Hiç aklınıza gelen bir şeyi unutup, sonra neydi acaba diye merakta kaldığınız oldu mu? Bende oldu hem de pek çok kere. İşte bu sabah da aynı durumu yaşadım ve aklıma getirinceye kadar oldukça rahatsız oldum.
Sabah erkenden kalktım ve yatağımdan bile çıkmadan günün ilk makalesini yazdım. Duşumu alıp giyindikten sonra, çay suyunu ocağa koymak için mutfağa giderken merdivenin ilk basamağında aklıma yeni makale yazmak için harika bir fikir geldi. Çayı koyayım, kedilere mamalarını vereyim ve hemen bilgisayar başına geçip bu konuda da yazayım dedim. Çayı koydum, kedilere mamalarını verdim ve salona geldim. Perdeleri açtım, balkon kapısını açıp, salonu havalandırdım. Sonra dün gece yediğimiz ay çekirdeği kabuklarının bazılarının yerlerde olduğunu gördüm. Aldım elime süpürgeyi ve onları temizledim. Bu arada kaynayan su sesi beni mutfağa çağırdı ve çayı demledim. Bir anda aklıma makale yazacağım geldi ama konu neydi? Unutmuştum bile. Neydi, neydi, neydi, konu neydi? Bir süre yazmak istediğim konu aklıma geri gelmedi. Üstelemedim, kendi haline bıraktım. Tam çöpe bir şey atacaktım ki bir anda hatırladım ve sevindim.
Konum, “Kişilikler sevmez, bir şey isterler’’ idi.
‘’Kişilikler sevmez, bir şeyler ister’’ sözünü ilk defa 2005 yılında gittiğim Byron Katie’nin The Work okulunda duymuştum. Ne demek kişilikler sevmez? Elbette beni sevmeyeni, kızdıranı neden seveyim ki? Benim alıştığım düşünce ve inanç kalıplarından o kadar farklı değildi zaten ve normaldi sevmemek. Benim içine doğduğum, alıştığım dünya böyle idi zaten.
Benim dünyamda insanlar eğer iyi, cici, uslu, başarılı, zengin, statü sahibi olursan, onları üzmez, dediklerini yapar, aykırı olmazsan seni severler, yoksa sevmezlerdi.
Ego sevgisi sahip olmak, kontrol etmek, vermek ve karşılığında bir şeyler kazanmak üzerine kurulur. Koşulsuz sevgi ise aksine, bencil değildir, beklentisi yoktur, sahip olmayı içermez. Kişi hakkında herhangi bir şeyi değiştirmek veya kontrol etmek istemez. Olan her şeyi olduğu gibi kabul eder ve yargılamaz. Var olan her şeyi olduğu gibi kabul eder. Daha çok paylaşır ve insan ve tüm canlıların yaşamlarına katkıda bulunur. Koşulsuz sevgi herhangi bir canlıyı ve var olan her şeyi hiçbir beklenti içerisine girmeden sevebilme halidir. Sevmek için hiçbir şart koymaz bu sevgi. Koşulsuz sevgiyi deneyimleme mertebesine gelebilmiş insan, var olan her şeyi olduğu gibi kabul eder ve sever. Onun dünyaya bakış açısında yanlış bir şey yoktur ve onlar koşulsuz sevgi olan, özlerinden gelen ve dünyaya sevginin gözü ile bakabilen bireylerdir. Yani kısacası koşulsuz sevgi şart koşmadan sevmektir. Ama bunca yıllık deneyimime bakınca beklenti ya da karşılık olmadan birini seven parmak ile sayılacak kadar az insan tanıdım. Hatta kendim bile bu sınıfa girmekte oldukça zorlandım. Çoğu zaman ise hala deneyimlemekte oldukça zorlandığım da oluyor. İnsanları ve var olanı sevmediğimi fark ettiğimde ise onları ve olanları neden sevmediğime bakmaya ve sevgisizliğimin arkasında yatan düşünceyi bulmaya odaklanıyorum. Dünya benim istediğim gibi dönsün istermişim meğer. İnsanlar benim istediğim gibi davranmalı, ihtiyaçlarımı karşılamalı, beni sevmeli, ilgilenmeli, dünya beklentilerime ve benim standartlarıma göre olmalı gibi pek çok beklentim ve şartım varmış. Beklenti listeme uyanları mükafatlandırıp severmiş gibi yaparken, uymayanlara ise sevgi duvarlarımı kapatıverirmişim meğer.
