Ruh eşinizi nasıl alırdınız?
Dergi İlişkiler

Ruh eşinizi nasıl alırdınız?

Hiç düşündünüz mü “başını bağlama” deyimi nereden gelmiş. Atalarımızın özellikle ekinoks dönemlerinde ritüeller yaptıklarını söylüyor yazar Meltem Reyhan ve bunlardan en çok kullanılanı ise aşk için yapılan düğüm atma. İşte başını bağlama deyimi buradan geliyor. Benden söylemesi bilinçaltı seviyesinde kendinizi neye düğümlediğinize dikkat edin.

Şüphesiz deneyimleyebileceğimiz en büyük mutluluklardan, ruha enerji, hayata anlam katan duygularımızdan birisi aşk. Karşılıksız olduğunda muazzam şairler ve felsefeciler yaratan, karşı konulamayacak kadar da güçlü olan. Onunla karşılaşmada kadersel planımızdan tekamülümüze, ruhsal ihtiyaçlarımızdan psikoloji ve enerjimize kadar farklı değişkenler rol oynasa da yürekten istenilen her şeyin evrende mutlak bir karşılığı olduğunu biliyoruz. Hem aşkı hayata doğru davet etmenin hem de doğru aşkı hayata davet etmenin birkaç yolunu yazar Meltem Reyhan’a sordum.

AŞK İÇİN KULLANILAN EN ESKİ RİTÜEL: DÜĞÜM ATMAK

Meltem Reyhan, çağlar boyu birçok kadim kültürde insanların dileklerini doğaüstü güçlerden talep ettiğini anlatıyor. Atalarımız doğanın ruhsal gücüne inanırdı ve mevsim geçişlerinde özellikle de ekinoks dönemlerinde belirli ritüeller yapardı. Bunlardan aşk için hâlâ ve en sık kullanılanı düğüm, kişinin kendisine ait bir kumaş ya da giysi parçasını bağlayarak kendisini talep ettiği o kişi ya da dileğe bağlamasını temsil ediyor. Bu kadim gelenek günümüzde nişanlanırken yüzükleri kurdeleyle bağlama gibi ritüel ve “birisinin başını bağlama” gibi terimlerle de varlığını koruyor. Meltem Reyhan düğümün çok güçlü ve eski bir gelenek olduğunu söylese de gücünün ve öneminin en fazla öne çıkan kısmının “büyüsel” yanından çok talep eden kişinin zihninde yattığını söylüyor. Çünkü bu dilekleri talep ederken kişi, belirli şart veya bir kişiye, kendini bağlamış oluyor. “Ne olursa olsun beraber olalım”, “Sonsuza kadar birlikte olurum yeter ki beni hiç bırakmasın” gibi söylemlerle sözlü büyüyü yerleştiriyor. Bunlar, üzerinden zaman geçse ve o kişi farkına varmasa dahi her zaman bağlayıcı oluyor. Daha mutlu olabileceği ilişkilerden alıkoyabiliyor ya da o kişiyle beraber olup daha sonra ayrılsa dahi enerjisi düğümlü kalıyor. Dolayısıyla, atalarımızın kadim geleneklerine başvururken şu meşhur “ne dilediğine dikkat et” sözü gibi enerjetik ve bilinçaltı seviyesinde kendimizi neye düğümlediğimize de dikkat etmeliyiz.

BİR KURTARICI FİGÜR YARATMAK NE KADAR DOĞRU?

“Aşk ilişkiyi başlatan güzel bir ateş” diyor Meltem Reyhan. Ancak, onu hayatımıza çekmek isterken yaptığımız bazı yanlışların nasıl eksi yönde bir talebe dönüşebileceğinin de altını çiziyor. Bunlardan ilki niyetimizi belirli şartlara bağlamak. “Bu özellikler olmazsa olmaz, mutlaka şöyle olsun” gibi koşullar yerleştirdiğimizde kendimize karşı belirli şartlanmalar koyuyoruz. Bu koyduğumuz şartlar da bizde eksik olan ve tamamlamak istediklerimiz oluyor. Mutlu değilsek mutluluğu, özgür hissetmiyorsak özgürlüğü idealize ediyor ve zihnimize, dileğimize bunu formatlıyoruz. Sol beynimizle karar verip sınırladığımız bu idealler sonucunda karşımıza çıkabilecek, çok daha mutlu olabileceğimiz ilişkileri göz ardı edebiliyor ya da ona ulaşıp mutsuz olduğumuzda iki misli üzülebiliyoruz. Peki, bir kurtarıcı figürü yaratmak, içimizde var olmayanı hayatımızda belirecek olan birine bağlamak ne denli gerçekçi? “Burada temel sorun hissedişin es geçilmesi” diyor Meltem Reyhan. İç dünyamızdaki eksiklik için beklenti hâlinde kaldığımızda idealize ettiğimizin arayışı, peşinden koşma hâli içinde oluyoruz. Fakat, bunlar bizim içimizde zaten yoksa niyetimiz de doğru biçimde akmıyor. Kendi varlığımızla, zaten olduğumuz hâlden mutlu olmalıyız ki onunla birleşip onu sağlıkla yaşayabilelim. Kendimizi orada görebiliyor ve o duyguları hissedebiliyorsak onu hayatımıza doğru çekebiliyoruz. Mantıklı beyinle karar verip kendimizi belli durumlara şartlayarak değil. Dolayısıyla, niyet etmeden önce kendi hislerimiz üzerindeki bireysel kontrol ve sorumluluğumuzu almalı, değer yargılarımızın pozitife yönelmiş olup olmadığını fark etmeliyiz. Yoksa, “beni mutlu hissettirsin” diye edilgen bir taleple istediğimiz ilişki, bizim öyle hissetmemizi sağlamaz.

