Farkındalık

İçinde ne varsa dışında da o vardır

Bu aralar tekrar ama aslında yıllardır gündemimde dönen bir konudan bahsetmek istiyorum bugün size. Özellikle yaptığım bireysel danışmanlıklarda da çevremde de gözlemlediğim bir şey. Konumuz: Ayrılık yaratma mevzusu, “bir” olduğumuzu bir türlü anlamama meselesi.

Yıllar önceydi, hayatımdaki en büyük arayış zamanlarından biriydi. Yolum reiki ile kesişmişti bir arkadaşım sayesinde. İyi ki de kesişti, her şeyin müthiş derecede değişeceği bir dönemin tatlı bir başlangıcıymış meğer. Reiki 1. seviye uyumlamama gitmiştim. Bu uyumlama için reiki masterımız önce herkesi tek tek yanına alıyor, meditatif bir halde kişileri önce reiki 1 kanallığına uyumluyordu. Sonrası eğitim ve sohbet şeklinde geçiyordu. Uyumlamayı gerçekleştirirken de bazen bizlerin yüksek benliğinden bir mesaj alabiliyor ve bizimle paylaşabiliyordu.

Ayrılık yok

Sıra bana gelmişti ve uyumlamam başlamış, yaklaşık 15 dakika sürmüştü. Uyumlamam sonrası sevgili masterım Öznur Açıkalın bana bir mesaj iletti. Dedi ki: “Yüksek benliğin seni bana bir çınar ağacı olarak gösterdi. Çok büyük, heybetli ve bir uçurumun kenarındaydın. Fakat yalnız olduğunu sanıyordun. Oysa bilmelisin ki hiçbir zaman yalnız değilsin. Dallarına konan kuşlar var, köklerin toprakla bir, dökülen yaprakların uçuyor ve güzel diyarları ziyaret ediyor ama sen kendini tüm bunlardan ayrı sanıyorsun. Ayrılığın olmadığını, her şeyin bir olduğunu idrak ettiğinde senin için her şey tamamen değişecek.” Şimdi yazarken bile tüylerim diken diken oluyor ve kalbim kocaman gülümsüyor. Bütün bu bilgileri duymak ve zihinsel seviyede anlamak elbette ki yeterli olmayacaktı ama o sırada elimden gelen en iyisi buydu.

Yargılamak ve ben mi?

Uyumlama sonrası devam eden süreçte bir kitaptan söz etti Öznur Hoca: Ruhsal Astroloji. Artık bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. O zamanlar benim için yepyeni bir şeydi. Dedi ki: “Mutlaka almanızı ve kuzey ay düğümünüzü okumanızı isterim. Okuduğunuzda her şeyin nasıl da en başından beri planlı olduğunu anlayabilirsiniz. Bu da çok güzel bir şeydir, böylelikle bu yaşamda direnmek yerine, kendi planımıza güvenebilir, bunu böyle tasarladıysam bir bildiğim vardır diyebiliriz. Bu da teslimiyete yardımcı olur.” Kulağa harika geliyordu. Tabii ki aldım ve bir solukta kendi kuzey ay düğümümü okumaya başladım. Kitapta, geçmiş yaşamlarımızdan, oradan getirdiğimiz alışkanlıklarımızdan, gölge yanlarımızdan ve bu yaşamda yüzümüzü dönmemiz gereken yönden bahsediyordu. Benim kuzey ay düğümüm balık, dolayısı ile güney ay düğümüm başak. Başak güney ay düğümümden ötürü geçmiş yaşamlarda kontrolü, mükemmelliyetçiliği, rol model olmayı, hatasız ve kusursuz olmayı çok biliyordum. Bu o yaşamlar için çok güzel bir şeydi, çok işime yaramıştı. Fakat bu yaşamda bu, her şeyi hala bildiğimi sanmama, kontrolcülüğe, aşırı mükemmelliyetçiliğe ve benim için en vurucu detay olan “yargı” ya sebep oluyordu. Bunu okuyunca, o kadar rahatsız oldum ki. Yargı mı? Ben mi? Ben asla kimseyi yargılamazdım. Herkesi olduğu gibi kabul ederdim. Hatta insanlar bile söylerdi, senin yanında kendim olabiliyorum, çok rahat hissediyorum derdi. Bu nasıl olurdu? Diye diye, kitabı bitirmeden onu bir kenara kaldırdım. Kitaba resmen küstüm. Kendimi yargılanmış hissettim. İçeride ne varsa dışarıda da o vardır sonuçta, değil mi?

Yaklaşık 1 hafta ya da 10 gün geçti, dayanamadım aldım tekrar, okumaya devam ettim. Çünkü o aradaki süreçte inanılmaz bir şey fark etmiştim: Yargılıyorduuum! Şimdi çok gülüyorum ama o zamanlar o kadar zoruma gitti ki bunu fark etmek. Evet, ben insanları yargılıyordum. İnsanların ne kadar sağ duyulu olduklarını ne kadar iyi insan olduklarını, samimiyetlerini sürekli tartıyordum. Ama asıl önemlisi, benim için hiç kimse yeterince iyi insan değildi.

