Hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Her hayalimizin nihai amacı, mutlu olmak. Mesleki başarı, ruhsal tatmin, ikili ilişkilerimiz, anlamlı bir hayat, bir amaca sahip olmak gibi hedeflerimiz olsa da aslında arzuladığımız şey, bunlar gerçekleştiğinde mutlu olabilmek. Çoğu şeye sahip olmanın mutluluğumuz üzerinde etkisi yok. Bu yazıda, durmaksızın peşinde koştuğumuz mutluluğun tam olarak ne manaya geldiğine bakalım. Mutluluğu nelerin belirlediğini, bunun ne kadarının bizim elimizde olduğunu ve mutlu insanların ortak özelliklerini anlamaya çalışalım.
Mutluluğu bazen başka şeylerle ilişkilendiriyoruz. Fiziksel ihtiyaç ve istekleri karşıladığımızda haz alıyoruz ve mutlu olma hissini de çoğu zaman buradan değerlendiriyoruz. Fiziksel tatminler kısa süreli oluyor, sevinç gibi. Yeniden acıkıyoruz, çok arzuluyoruz ama ona kavuştuğumuzda aynı coşkuyu hissetmediğimizi fark ediyoruz. Bu sadece bir devinim. Mutluluk; sürekli zevk peşinde koşmak, eğlenmek veya sürekli neşeli olmak değil. Kapitalist düzende dayatılan mutluluk -hedonik mutluluk- yani gazetelerden, sosyal medyalardan ve çevremizden bize dayatılan bir mutluluk algısı. Materyalist ve narsist bir yerden geliyor bu da. Daha fazla başarı, daha fazla ün, sahip olunan ama sonunda bize sahip olan eşya, unvan, diğerlerinden ne kadar öne çıkarsan o kadar mutlu olacaksın düşüncesi… Yani, mutlu olmak için sürekli haz almak, hedonizm…
Sürdürülebilir Bir Mutluluk
Epikür, mutluluğa çok değiniyor. Mutluluğu; beden ve ruh sağlığı, zihin ve yüreğin birbiri ile bağla odaklanması olarak ele alıyor. Ruhsal dinginlik, gerçek mutluluk hedonizmde var fakat anlamı yok. Uzun zamandır hayalini kurduğumuz şeyi elde ettiğimizde uzun zaman mutlu olmuyoruz. Pozitif psikolojinin kurucusu Martin Seligman, gerçek mutluluğu otomatik mutluluk olarak tanımlıyor. Yani bir insan nerede yaşarsa yaşasın sürdürülebilir, iyi gelen bir mutluluk halinin ve hayatın mümkün olduğunu ileri sürüyor.
Akıl ve erdemden ayrı bir mutluluk düşünülemez diyor Aristotales de. Anlık bir hazzın yerine mutluluğun bir yaşam tarzı olmasından bahsediyor. Dış etkenler, bizim mutluluğumuzu belirlese de mutluluğun insanların kendi yaptıkları, kendi çabası ve kendi sorumluluğu olduğunu söylüyor. Sorunu hep başkasında aramak, ciddi konularda bir kırılma yaratıyor.
İyi ilişkiler kurabilmek, hayaller ve hedeflerin olması gibi özellikler, mutluluğu yakınlaştırıyor. Manevi değeri olan hedeflerin de olması önemli. Bu, bizim üzerinde etkili olduğumuzu hissetmemizi sağlıyor. Hedef ise bizi sisteme sokuyor. Sorumluluklarımıza sistem katmış oluyoruz. Bunu da bir tutkuyla ateşlemek gerekiyor. Yine yardımda bulunmak, hareket etmek, spor yapmak ve doğada vakit geçirmek bu hali destekliyor.
Affedici olabilmek- bu en zorlarından biri- de mutluluk için çok önemli. Duygusal travmalardan dolayı bazen negatif bir karşılık vermek istiyoruz ama bunun hiçbir zaman olumlu getirisi olmuyor. Affetmek, bize zararı olan insana değil yalnızca bize yarıyor. Bu, uzlaşmak demek değil yanlış anlaşılmasın. Aslında bazen zarar gördüğümüzü bastırmak zannedilir ama affetmek, o acıyı kabul etmek demek,
Odaklanmadan bizi mutlu ya da mutsuz eden şey aslında yaşama bakış açımız. Oysa mutlu insan duygularını bastırmayan, onu rahatça ifade edebilen insandır. İnsan yeri geldiğinde ağlayabilmeli, gülebilmeli, kızabilmeli ve sevebilmelidir.