“SÖZLER DE DÜŞÜNCE VE İNANÇ KALIPLARIMIZ DA BÜYÜDÜR”

Söz ne kadar büyüyse dışarı yansıtmadığımız hatta farkında olmadığımız düşünce ve inanç kalıplarımız da öyle. Yaşadığımız kötü ilişkiler ya da geçmiş aile deneyimlerimiz romantik ilişkilere dair yanlış düşünce şemaları geliştirmemize sebep olabiliyor. Biz bilinçli olarak bu tercihleri yaptığımızın farkında olmasak da dönüp geriye baktığımızda karşılaştığımız hep birbirine benzer döngülerle güven problemleri, bağlanma sorunları,  kontrol / güç mücadeleleri veya önyargılı varsayımlarla karşılaştığımızı ve iki kişinin karakterlerinden bağımsız ama ilişki bağlarını incelten sorunlar yaşadığımızı fark edebiliyoruz. Bunlardan arınmadığımız müddetçe de yaşadığımız ilişkilerde her şey dışarıdan ne kadar ideal görünürse görünsün bir zaman sonra bunları kaçınılmaz olarak tekrarlıyoruz. Ya karşımızdakiyle aynı ego odaklı problemleri sürekli başa sardığımızı ya da sanki hep aynı insanları hayatımıza çekiyor hissine kapılıyoruz. Bunların bizden kaynaklanan taraflarını göremediğimiz müddetçe de suçu sadece karşımızdakinde aradığımız bir döngüde çaresiz kalıyoruz.

NEDEN İLİŞKİLERDE RUHUMUZA EŞ OLANI DEĞİL “GEREKEN” KİŞİLERİ ÇEKİYORUZ?

Kendimize dair farkındalığımızın oranı karşımızdakini de ne denli iyi anlayabileceğimizi belirler. Eğer kendi benliğimizi olduğu gibi görmüyor, kendimizi olduğu gibi kabul edemiyorsak karşımızdakini de bir bütün olarak anlamakta ve kabullenmekte sorun yaşarız. Ya da kendimizi sevmekte problem yaşıyorsak karşımızdakini da gerçekten sevmek ya da bize olan sevgisine güvenmek hayli zorlaşır. Bu durumda da yaşadığımız ilişkilerde ruhumuza eş olanı değil de bize kendimizle ilgili farkındalık kazandıracak “gereken” kişileri çekiyoruz. Çünkü hayat tıpkı okul gibi henüz geçemediğimiz derslerde bize ödül yerine yeni sınav ve dersler veriyor. Ancak zihin ve kalbi arındırdığımızda blokaj yaratan, bazı duygu ve deneyimleri yaşamamızı engelleyen olumsuz yargı ve kalıplardan özgürleşiyoruz. Bunun için yapabileceğimiz şeyse içimize dönmek. Kendimizi bilmek, benliğimizi tanımak ve yanlışlarımızı görüp affetmek. Bizi belirli şekilde düşünmeye, davranmaya iten geçmiş deneyimlerimizi duygu katmadan mantıklı biçimde analiz etmek, neden ve sonuçların bağlantısını kurarak kendimiz ya da karşımızdakine karşı suçlayıcı davranmadan fark etmek ve yerleşmiş bu olumsuz yargıları doğrularıyla değiştirmek bu dersleri vermemizi sağlayan yöntem. “Kimseye güven olmaz”, “Ancak mükemmel ve çok fedakâr olursam sevilebilirim”, “Duygularını belli etmek zayıflıktır” gibi birçok kalıp, bilinçaltında sürekli tekrar edildiğinden derinlere kazınıyor. Kristalize olmuş ve kabuk tutmuş bu yanlış algıları onarmak ve arındırmak için onları her kullanışımızda fark edip doğrusuyla düzeltmek ve kendimize, çevremize haksızlık ettiğimiz durumlardan kurtulmamız mümkün.

Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.
Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.