Gerçekliğimde deprem oluyor

Bunu büyük bir farkındalık sanırken asıl bunun yaşamıma yansımasını fark etmem sert bir tokat gibi inmişti. İnsanları yargılamamın sebebi, kendimi onlardan daha gelişkin, farkında, iyi, derin, samimi, daha çok şey yaşamış, görmüş olarak düşünmemdi(!) Ve bu neye sebep oluyordu biliyor musunuz? Kendimi onlardan ayırmama. Topluluklar arasında öylesine yalnız hissediyordum ki. O ortamların içinde nasıl da huzursuz ve mutsuz olduğumu ise asla belli etmiyordum. Yüzümde koca bir maske vardı. Gülümsüyordum, çünkü ben hep gülümserdim. Ben, masaya neşeyi getirendim. Bu adeta benim kimliğimdi. Fakat bu ortamlarda masaya koyduğum neşe, nedense takdir görmüyordu. Konuşmaya başladığımda, bir başkası araya giriyor, beni kimse duymuyordu. İşte, diyordum, o kadar sığlar ki, o kadar benciller ki… Ne dahil olabiliyordum ne de dışında kalabiliyordum. Sonuç olarak yine de dışında kalıyordum ve dışarıda onlar tarafından bırakıldığımı sanıyordum. Ne manyakça bir akıl oyunuydu bu? Şoklar içindeydim. Tüm gerçekliğimde bir deprem yaratmıştı bu anlayış. İnsanları, ortamlarını o kadar yargılıyordum ki içlerine girsem bile gerçek ve samimi bir şekilde var olmuyordum. Ve tabii ki var olamayınca kimse beni görmüyor, duymuyordu çünkü bunu ben seçiyordum. Buna ne dersiniz? Ego? Kibir? Evet doğru, kesinlikle doğru. Negatif egom kulağıma sürekli “sen özelsin” diye fısıldıyor, “onlar seni anlamaz” diye eklemeyi de unutmuyordu. Onların hayatları daha ışıltılıydı, onların ailesinin daha çok parası vardı, onlar hiç zorluk yaşamamıştı, her şey zaten kucaklarına düşmüştü. Ya ben? Ben buraya tırnaklarımla, yalnız başıma gelmiştim ve bunu onlar hiçbir zaman anlamayacaktı. Canım egom benim. Karıştırdığım oyunlara da bir bakın.

Oyuna beni de alsınlar istiyorum

Reiki 1, kitap derken 21 gün civarı geçmişti ki ben koşa koşa reiki 2. seviye uyumlamamı almaya gitmiştim. Masterım uyumlamamı yaptı ve yine bir mesaj olduğunu söyledi. Şöyle dedi: “Bu sefer seni bir evin içinde küçük bir çocuk olarak gördüm. Camdan dışarıyı, sokakta oynayan çocukları izliyordun. Sen de orada olmak istiyordun ama sanki cezalı gibiydin. Çıkman yasakmış gibi. Fakat sana bu cezayı veren senden başka birisi değildi. Oynamak istiyorsan, çık ve oyna!” Allaaahıııım! Müthiş bir metafor değil mi? Hayatımın o evresinde tam da yaşadığım şeydi. Ben de oynamak istiyordum. Aslında istediğim şey, oyuna kabul edilmekti. Fakat içimde bir parça, onları da oynadıkları oyunlarını da yargılıyor, değersizleştiriyordu. Gerçekte olan şey ise şuydu: Kendime o kadar güvenmiyordum ve öz değer konusunda o kadar bocalıyordum ki beklediğim kabulü kendime o kadar vermiyordum ki bununla yüzleşmek yerine, kendi dışımdaki şeyleri değersizleştirip zaten onlar bana layık değil diyordum. Çünkü yeterince anlayışlı değillerdi, yeterince bilmiyorlardı, akılları havadaydı, benim gibi bir hayatları olmamıştı ve üç nokta…

“Olan şey, olamayan her şeydi.”

Bu bahsettiklerim üzerinden bayağı uzun bir zaman geçti. Şimdi bulunduğum yerden de bambaşka bir şey daha görüyorum: Etrafımdaki dünyanın nasıl da içimdeki ayrılığın yansıması olduğunu. Yıllarca kendimi o kadar çok parçalara ayırdım ki… En başından beri bende bir sorun var sandım ve ne yaparsam yapayım bu bozuk halim hiçbir zaman tamir olmayacak sandım. Hiçbir zaman yeterli olamayacağım sandım. Bu dünyada yerim yok sandım. Bütün bu kendine acıma hali için de kendime çok güzel bir kılıf örmüştüm, sorun bende değil onlardaydı. Bunu şimdi şöyle derdim: Sorun onlardaysa, sorun bende demektir. Ve sonra da tekrar şu şekilde düzeltirdim: Ortada sorun falan yoktu. Olan şey, olamayan her şeydi. Olamayan şeyse bizzat bendim, ben olma halimdi. Şimdilerde ise artık ilgilendiğim tek şey, tüm parçalarımı dağıttığım her şeyden geri almak ve bir bütün olmak. Çünkü şimdi biliyorum ki ayrılık yok. Ama dünyamda ayrılığın olmaması için tek şart, içimde de ayrılığın olmaması.

Sevgi Olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.