Astroloji

#mümküninsan: Yıldız Gözlemcisi Juno

Mümkün İnsan röportaj serimizin birincisine hoş geldiniz. Bu seride, hayatlarında mümkün görünmeyenleri mümkün kılanları ve bunu ilham verici şekilde aktaranları konuk ediyoruz. 

Hatırlar mısınız, yıllar yıllar önce henüz astroloji bu kadar çok konuşulmaya başlamamışken Juno, Kendi Halinde Bir Yıldız Gözlemcisi’nin web sayfası çıkmıştı meraklısının karşısına. Kim olduğunu uzun süre bilemedik ama yazdıklarını çok sevdik. Sosyal medyanın hızlanması ile birlikte Juno da perde arkasından çıktı ve ete kemiğe büründü. 

Bu seri için ilk aklıma gelen isimlerdendi Juno. Çünkü plaza hayatından bambaşka bir hayata geçiş yapmıştı. Çünkü astrolojiyi alışılmışın dışında ele almıştı. Çünkü meme kanserini deneyimlemiş ve onunla vedalaşmıştı. O henüz görünmez iken tanıştığımız, iş birlikleri yaptığımız Juno ile şimdi her şeye rağmen ve her şeyle beraber dengede, ahenkle var olmak mümkün diyenlerin yer aldığı bu alanda yeniden buluştuk.

Başarılı bir kariyerin yanında blog yazmaya başladınız. Bu süreci biraz anlatır mısınız?

Daha önce plaza kadınıydım ve erken bir emeklilik süreci başladı. Evden yapabilecek meşgaleler buldum, tercümanlık gibi. Astroloji eskiden beri hayatımın bir parçasıydı ve kendimde birikenleri aktarmam lazım hissiyle bir blog açtım. Kendi halinde bir yıldız gözlemcisi olarak blogda yazmamın nedeni de büyük hedeflerim olmadan kendi köşemde, kendi halimde yazmamdandı.

HAYATTAKİ RUH EŞİMİZ ASLINDA BEDENİMİZ!

Peki Juno ismine nasıl karar verdiniz? 

Bloguma Juno Astroloji ismini vermiştim fakat insanlar bana Juno demeye başladı. Bu isim bana uğurlu ve bereketli geldi. Hiç de yabancılık çekmedim. Juno astrolojide ruh eşi demek, Jüpiterin eşi Juno ya da Zeus’un karısı Hera olarak geçiyor mitolojide. Bu süreçte bir yandan da tasavvufla ilgileniyordum ve bir uyanma anında aslında insanın ruh eşi olmayacağını, hayattaki ruhun eşinin aslında beden olduğunu fark ettim. Bu alemde var olabilmen için, ruhunun bu alemde fonksiyon göstermesi için bir bedene eşlenmesi lazım. Biz zaten tam ve bütün olarak yaşıyoruz. Bunu fark etmek beni çok etkilemişti ve tam o döneme denk gelince bloga bu ismi verdim.

Ruh ve beden birbirine eşse, siz ruh eşinizle bütünleştiniz mi?

Ruhumla bedenim arasında bir bütünleşme yakalayabilir miyim? Bence bunu sürekli unutarak yaşıyoruz. Genelde de insan dara düştüğü zaman hatırlıyor o bütünlüğe ihtiyacı olduğunu. Bir şeyi yapamıyor ya da yapamayacak gibi hissedince “Allah’ım ben yapamam ama seninle birlikte yapabilirim” derim. O zaman olması gerekiyorsa olur, olmuyorsa da olmaz. Bence çok basit sadece o teslimiyetin bizim için yararlı olduğunu ve bireyi zorlamamıza gerek olmadığını fark ettiren bir şey. Ama pek hatırlamıyoruz, insan sürekli ben yaptım, ben yaptım demek istiyor ve o da işleri zora sokuyor sanırım. 

