Bu dünya bize bir şeyleri çok görmüyor belki de. Biz bir süredir kendimize çok az şey veriyoruz.
Zaman zaman hepimiz, yaşamın neden bu kadar zorlaştığını, neden en temel ihtiyaçlarımızın bile bu kadar ağır koşullara bağlandığını sorgularken buluyoruz kendimizi. Sevilmek, güvende hissetmek, biraz olsun rahat nefes almak, insanca yaşamak… Gerçekten de tüm bunlar bu kadar mı lüks hale geldi?
Ülke gündemi sanki hiç susmayan bir alarm gibi. Her yeni güne endişeyle uyanıyor, umutla attığımız adımları bir sonraki haberin gölgesinde yitiriyoruz. Gençlerin ülkeyi terk etme hayalleri, kadınların en basit özgürlükleri bile cesaretle savunmak zorunda kalmaları, adaletin duvarlara çarpa çarpa yorulması… Bunların hepsi, bize bu dünyanın bir şeyleri çok gördüğü hissini daha da kuvvetli kılıyor. Ama belki de sormamız gereken soru bambaşka: Dünya bize bir şeyleri gerçekten çok mu görüyor, yoksa biz uzun zamandır birbirimize ve kendimize vermeyi ihmal ettiğimiz şeylerin yoksunluğu içinde mi kaybolduk?
Yorgunuz ama yalnız değiliz
Bazen en çok ihmal ettiğimiz şey, yanımızda yürüyen insanın gözlerinin içine bakmak; birine, sadece yanında olmak için yanında olmak; yaşamın karmaşasında birbirimize tutunmak ve “yalnız değilsin” diyebilmek. Belki de uzun zamandır yorgunluğu sessizlikle geçiştiriyor, umudu sadece kitap cümlelerinde arıyor, içimizdeki kırgınlığı paylaşmamak için gururla susuyoruz.
Evet, sistem ağır, evet, bu coğrafyada yaşamak başlı başına bir direnişe dönüşüyor bazen. Ama her şeye rağmen hâlâ buradayız; hisseden, üreten, merhametli kalmayı başaran, dayanışma duygusunu yitirmeyen insanlar olarak. İşte bu yüzden, eğer dünya bize bazı şeyleri esirgiyorsa biz birbirimize daha çok vermeliyiz. Çünkü sevgiyi, şefkati, güveni ve umudu devletler, kurumlar ya da sistemler değil; biz birbirimize veririz, biz birbirimizin dünyasını değiştiririz.
Ve belki de asıl mucize şurada saklıdır: Hâlâ, bu kadar yorgunluğun içinde bile, biri birine “senin yükünü biraz taşıyabilirim” diyorsa umut kaybolmuş değildir.

Umudu sistemlerden değil birbirimizden alırız
Çünkü dünya, her ne kadar bizi yoran sistemler ve sessiz kalan yapılarla çevrili olsa da asıl direncimiz birbirimizin kalbine dokunduğumuz o görünmez bağlarda saklı. Umudu büyük sözlerde ya da kurumsal vaatlerde aramak boşuna. Bizi ayakta tutan şey, aynı coğrafyada yaşamanın yarattığı o ortak sızıyı inkâr etmeden tam da onun içinden geçerek birbirimize uzattığımız ellerdir. Çünkü hayat, tek başına değil; birlikte taşınan acılarla, birlikte büyütülen hayallerle anlam kazanır.
İçinden geçtiğimiz zamanlar, insanı kolayca yalnızlaştırıyor. Herkes kendi mücadelesine çekilirken ortak iyilik fikri giderek uzak bir ütopyaya dönüşüyor. Ama işte tam da bu yüzden, birlikte üretmek, birlikte direnmek, birlikte gülmek her zamankinden daha kıymetli. Bir mesajla başlayan bir desteğin, bir omuza yaslanmanın, hiç tanımadığın biriyle aynı gerçeğe üzülmenin, aynı güzelliğe sevinmenin gücünü hafife alma. Zira sistemin dokunmadığı, devletin ulaşamadığı, kurumların yetişemediği yerlerde biz birbirimize ulaşabiliriz.
Bu yüzden umut, bir strateji değil, bir insanlık refleksi. Ve biz o refleksi ne kadar diri tutarsak, bu dünyaya inancımızı da o kadar canlı tutabiliriz. Eğer bu satırları okurken kalbin biraz sızladıysa bil ki yalnız değilsin. Çünkü biz, her şeye rağmen hâlâ iyilikte buluşabileceğimize inananlarız. Ve bu inanç, bu ülkenin en güçlü ihtimali.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.