar, bazen bir köşede duran bir nesne bile bana ilham verebiliyor. Bu kadar çok ilham, hızlı aksiyon alma isteği ve sonuç odaklılıkla birleşince bünyeyi çok yoruyor, onu da söylemeden geçmeyeyim.

Çalışırken odağınızı kaybettiğinizde onu nasıl geri kazanırsınız?

Uzun yürüyüşler bana çok iyi gelir. Yürürken zihnimin berraklaştığını hissederim. Arkadaşlarımla zaman geçirmek iyi gelir. Kısa seyahatleri de severim hatta bu seyahatlerde biraz yukarıdan kendime bakıp neyin beni sıktığını, odağımı niye kaybettiğimi de yazar çizerim, iyi gelir.

Üretmek sizin için ne ifade ediyor?

Üretken olmak nefes almakla eş değer benim için. Fikir üretmek, değer üretmek, birilerine dokunarak onun daha iyi bir versiyonunu yaratmak gibi. Bunlar hep beni sabah yatağımdan aynı heyecan ve umutla kaldıran motivasyon kaynaklarım.

Haftada bir muhakkak çok kısa da olsa yapmak istediklerime ne kadar zaman ayırdım? diye bir muhasebe yaparım. Ayda bir de bunu, biraz daha zaman ayırarak yaparım.

Günlük rutinleriniz, olmazsa olmazlarınız neler?

Günümün büyük bir kısmı çalışarak geçiyor diyebilirim. Benim zaman kavramım oldum olası pek yoktu. Pandemi ile birlikte bu herkesin ortak yeni normali oldu, ben de normal olmuş oldum. Güne bir gece önceden başlarım, bir sonraki günün ajandasına göre günümü organize ederim. Ajanda verimliliğini çok önemsiyorum çünkü yapmak istediklerime zaman kalmaması bende stres yaratıyor. Hafta sonu da olsa bir ajandam vardır. Boş zaman geçireceğim diye ajandama koyar ve o kadar geçiririm, kendi haline bırakmam yani. Haftada bir muhakkak çok kısa da olsa “yapmak istediklerime ne kadar zaman ayırdım?” diye bir muhasebe yaparım. Ayda bir de bunu, biraz daha zaman ayırarak yaparım. Muhakkak kendi gelişmek istediğim yerlere de bir porsiyon zaman ayırmış olmalıyım, yapamadıysam kendimi düzeltirim.

Her akşam minimum 7000 adım atma kuralım var. Tercihen 10.000 adım ama onu her zaman yapamıyorum. Yürürken podcast dinlemek, düşünmek, plan yapmak da önemli rutinlerimden biri. Eşimle çok geç saatlerde de buluşsak bir kahve zamanı kadar sohbet etmeden yatmayız. Bunu yapmazsak ben de sanki bir şey eksik kalmış gibi hissederim. Aile yemeklerini çok önemserim, iş için dışarıda değilsem muhakkak bir masa etrafında toparlanmaya çalışırız. O masanın birlikte hazırlanması, masa sohbetleri günün en sevdiğim saatleridir.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

gokce_karaman
Gazetecilik bölümü mezunu. Televizyon muhabirliği ve haber fotoğrafçılığının ardından 10 yılı aşkın bir süredir dergicilik yapıyor. Şimdilerde her biri freelance olarak All Decor dergisi Genel Yayın Yönetmenliği, iç mekân stilistliği, medya danışmanlığı ve yazarlığı bir arada yürütüyor.