Juno’yu bir anlamda hem doğurdunuz hem de tabir-i caizse Juno olarak yeniden doğdunuz. Bu yolculuk nasıl gelişti? 

Bazen “Juno diye bir kadın var ve onu çok seviyorlar” diyorum. Ben mükemmel, her şeyi becerebilen bir kadın değilim. Bazen insanlar, “Ne kadar harika bir insansınız” diye yazıyorlar ama ben harika değilim. Düşündüğüm şeyleri ve hissettiklerimi yazıya döküyorum ve bunu da olabildiğince anlaşılır şekilde yapmaya çalışıyorum. Aslında önce kendim için yazıyorum. Kafamda oluşan bir sorunsalı çözümleyebilmek için yazan bir insanım ben. Zamanla yazdıklarım birilerinin işine de yaramaya başladı ve bu benim hizmetime dönüştü. Bu bana sorumluluk verdi. O düşünceleri hayata geçirme gayretim ise herkesinki kadar zorlayıcı ve daim.

ZAMANIN RUHUNA DAİR YAZIYORUM

Astroloji üslubunuz da alışılmışın biraz daha dışında, sanki denemeleri astrolojik bir temelle buluşturuyorsunuz. Teker teker burçları anlatmak yerine insanın ruh haline, seçimlerine değiniyor resimle, müzikle kısaca sanatla destekliyorsunuz. Bu tarzı nasıl tanımlıyorsunuz?

Astroloji bloglarını, henüz astrolojiyle profesyonel olarak ilgilenmezken okuyordum. Teknik bir sürü şey anlatıyorlar ama ruhen bana huzur vermiyor, beni rahatlatmıyordu. Peki ben ne yapmalıyım diyordum. 

Blogumda sadece astrolojiyle ilgili yazmıyorum, zamanın ruhuna dair şöyle bir şey yazmakta fayda var, ben şu süreçten geçiyorum bunu yazmalıyım şeklinde beliriyor konular. Instagram ve Facebook’ta paylaştığım küçük anekdotlar var ve onlar da önemli bir üretim haline geldiler. Hatta bazı dönemler hiç astroloji yazmıyorum.

Sanırım özellikle Türkiye’de insanların ciddiye alınma gayreti var, Batı’da astrologların dilleri daha rahat, daha kişisel renk koyabiliyorlar. Ciddiye alınma gayreti, dili kasmaya sebep oluyor. Kesinlikle yanlış anlaşılmasın söylediklerim, ben astrologlarımızı çok beğeniyorum. Daha içten yazanların karşılarındakilere daha çok söz iletebildiklerini düşünüyorum. 

Plaza kadınlığını geride bırakıp yeni bir alana geçtiniz. Konforlu alanı terk ederken zorlandıklarınız oldu mu?

Ben Oğlak burcuyum. Has bir Oğlak yaptığı her şeyi hizmet olarak görür. Eski iş hayatımda da statümün sebebi kıyafetim, unvanım değildi, işimi iyi yapmamdı. Bu nedenle saygı görüyordum. Bu durum değişmedi. Hala yaptığım işi iyi yapıyorum ve saygıdeğer olduğumu düşünüyorum.

Bir arkadaşım bana “Mediha hiç utanmadın mı astrolog olarak ortaya çıkmaktan, astroloji çok gayriresmi değil mi?” diye sordu. Ben de “Bir insan yaptığı işe kendinden bir şey katar, böylece yaptığı şey değerli hale gelir, bu nedenle de kaygı taşımıyorum” dedim. Ortaya koyduğum değeri de kimse küçümsemedi çünkü kendimi ortaya koydum.

Örneğin ben kurumsal hayattan sonra ekonomik dengelenme açısından zorlanmıştım.