Mutluluk: Zihin ve Yüreğin Birbirine Bağlanması
Sahte mutluluk, günü gün etme payesinde, her ne pahasına olursa olsun zengin olmak, makam ve mevki sahibi olma için boşaltılmış bir insanlık anlayışıdır. Hedeflerimize ulaşmada hiçbir değer yargısına sahip olmadan yaşamak, hiçbir sorumluluk duymamak, üretmeden ve emek vermeden sınırsızca tüketmek sahte mutluluk getiriyor. Bu da insanları güdü ve dürtüleri ile düşünmeden ve umursamadan yaşamaya, hiç kimseye mecbur saymadan herkesi kendine mecbur görmektir. Bu kısa vadede rahatlatan sahte mutluluk, uzun vadede ruhsal çatışmalara, kaygı ve tükenmişlik duygularına neden olabilir.
Peki mutluluğumuzu ne belirliyor? Mutluluk, bizim tatmin olduğumuz anlamlı bir hayat ve geriye baktığımızda anlık neşe değil de bu hayattan tatminim diyebilmek ama biz mutluluğu genetik faktörlere, coğrafyaya ya da ekonomiye, hayat koşullarına bağlama eğilimindeyiz. Şu değişse bu değişse deyip duruyoruz bazen.
Araştırmaların çoğu, mutluluğun bize bağlı olduğunu gösteriyor. Bir pasta düşünün: Bu pastadaki insanların %50’si genetik olarak mutlu ya da mutsuz. Hayat standartları diye odaklandığımız bizim için büyük olan kısım da %10’u karşılıyor. %40’ını bilinçli aktivitelerimiz oluşturuyor. Buna karar vermek de sorumluluğumuzu oluşturuyor. Yani büyük oranda mutluluk bizim elimizde.
Araştırmaları incelediğimizde mutlu insanların alışkanlıklarıyla ilgili şu sonuçları görüyoruz:
- Mutlu insanlar zamanlarının büyük kısmını aileleri ve arkadaşları ile geçiriyorlar ve kendi ilişkilerini güçlendirmek için emek veriyorlar.
- Sahip oldukları şeyler için şükrediyor ve şükür egzersizleri yapıyorlar. Kendilerini ifade etmekte rahatlar.
- Başkalarına yardımcı oluyorlar.
- Geleceklerine iyimser bakıyorlar. Umutları var.
- Şimdiki anı yaşıyorlar. Hayattan zevk almayı biliyorlar.
- Fiziksel egzersiz yapıyorlar. Egzersiz yapmak, seratonin ve endorfin salgılatıyor ve daha iyi hissettiriyor.
- Hedeflerine derinden bağlılar. Dünyaya katkı sağlamak gibi hedefler koyuyorlar.
- Büyük trajedilere karşı daha dirençli oluyorlar ve objektif bakabiliyorlar. Buna inanmayı seçiyorlar.
Şimdi sizlere de soruyorum: Sizin için mutlu bir hayat ne demek? İnsana, insan olmanın hazzını ve bilincini tattıran ama yakalamak için emek ve olgunluk getiren gerçek mutluluk nedir?
Kendini Tanı, Zaman Ayır, Gönülden Ver ve Anlamlı Bir Yaşam Kur
Mutluluğu sonuç olarak değil, kişinin her türlü çelişki ve çatışmayı aşarak doğayla toplumun kendi kendisiyle uyum ve bütünlüğe vardığı süreç olarak görmek gerekiyor. Özünden kopmadan, insana yabancılaşmadan, üreterek, anlamlı bir yaşam arayışındaki her süreç mutluluktur. Hedef değil, varınca sonlanacak bir yarış değil, hedefe yapılan yolculukta verdiğimiz olumlu tepkilerdir mutluluğun özü. Kendimizi tanımak da yeter. Mutluluk dışarıda değil, kendi iç dünyamızdadır.
Gerçek mutluluğu yakalamanın en önemli basamaklarından biri de gönülden verebilmektir. Vermeden almayı, önceden alıp sonra vermeyi düşünenler mutsuzluğu aşamıyorlar. Burada maddi şeyleri vermekten bahsetmiyorum. Özünden vermekten bahsediyorum. Yani kendinden fedakârlık yapabilmek. Çocukları ile yarım saat duygusal alışverişe girmeyip ona pahalı oyuncaklara boğan bir anne-baba, gerçek bir duygu alışverişi olmadan mutluluğu yakalayabilir mi? Dahası o çocuk, ileride kendi çocuklarına gerçek sevgiyi verebilir mi? Vermeyi bilmediği sevgiyi, maddi olanaklarla sağlamaya çalışanlar, sadece kendilerini aldatırlar. Bunun altında suçluluk duygularını hafifletmeye çalışmak vardır. Oysa tatlı bir söz, küçük bir ilgi ve sevgi en kıymetli armağandır.
Nasıl tek bir tohum tanesinden binlerce ürün olabiliyorsa verdiğimiz her türlü güzel duygu, güzel söz, güzel düşünce size mutluluk olarak geri dönecektir. Teoman Dural’ın dediği gibi “Ümidi yitirmek günahların en büyüğüdür.”
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.