Küçükken severdim. Sevmeyi çok daha iyi bilirdim. Anda yaşar ve sevgiden uzaklaşmazdım. Peki, sonra ne oldu da sevgiden uzaklaşıp, şartlı sevgiye geçiş yaptım? Başkalarından öğrendim sevmemeyi, belki ego devreye girdi. Bilmiyorum ne oldu? Ama şunu biliyorum ki ne oldu ise olmasına ihtiyacım olduğu için oldu. Koşullu sevgi bana kim olmadığımı gösterdi ve bu yol sayesinde de bana gerçekte kim olduğumu ve koşulsuz sevginin yolunu buldurdu.
İki sene önce Amerika’dan yeni dönmüş ve Bodrum’daki yazlığımda, deniz kenarında güneşleniyordum. Her Türkiye’ye dönüşümde genelde arkadaşlarıma telefon eder, hatır sorar ve sohbet ederim. Birkaç telefon yaptıktan sonra çocukluğumdan beri tanıdığım, benden üç yaş büyük ve hem de sevdiğim bir arkadaşımı aradım. Telefonu soğuk ve sevgiden uzaklaşmış olarak algıladığım bir ses tonu ile “Merhaba Feza’’ diye açan arkadaşımın sesi ile karşılaştım. “Merhaba, nasılsın?” diyen sevgi dolu sesimin karşılığını bulamıyordum. Sesi boğuk ve çok soğuktu. En nihayet dayanamadım ve “Ne doldu? İyi misin? Sesin pek iyi gelmiyor” dedim. “Valla Feza ben sana çok küstüm” dedi. Şaşırmıştım. Küsmüş mü? Neden diye sordum. “Tüm Türkiye yandı, her yerde yangınlar oldu. Karadeniz’de seller oldu, memleketimizde sel felaketi oldu ve sen beni Amerika’dan arayıp geçmiş olsun demedin ve ben sana çok gücendim” dedi. Şoke olmuştum. Şok içinde sadece “Ben Amerika’dan genelde acil bir şey olmadan hiçbir arkadaşımı aramam. Daha Amerika’dan iki gün önce geldim ve seni aradım işte” diye savunmaya girdim aniden. Keyfim kaçmıştı. İkimiz de formalite icabı “mış” gibi yaparak çocuklardan, torunlardan nasıllar, iyiler gibi çok kısa bir iki cümle daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Canım gerçekten sıkılmıştı. Bu ne demekti şimdi yani? Telefon edecekmişim ve hanıma geçmiş olsun diyecekmişim, şu işe bak ya? O anda sevgiden uzaklaştım ve onu sevmedim. Neden? Çünkü bana göre saçma bir şey yapmıştı ve yaptığı adaletli değildi. Beklentisi benim düşünceme göre gereksizdi. Telefonu kapattıktan sonra yanımdaki şezlongda yatan eşim Metin’e durumu anlattım. Metin “Bir kere yangın benim memleketim Manavgat’ta oldu ve Manavgat’ın ciğeri ormanlarımız kül oldu. Tanıdığım onlarca insanın evleri, zeytin bahçeleri, muz ağaçları yandı. Yangın Side’deki evimizin 1 kilometre ötesine geldi ki senin bu arkadaşın bizim Side de oturduğumuzu biliyor. Manavgat’ta can kaybı da dahil binlerce insan yangının mağduru oldu. İkincisi evet, Karadeniz’de sel felaketi oldu ve en çok da senin ve o arkadaşının doğum yeriniz olan memleketiniz etkilendi. Arkadaşının beklentisini ve sana aldığı bu tavrı adil bulmuyorum. Bir kere sel felaketi sadece onun doğduğu yerde olmadı, orası senin de doğduğun şehir. İkincisi yangın onun değil benim memleketim ve hem işyerlerimizin hem de evimizin, tüm akrabalarımızın olduğu Manavgat’ta oldu. Eğer arayıp geçmiş olsun demesi gereken biri var ise oda sen değil o olmalıydı” dedi.
O günden sonra bu arkadaşım ile olan ilişkimde bir şeyler değişti. Onu koşulsuz sevmekten vazgeçmedim, geçmem de. Ama artık eskisi kadar yakın görüşmemeyi seçtim. Aslında belki de ona iyilik ettim. Arkadaşımın yüksek standartlarına ve beklentilerine uyabilmem mümkün olamayacaktı ve onu kendim gibi bir insandan kurtarmış oldum. Artık benim yüzümden zihninde “Aradı, aramadı” muhabbetine ve beklentisine girip, üzülmek zorunda kalmayacaktı.
Koşulsuz sevginin şerefine…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.