Benim eski iş hayatımın bitiş dönemi ekonomik açıdan sarsıcıydı. Bu zorluğu daha önce yaşadım ve aslında astrolojiyi profesyonel olarak yapmaya başlamak benim için farklı bir bereket kapısının açılmasıydı. Daha önceki işimde de ortak olduğumdan orada da maaşlı çalışmıyordum, hep yaptığı işin parasını alan bir insan oldum. Sonraki süreçte büyük belirsizlikler yaşadım şirketin ortağıysan şirketin borcuna da, vergisine de ortaksındır. Bu anlamda elimde olan şeylerden de vazgeçtim.

Ancak blogumla beraber aslında şaşırtıcı bir biçimde bu bereket kapısı açıldı benim önümde. İnsanlar yazdığım yazıları sevip haritama bakar mısınız diye talepte bulundular. Ben ortaya çıkıp para kazanmaya çalışmadım, kendiliğinden oldu. Parayı hiç dert etmedim, hep yaptığım işin hakkını almaya çalıştım, yine de makul bir seviyede kalayım erişilebilir olayım istedim. İsmimin büyüklüğü oranında para alayım mantığı vardır genelde. Ben hiç öyle bakmadım, ben olsam ne kadar verirdim diye kendimden paye biçtim. Çok şükür bu işi yapmaya başladıktan sonra beni hiç sıkmamaya başladı hayat o anlamda. 

Sizin için astrolojinin tanımı nedir?

Zamanın ruhunu tarifliyor bence. Ben kehanete inanmıyorum. Kehanet aslında olasılıklardan birinin altını çizmektir. Bir astroloğun görevi olasılıkları tariflemek ve bu olasılıklar içerisinde nasıl bir ışık olduğunu göstermek, umut vermektir. Umut vermiyorsan, insanlara çıkışsızlık duygusu veriyorsan Tanrı’yı oynuyorsun demektir. Hepimizin bir parçası olduğu yaratıcılık sistemiyle aramızda çok güzel bir sohbet olduğuna inanıyorum. Herkesin anda yaptığı bir seçimle, enerjiyi değiştirebileceğine inanıyorum. Hepimizin çabası “Olayları istediğim yöne döndüreyim” şeklinde, oysa seçimle enerjiyi döndürmek bu değildir. “Öyle bir şey yapayım ki, bana şuradan şu kadar para gelsin” ya da “Öyle bir şey yapayım ki o çocuk beni sevsin”… Biz hep hayatı arzularımız yönünde manipüle etmeye çalışıyoruz. Zaten insanın en büyük hatası budur. Yapmamız gereken sadece o an bize yakışanı yapıp gerisini akışa bırakmak ve süreci zorlamak yerine sürecin bir parçası olmaya çalışmaktır.

Bu anlamda astroloji de insanlara sadece şunu söyleyebilir: Şöyle zamanlarda önünüzde şöyle kapılar açılabilir ama görürsün görmezsin, alırsın almazsın, girersin girmezsin, o seninle gönlün arasında.

Bunun ötesinde bir şey söyleyemeyiz. 

Bireysel haritaların, insanı kendisiyle yüzleştirmesi bakımından çok önemli katkı olduklarını düşünüyorum. O güne kadar tam adını koyamadığı birtakım paternlerin tariflenmesine yardım eden bir şey olduğunu düşünüyorum. Benim yaptığım psikolojik astrolojiye yakın bir şeydir, insanların kafasında, ya bu niye böyle diye sorguladıkları bazı şeylere harita “Bak bundan dolayı böyle davranıyorsun böyle olmak zorunda değil şurada bir gücün var” gibi bir yardımcı da olabiliyor. 

