Spritüel mi demeliydim acaba? Daha havalı olurdu belki de.
Spirit, İngilizce’de “ruh” anlamına geliyor.
Neyse konumuz etimoloji değil. Konumuz ruhsal bilgiçlerin saldırılarını bertaraf etmekle ilgili.
Kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak bir konuya dem vurmak istiyorum.
Geçmiş bir zamanda annem bir ameliyat geçirmişti. Ağrı içinde kıvranıyordu. Çaresizdim. Elimden gelen sadece dua etmekti. Bildiğim bütün duaları okurken, ellerimin içinden adeta alevler çıkmaya başladı. İçimden bir ses ellerini onun karnına koy diyordu. Koydum. Annem çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Ellerimi çekmemi istiyordu. Ancak benim içimdeki ses onun çığlıklarından daha güçlüydü. Soğukkanlılıkla odadaki herkesi dışarı çıkardım. Hepsi bana bir zalimmişim gibi baksa da umurumda bile değildi. Aradan yaklaşık 15 dakika geçmeden annem gaz çıkarmaya başladı. Sorunu iç karın ameliyatı nedeniyle sıkışmış gazı çıkaramamasıydı. Kısa bir süre sonra da uyuyakaldı. Ben ne olduğunu anlamamıştım belki ama bir şey anneme iyi gelmişti.
O güne kadar sadece dua etmeyi, ibadet etmeyi ve niyet etmeyi biliyordum. Olan biteni sorgulamadım. Elimden şelale gibi akan o hissi kabul ettim. Bir süre sonra insanların ağrıyan yerlerini hissetmeye ve elimi istemsizce oraya koymaya başladım. Önce bağırsalar da sonra müthiş bir rahatlama yaşıyorlardı.
Aradan zaman geçti. Bir arkadaş topluluğunda yeni tanıştığım birisi bana “Bu kanalı nasıl açtın?’’ diye sordu. “Ne kanalı, anlamadım?” diye cevap versem de ilk ruhsal saldırımı almış oldum.
Bilgisizsin. Daha kanal nedir onu bile bilmiyorsun.
Eyvallah, bilmiyorum.
İçimdeki ses “Uzak dur”, diye fısıldadı. Tüm teknik ve uygulamalardan yıllarca uzak durdum. Sadece içimdeki ses ve yöntemlerimle devam ettim. Bazen uçurumdan düştüm, bazen tepelere tırmandım.
Yıllar geçti. Türkiye’de ilk defa yapılan bir TV programının yapımcısı oldum. Kişisel gelişim camiasının tüm ileri gelenlerini konuk alıyorduk. Her gelen kendi tekniğinin ne derece eşsiz olduğunu anlatıyordu. Üstelik size kendinizi yetersiz hissettirmekle ilgili de oldukça becerikliydiler.
“Boynundaki şişliğin farkında mısın?”
Yıllardır guatrımın peşinden gidiyorum. Bu sayede daha sağlıklı beslenmeye başladım, alerji yaratan gıdaları beslenmemden uzaklaştırdım, kansızlığımın kök sebeplerini buldum.
Affedersiniz ama boynumdaki koskoca şişliğin farkında olmamama imkân var mı?
Yüzündeki lekeler, saçların, erkeksi tavrın, kaşların, gözlerin vb. bitmeyen bir okuma dünyasında kendimi oldukça çaresiz hissediyordum.
“Bana izin ver hemen geçireyim”
“Nefes çalışmalısın.”
“Enerji bedeninde sorun var.”
“Bilmem ne çakran kapalı.”
Kaçmak, görünmez olmak ya da çığlık çığlığa bağırmak istesem de ilk başlarda kendimi oldukça yetersiz hissetmiştim. Ne çok bilgi vardı ve benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Teknikler, taktikler, geçmiş hayatlar, gelecekten haber verenler vb. Bu konulara daha lise yıllarında merak sarmış ve ağzımın payını alıp, sessizce köşeme çekilmiştim. Bilgi alacaksam okur ve araştırırdım.
Bunu eksik yaptığın için bunları yaşıyorsun.
Şunu bilsen işi çözersin.
Meditasyon yapmazsan olmaz.
Yıllar önce bir grup meditasyonuna katıldığım gece karabasan görmem geldi aklıma. O gece yaşadığım deneyimden sonra kendime söz vermiştim, bir daha bilmediğim bir konuya dalmayacak ve kendimi korumaya öncelik verecektim.
