Büyüdüğüm evlerde Atatürk, bir isimden ya da tarihi bir figürden çok daha fazlasıydı. Onun ilkelerini benimsemek, hayatımızın omurgasını oluşturuyordu. Evler diyorum çünkü benim kendi evim dışında ikinci evim anneannemin eviydi. Özellikle onun evinin duvarlarında asılı olan Atatürk’ün ciddi bakışlı fotoğrafları, ara ara tekrar edilen Kemalist ilkeler ve sıkı bir disiplinle onu anlamam, onun yolundan gitmem öğütlenirdi. Atatürk, sadece ulusal bir kahraman değil bir tür aile mirasıydı bizim için. O mirası taşımak ise onurlu ama aynı zamanda ağır bir sorumluluktu.
Çocukluğumda Atatürk’ü sevgiyle ve saygıyla öğrenirken içimde her geçen gün onunla ilgili bir merak büyüyordu. İlk başta onun zorlu şartlar altında nasıl bir lider olduğunu, ülkeye nasıl ışık getirdiğini ve bu devrimi nasıl başardığını anlamaya çalışıyordum. Ancak bu merak zamanla bambaşka bir hal aldı. Atatürk’ü okumaya, onun fikirlerine ve vizyonuna daha yakından bakmaya başladıkça zihnimde ve yüreğimde başka pencereler açıldı. Öyle bir noktaya geldim ki onun sadece bir devrimci, bir asker veya bir lider olmadığını; aynı zamanda bir bilge, bir vizyoner olduğunu anladım.
“Kendi hayatımı inşa ederken bu vizyonun bir parçası olarak, onun hayalindeki özgür ve bilinçli kadınlardan biri olmayı bir sorumluluk olarak hissettim.”
Atatürk’ün bir bilge olarak gösterdiği en büyük örneklerden biri, eğitimin önemine olan inancıdır. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünün derinliğini genç yaşlarda anlamak kolay değildi ancak zamanla anladım ki Atatürk, insanın kendini sürekli geliştirmesinin bir ülkenin geleceğini nasıl değiştirebileceğini çok önceden görmüştü. Yeni bir alfabe getirerek toplumun eğitim seviyesini hızla yükseltmeye çalışması, bir milletin zihinsel olarak da özgürleşmesi için atılan en büyük adımdı. Bu vizyon, onun sadece askerî başarılarla değil insan zihninde ve ruhunda bir uyanış yaratmak istediğini gösteriyordu. Bu farkındalık, bende de kendi zihinsel sınırlarımı aşma arzusunu uyandırdı.
Onun vizyonu, gelecekteki kadın nesillerine verdiği değerde de kendini gösteriyordu. Kadınların eğitimine, sosyal hayata katılmasına olan inancı, bana da cesaret verdi. Bir kadın olarak toplumda yer edinmenin, kendi fikirlerimi ifade etmenin ve özgürce var olmanın aslında Atatürk’ün bize sağladığı bir hak olduğunu anladım. Atatürk’ün hayalindeki özgür ve bilinçli kadınlardan biri olmayı bir sorumluluk olarak hissettim. Bu, benim içimdeki gücü ortaya çıkardı; özgürleşmek, kendi potansiyelimi fark etmek ve sınırlarımı aşmak için adım attıkça onun vizyonuyla daha da güçlendim.
“Bir Atatürk çocuğu olmak, bana imkânsız diye bir şeyin olmadığını öğretti. Çocukken peri masallarında aradığım mucizelerin aslında insanın kendi zihninde saklı olduğunu fark ettim.”
Atatürk’ün zihninde yarattığı Türkiye hayalini gerçekleştirme çabası, bana her şeyin önce zihinde başladığını ve en büyük mucizelerin inançla yaratıldığını öğretti. Onun kendisine ve milletine olan sonsuz inancıyla, yoktan var etmenin en güzel örneklerini sergilemesi, benim de hayallerimden korkmamam gerektiğini hatırlattı. Çünkü insan, yaratım gücünün farkına vardığında imkânsız diye bir şey olmadığını anlıyor. Atatürk, bu gücü bana ve tüm bir millete gösterdi.
Onun bağımsızlık savaşında, kendi halkına olan güveni ve geleceğe olan inancı, bir milletin nasıl baştan yaratılabileceğini gösterdi. “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” dediğinde, aslında ülkenin varlığına olan güveninden değil, toplumun özündeki değişim gücüne olan inancından bahsediyordu. Bunu fark etmek, bana da kendime olan inancımı artırdı. Hayatta karşılaştığım zorlukları, toplumdan gelen sınırlamaları, tüm korkularımı onun örneğiyle yenmeye başladım. Atatürk, bende sadece bir lider değil, zihin sınırlarını aşabilmenin bir sembolü oldu.
“Anladım ki hayata her seferinde daha geniş bir pencereden bakarak sınırsız olasılıkları keşfetmeye devam etmek aslında daha çocukken Atatürk sevgisiyle verilmişti bana.”
Bir Atatürk çocuğu olmak, sadece onun izinden gitmek değil; aynı zamanda zihinsel sınırları aşarak kendi potansiyelimi keşfetmek demek. Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bir yol gösterdi. Ancak bu yol, sadece bilgiyle sınırlı değildi; aynı zamanda insanın kendi yaratım gücüne inanmasını da kapsıyordu. Ona hayran kaldıkça öğrendim ki her insan içinde mucizeler yaratabilecek bir güç taşıyor. Bu gücü keşfetmek ve dünyaya kendi ışığımızı yaymak, ancak ona olan inancımız kadar mümkün.
İnsan, yaratım gücüne inanır ve zihninde başarabileceğine dair net bir inanç geliştirirse her şeyin mümkün olduğunu anlıyor. Atatürk’ün mirası, bana sadece bir milletin bağımsızlığını değil, her bireyin içindeki sınırsız potansiyeli nasıl ortaya çıkarabileceğini de öğretti. Onunla büyümek hem bir onur hem de bir özgürleşme yolculuğu oldu benim için.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.