Ben insanlara “Sen iyi bir insansın, kötüsün, akıllısın” gibi konuşulmasını sevmiyorum. Bence dönüştürülebilir puzzle’larımız var. Dün akşam harita analizi dersinde Kraliçe Elizbeth’in haritasına çalıştık. Kadının öyle bir dilemması var ki, haritanın orta yerine çökmüş, nasıl çıkar bu insan diyorsun, sonra gücü var onu görüyorsun. Harita onu o gücü keşfetsin ve ortaya çıkarsın diye zorluyor aslında. Hepimiz çok büyülendik o çözümlemeyi yaparken. Bence her haritanın böyle bir durumu var. Güçlü yanlarımız ortaya çıksın diye aslında hayatın teşvik ettiği haritalarımız var ve insanlara bunu göstermek lazım. Benim arzum ve gayretim bu yönde becerebildiğim kadar.

Peki bu hediyeleri kendinize gösterebildiniz mi? Astrolojiyi kendiniz ve kızınız için ne şekilde kullanıyorsunuz? 

O çok farklı bir durum. İnsanın duygusal olduğu konularda elinin altındaki materyali tarafsız kullanması çok zor. Ben yıllarca kızımın haritasına baktım ve göremedim. Kendimle ilgili de şimdi biraz daha tarafsız bakabiliyorum. Kızımın haritasına duygusal olmadan bakabilmeye yeni yeni başladım. Kendine de duygusal olmadan bakman gerekiyor, nasıl bakacaksın, insan en çok kendisiyle ilgili duygusal. Dolayısıyla bu sorunun cevabı hem evet hem hayır.

Bazen olayları yaşadıktan sonra bunun adını koymakla ilgili daha çok faydalanıyorum. Aslında öngörmek konusunda kendime çok da görülü olduğumu söyleyemeyeceğim.

Kendi haritanızdaki zorlu süreçleri önceden fark edebiliyor musunuz?

Bu çok enteresan, biz kanser olduğumuzu, tiroit vs olduğumuzu teşhis konulunca anlarız ama hastalık o zaman başlamaz -ki bir kanserli hücrenin büyüyüp büyüyüp kansere dönüşmesi yıllara tekabül eden bir şey. Dolayısıyla aslında haritaya bakıp benim şurada kanserim başlamış diye göremiyorsun. Ama benim geçen sene haritamda kendini bir konuda baskı altında hissedip dönüşme zorunluluğunu yaşayıp, fiziksel, duygusal, maddi veya manevi -ki bu kişilerde farklı alanlara tekabül edebilir, o alanda yeniden var olmayı öğrenmek gibi bir gösterge vardı ve kanser de tam öyle bir şey. 

Kanser tedavisi senin içinde katılaşmış çıkışsız hale dönüşmüş olan bir şeyin keşfedilip onun dönüştürülmesiyle ilgili bir şey. Pek çok kişi bana sonrasında şöyle dedi: “Mediha sen yeniden doğmuş gibi görünüyorsun.” Benim hayatımda en çok adı konulan şey belki kanserdi geçen sene ama ben gerçekten duygusal, zihinsel, fiziksel olarak ciddi bir dönüşüm geçirdim. Kanser sadece vesilesiydi belki de. Halen de bu dönüşüm sürecinin içinde olduğumu haritamda görüyorum.

Fiziksel sağlığınız için holistik ya da alternatif yöntemlerden de yararlandınız mı? 

Kanserden çok kemoterapi zarar veriyor insana. Sonuçta memeden kanserini alıyorlar ama sonra bir daha böyle bir şey olmasın diye kemoterapi ilaçları veriyorlar.

O gerçekten yıpratıcı olabilen bir süreç, o ilaçları alırken her seansta meditasyon yaptım. Evrende olan her madde içinde Yaratan’ı barındırıyor; kimyasal, sert, katı fark etmiyor, ben de öyleyim. “Bu aldığım maddeler sadece temizlemeleri gerekenleri temizleyip başka hiçbir şeye zarar vermeden çıkıp gidecekler” diye düşündüm öyle de oldu. Sadece saçım döküldü, ufak tefek durumlar ama çok büyük tehlikeli bir şey olmadı. Büyük yan etkiler yaşamadım. O sürede inançlı ve moralli olmamın bunda çok etkisi olduğunu ve o seansları bir tür meditasyona dönüştürmemin de yararlı olduğunu düşünüyorum. Herkes kendince bir yol bulabilir, ben doğada yürüdüm, doğayla bağlantımı unutmamaya çalıştım, hava nasıl diye bakmadım, sahilde ağaçların arasında yürüdüm. Gündelik hayatımı pek değiştirmedim, yine de yorulduğum, işimi yapamadığım zamanlar oldu. Ama en önemlisi korkmadım. Bence korku süreci çok tetikliyor. Dalgayla beraber yüzdüm. Hatta sırtüstü uzandım.