Ne yapmalıydım?
Onların bildiklerini bilmiyordum belki ama içimdeki ses sadece dinle diyordu. Dinledim, başımla onayladım. Zaten istedikleri de buydu: Dinle, bilmediğini kabul et ve benim bu konudaki otoritemi onayla.
İç sesimin ve rüyalarımın rehberliğinde kendimi birçok sorundan çıkarmış, üzüldüğüm olayların benim hayrıma olduğunu anlamıştım.
Bildiklerim, tecrübelerim, eğitimim, meraklarım bu camiada pek itibar görmüyordu. Üstelik kimse kim olduğumu, hangi konuların ilgimi çektiğini, neler yaşadığımı sorma gereğinde dahi bulunmuyordu.
Bir gün benim hakkımda zerre kadar fikri olmayan birisi dönüp “Sen de bu spritüel konularla ilgilenmelisin” dedi. Ben öylece kalakaldım.
NEDİR BU SPİRİTÜEL KONULAR?
“Hangi alanda eğitim aldın?” sorusuyla başlıyordu saldırılar.
Benim cevabım “Bu konularla ilgili hiçbir alanda eğitimim yok’’ olduğunda acıyan, biraz yukarıdan bakan bir tavırla bana eğitim haritası çiziliyordu: Şu sistem, bu yöntem, bu teknik, bu dernek, şu kamp vb…
Aradan zaman geçti. Bildiklerimi anlatmaya ve yazmaya başladığımda benzer sorular aldım.
Nerede eğitim aldınız?
Niyetle ilgili kitap yazmak için kimden eğitim aldınız?
Bu sefer susmadım.
“Kaynaktan’’ cevabımı verdiğimde saldırılar durdu sanıyorsan, yanılıyorsun.
Rüya kitabımı yazarken bir kaza geçirdim. Sol dizimden yaralandım. O sıralar eril- dişil derslerimi Youtube kanalımdan da canlı yayınlıyordum.
Tüm ağrılarımı görmezden gelerek bacağımda çelik alçıyla eğitimlerime devam ettim.
Yorumlarda birçok kişi “Çok biliyorsun da neden başına bu geldi?” şeklinde yazılar yazdı. Onları anlayabiliyorum. Eleştiri bizim toplumun iletişim biçimi. Asıl saldırıyı yakın çevrem ve şifacılardan aldım.
Konu kaza geçirmem değildi. Acı çekmemse hiç değildi. Konu beni onların uyguladığı yönteminin -pıt- diye iyileştirecek olmasıydı.
Ne söylesem ne anlatsam cevapları ortaktı: “Sen alamıyorsun, sen şifaya kapalısın, benim dediğimi yapsan hemencecik geçecek.”
Kendimi çaresiz, yalnız ve yetersiz hissediyordum.
Tam bir ay boyunca, etrafımdaki bu terörist saldırılardan kaçmak uğruna ağrıdan kıvranmama rağmen ne dizimin halini ne de kendimi görecek bir haldeydim.
İYİLEŞMEK İSTEMİYORSUN NARALARI
Bir ayın sonunda Adana’ya gittim, MR çekildi. Doktor sonucu görünce yüksek bir sesle hemen olduğumu yere oturmamı söyledi. Bu acıya nasıl katlandığımı, bütün bağların koptuğunu, kemik içinde ciddi bir ödem bulunduğunu ve sakat kalmak üzere olduğumu söyledi.
İlk kez birisi acımı fark etmişti. Bunca yıl tıbbın canımı acıtan anıları nedeniyle uzak durmaya ant içtiğim sistem beni görmüştü.
Üstelik o şehirde olma sebebim bir seminerle ilgiliydi. Bütün gün bacağımı görmezden gelmek için önceliklerim vardı.
Orada nöralterapi ile tanıştım. Çok iyi geldi.
İstanbul’a döner dönmez tedaviye devam ettim. Akupunktur doktorumdan da tedavi alıyordum.
Şifacı terörü durdu mu? Hayır! “Hali hazırda ruhsal olarak iyileşmek istemiyorsun. Bilmem ne yöntemini, bilmem ne tekniği uygulasan geçer” naralarıyla dolaşanlarla çevrilmiştim.
Bir gün akupunktur doktorum “Ben olsam ameliyat olurdum. Bu diz cerrahi müdahaleye muhtaç” dedi.