Bu sürecin size hediyeleri ne oldu? Ya da bu süreçte asla yapmayacağım artık deyip de yaptığınız şeyler oldu mu?

Aslında insanın öyle zaaflı bir yapısı var ki, hep yapamamaya formatlısın. Yapabilmek senin gücün değil, senin teslimiyetin. Teslimiyet de güçsüz olduğunun farkına varmakla yapılan bir şey. Yoksunluk insanı arayışa götürüyor. İçindeki dengesizliği çaresizliği bir anlamda hissettiğinde “bul beni, çöz beni, bütünle beni” diye sistemin özüne yönelip “Ben kendi başıma bir yere çıkamıyorum, tutun beni” diye yardım istiyorsun. Bizim yetiştirilme şeklimizde kendine yetme ve “Ben bunu yapabildim” egosu var. Bunu dediğin anda, yapamadığın bir şey çıkıyor zaten ve hatırlatılıyorsun “Yapma yavrum, bak gel, biz seni kucaklıyoruz” diyorlar. Zannettiğinden çok daha geniş kanallara açıksın ama “O kanalları ben yapacağım, dokunmayın bana” diye sen engelliyorsun aslında. Tabii ki böyle durumları ben de yaşıyorum ama kendimi kızmışken, yine beceremedim falan derken bulunca, “Asıl beceremediğin yardım istemek, yardım iste” diyorum kendine. Ara ara bütün kitapları karıştırır okurum. İncil’de “Ben fakir kulumu severim” der. Fakirlik burada parasızlık değil, kendi eksikliğini bilen kulumu severim, ona çok yardım ederim diyor.

Ben de bekar bir anneyim ve bazen geleceğe dair, kızlarımın geleceğine dair soru işaretlerim olabiliyor ve o yüzden kendime daha iyi bakmaya çalışıyorum. Sizin bu konuda herhangi bir deneyiminiz oldu mu? Bunun dengesini nasıl buldunuz?

Benim kızımın daha da özel durumu var. Çünkü otizmli bir kızım var. Zaten otizmli bir çocuğun varsa baştan onun başkaları gibi bir geleceğinin olmayacağını kabullenmek zorunda kalıyorsun. Özellikle bizim ülkemizde özel durumu olan insanlara pek de gelecek sağlayan bir ülke olmadığından o çocuğun alacağı eğitim bile senin kazanacağın parayla an be an paralel gidiyor. Pahalı bir eğitimi var kızımın. Ama “kervan yolda dizilir”i öğreten de kızıma eşlik etmeye çalışmaktır. Çünkü zaman içinde onun hayatıyla ilgili bir tıkanma ya da bitiş yaşadığımda da önümde başka bir kapının açıldığını ve onun için gerekli olanın da bu yeni kapı olduğunu defalarca gördüm. O yüzden artık kaygılandığımda “Yapacağım bir şey var mı? Yok o zaman onu böyle yaratan sistemin mutlaka buna da bir çözümü cevabı vardır, sen sadece sevgiyle yanında dur, başka ne yapabilirsin?” diyorum.

Bir süredir, güzel yüzünüzü, sesinizi daha çok duyuyoruz. Adeta 2 boyuttan 3 boyuta geçti paylaşımlarınız. Bunun kararını nasıl aldınız? 

Başlangıçta olabildiğince kendimi geride tutmaya çalıştım. Söz kendi kimliğini kazansın istedim, iyi de yaptığımı düşünüyorum. Bir süre sonra bunun şöyle bir etkisi oluyor, insanlar sizi çok yukarıya koymaya başlıyor, erişilmez, ulaşılmaz, gizemli bir tipleme yaratmaya çalışıyormuşsun gibi geliyor. Ben olduğum gibi bir kadınım; sıradan, eksik, komik ve bir süre sonra bunu da yansıtmam lazım duygusu geldi. Her şey bu kadar planlı da değil, bazen video çekebilecek kadar enerjik hissediyorsun, bazen de içine kapanıp sadece yazı yazmak istiyorsun. Hiçbir yazıyı bugüne kadar bunun da yazılması lazım diye yazmadım. Bazen yeniay geçer, dolunay geçer yazmam çünkü hissetmiyorum, ne yapayım. Video da öyle. Çekmek lazım diye şevksiz şevksiz çekmek bana saygıdeğer gelmiyor.

DÜŞÜNCE AYAĞA KALKMAK İNSANA DERİN BİR ALÇAKGÖNÜLLÜK VERİR

Mümkün İnsan serisi, zorlukların geçici olduğunu, hayallerin, hedeflerin ulaşılabilir olduğunu hatırlatmak için var. Bu anlamda bize ne söylemek isterdiniz?

Mümkün çok güzel bir isim bu arada. Zorlayıcı zamanlardan geçiyoruz. Konfüçyus’un sözü bir sözü var: “Güçlü bir insan olmak hiçbir zaman düşmemek değildir, düştüğün zaman ayağa kalkabilmektir.” Ayağa kalkmak insana derin ve güçlü bir alçakgönüllülük verir. Alçakgönüllü olmak muhteşem olduğumuz için değil, eksiklik ve zayıflıklarımızla var olmaya devam edebildiğimiz için sevmektir. Bir insan kendini böyle sevebiliyorsa başkalarını da böyle sever. Daha hoşgörülü, sevecen, saygılı sever. Çağımız görüntü çağı. Maneviyatla uğraşan insanlarda bile ben şunları aştım, bunları bitirdim tadında inanılmaz yüksek egolar olduğunu görüyorum. Neyle uğraştığın önemli değil, nasıl yaptığın önemli. Mükemmel değiliz ama samimi olabiliriz. Bence mümkün olan bu; samimi olmak. Her şeyi mümkün hale getiren de bu; samimi olmak.

JUNO’NUN BURÇ TANIMLARI

Juno’nun tarzını merak edenlere küçük bir ipucu… Bakın web sayfasında burçları nasıl tanımlıyor?

KOÇ: Adrenalin Tanrısının Has Evladı!

BOĞA: Doğanın Koruyucu Ruhu…

İKİZLER: Kanadı Olduğu İçin Uçan Ama Dala Özlem Duyan Kuş

YENGEÇ: Alice Tavan Arasında

ASLAN: Gönüllerin Efendisi

BAŞAK: Zodyak’ın Kadrolu Fedaileri

TERAZİ: Uzlaşma Sanatının Büyük Üstadı

AKREP: Tekinsiz Barın Filozofu

YAY: Henüz Görülmemiş Rüyanın Peşindeki Çocuk

OĞLAK: Zodyak’ın Gönülsüz Peygamberleri

KOVA: Evrenin Hınzır Öğretmenleri

BALIK: Büyülü Destenin Kayıp Jokeri!

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

damla_selin_tomru
Reklam ve halka ilişkiler alanında 12 yıl çalıştıktan sonra yaşam amacını keşfetme yolculuğuna çıktı. Bu yolculuk ona iki kitap, yeni bir alanda hizmet imkânı, kadim yerlere tur organize edebilme ve bu alanda röportajlar yapma hediyesini verdi. Heyecanla yeni hediyeleri bekliyor.