Hemen doktor arkadaşlarımın desteğiyle bu konunun uzmanını bulduk. Kazadan neredeyse 1,5 ay geçmişti.
Doktor beni gördü ve “Neden bu çelik alçıyı taktın?” diye sordu. Sustum. Verecek cevabım yoktu. ‘’Kasların erimiş, biraz güçlendirelim, öyle ameliyat edelim” dedi.
Kabul etmedim. Yaklaşık 20 gün sonra önceden planlanmış Nepal seyahatim vardı.
Doktorum ameliyat etti. Çok acı verici ama bir o kadar da başarılı bir operasyon geçirdim. Kızımın bakımıyla hastane günlerim çok iyi geçti.
Bu yöntemi seçtiğim için aldığım ruhsal saldırılar iki katına çıktı.
Kendi seçimimi savunmaktan yorulsam da içimde bir yerlerde ‘’Doğru mu yaptım acaba?’’ sorusuyla uğraşırken alternatif tedavilerime devam etsem de fizik tedavime geç başladım.
Fasya dokum yapışmıştı.
Şifacı saldırıları daha da arttı. “Benim dediğimi yapsan” naraları artık çığlıklara dönüşmüştü.
Neyse ki o arada seyahate gittik. Orada ve sonrasında dizimi ve dizimle ilgili sorunları görmezden geldiğimi fark etmem zaman aldı. Aksıyordum. Bacağım kısa kalmıştı.
Sol yanın, soldaki sorunların, sen alamıyorsun, sen …., sen….
Bitmedi. Susmadılar.
Kararımı verdim. Kendime bir yol haritası çizdim. Bu seslere kulaklarımı kapattım. 13 yıldır yaptığım ve kendimi rahat hissettiğim yogaya sığındım. Kısa da olsa bacağım benimle kalmıştı. Belki eski haline gelmeyecekti ama benden ilgi bekliyordu.
Ne mi oldu?
Tam bir yıl sonra bir gün grup dersinde, en sevdiğim hocam onca yıl yapmaktan en korktuğum el duruşunu göstermek için benden yardım istedi. Hemen yanına koştum. O ne diyorsa yaptım. Dizime de fısıldadım – senin desteğine ihtiyacım var- bir kerede ve güvenle el duruşuna kalktım. Yıllar sonra ve mum gibi sapasağlam bir şekilde hem de.
Hocam beni tebrik etti. O anda fark ettim ki iki bacağımın uzunluğu eşitlenmişti.
Sol dizim benim motivasyon kaynağım.
Yürümezsem hemen nazlanır, esnetmezsem gücenir. Sohbetimiz bize iyi geliyor.
ÖNCE SORUMLULUK SONRA RİTÜEL
İnsanlar çağlar boyu önce sadece inanmışlar, sonra inançlarına tapmaya başlamışlar ve neticesinde de bir süre sonra o putları yıkıp yenisini aramışlar. Neden biliyor musunuz? Putlar işlerini halletmemiş. İlk insanlar dahi öncelikle üstlerine düşen görevi yapıp, ardından ritüellerini yapmışlar. O dönemde tıbbi bir yaklaşım olmadığı için de doğadan ve başka yöntemlerden yardım almışlar. Vebayı, kızamığı ve birçok hastalığı kötü ruhların işi bilmişler.
İnanmak insanı güçlü kılar ancak inancınız sizi hareket etmekten alıkoyuyor ve elinizdeki sihirli güçle hemencecik her şeyi halledeceğinizi düşünmeye başlıyorsanız, yeniden gözden geçirmekte fayda var.
Derse girmeyen, sınava hazırlanmayan bir çocuğun doğaüstü güçleriyle sınıf geçeceğini söylemesi sizde nasıl bir etki uyandırıyor?
SİZİN YOLUNUZ DAHA HIZLI ANLADIM
Şifacının gücü, şifa alanın niyetinden gelir.
Şifacı bunu hatırlamalı diye düşünüyorum
Hali hazırda boğazımdaki şişlikle ilgili aldığım saldırılar devam ediyor.
Bu duruma sadece gülümseyerek cevap veriyorum.
Onunla benim arama girmeyiniz.
Sizin şifanız şifa anladım, sizin yolunuz daha hızlı anladım.
Ama benim rengim gök mavisi,
Ben tam dünyaya göreyim, ben tam kendime göreyim.*
Turgut Uyar- Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir’den esinlenilmiştir.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.