Farkındalık

Derviş selamı

Son günlerde takdir etmek ve takdiri kabul etmek üzerine düşünüyorum. Bizim evdeki gençler yaşama katıldıkça onların olaylara bakış açıları ve bazı durumlar karşısında görüşlerini dile getiriş şekilleri çoğu değerimi tekrar tekrar gözden geçirmeme ve kendime ayna tutup öz değişim yolcuğumda kendimi sürekli olarak baştan yaratmama aracılık ediyor.

Okuyacağınız bu yazı da onlarla yaptığım bir sohbetin esin çıktısı. Kızım Ekin üniversite hazırlık sürecinde. Dolayısıyla bu yıl, neredeyse tüm sohbetlerimizin gündemi Ekin’in geleceğini şekillendirmek için yaptığı çalışmalar ve çabaları. İşte bu sohbetlerimizden birinde, kızıma çalışmalarındaki eksiklikleri dile getirdiğimde bana, “Anne farkında mısın? Doğru giden şeyleri takdir etmek yerine yanlış giden şeyleri sık sık gündeme getirmek gibi bir eğilimin var.” dedi. O anda fark ettim ki yaptığı güzel işler ve doğru girişimlerden yeterince söz etmemem onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Benimle ilgili bu gözlemi o kadar doğruydu ki… Hep bir şeyleri iyileştirme arayışı içinde olan ben, uzun zamandır iyi ve yolunda giden konuları kutlamadığımı üzülerek fark ettim.

Eğitim hayatında ve kurumsal hayatta geçirdiğim bunca yılda çıkarcı sırt sıvazlamalarının kokusunu kolayca alma yeteneğimi oldukça geliştirmiştim aslında. Gerçek takdirle yapmacık kutlamaların ayırımını çok iyi yapabildiğine inanan biri olarak kendimle ilgili bu farkındalığım beni oldukça utandırdı. Bir övgünün ardındaki manipülasyonun fark edilmesinin hemen ardından verimin nasıl da düştüğünü Marshall B. Rosenberg Şiddetsiz İletişim kitabında çok güzel anlatır. Bu kitapta geri bildirimin başkaları tarafından nasıl algılandığına örnek olabilecek harika bir hikâye vardır. Ne zaman gerçek olmadığını düşündüğüm bir övgü alsam kendimi hikâyedeki ata benzetirim.

Hikâye şöyle: Amerikan yerlilerinden biri diğerine der ki, “Atıma modern psikoloji nasıl uygulayacağıma bir bak!”. Sonra atın onları duyabileceği bir yere giderler ve şöyle der: “Ben Batı’nın en hızlı ve cesur atına sahibim!” At üzgün bir vaziyette kendi kendine söylenir, “Buna ne buyrulur? Gidip kendine başka bir at almış!”

Bu hikâye, bana takdiri kazanç elde etmek için değil, bir başarıyı ya da bir insanı gerçekten kutlamak için dile getirmenin önemini hatırlatır hep.

Takdiri kutla ve kabul et

Kızımla konuşmamızın ardından, övgü aldığımda artan verimliliklerimi ve ardındaki manipülasyonları fark ettiğimde yaşadığım hayal kırıklıklarını ve o kişilere duyduğum nahif sevgimin nasıl da yara aldığını hatırladım. Yaşamdaki her deneyimin bugünümüze katkı yarattığı inancındayım. Kurumsal hayatta böyle bir şeye maruz kalmak nasıl bir yönetici olmak istediğim konusunda kendi parmak izlerimi tasarlamam için bana hizmet etti. Ekibimin günlük operasyonlarını kutlarım. Onlarla yaptığımız performans görüşmelerini ayrı değerlendirmeye gayret ederim. Gündemi belli bu buluşmalarda, takdirimi belirtirken onlardan beklentilerimi de dile getiririm. Elimden geldiğince bireysel gayretleriyle işin gereğini yapmaya çalışma yöntemlerini değerlendirmeye özen gösteririm.

“Takdir ve teşekkürü gerçekten kutlamak ve layık hissettirmek için dile getirmeli insan.” 

Gerçek insan olma halleri üzerine çok düşünen bir eğitmen olarak diyebilirim ki çıktısı olan şartlı olumlu geri bildirimleri ifade etmenin başka bir dili olmalı.

Bir de takdiri kabul etmek var elbette. Hatırlıyorum da dervişlik yolculuğuma adım attığım ilk günlerde beni derinden etkileyen bir sohbetin ardından mürşidimin elini öpmek istediğimde, elimi tutmuş ve “Dervişler birbirimizi selamlarken karşımızdakine olan saygı, sevgi ve takdirimizi dile getirmek için başparmaklarımızı birbirine geçirir ve ellerimizi birbirine kenetleriz. Sonra gözlerimizin en derinine bakarak birbirimizin ellerini öperiz,” demişti. Ve birbirimizin elini öpmüştük. O gün beni çok etkilemiş olan bu selamlaşmanın etkisi bugün hâlâ tazedir bende. Bana göre, bu selamın anlamı birbirimizin yaradılışına olan karşılıklı şükran duygumuzu ifade etmenin ve varlığımızı takdir etmenin bir göstergesidir. Bakışlarımızın birleştiği noktada, karşılıklı hislerimizi mümkün kılan içimizdeki Yaradan’ı onurlandırıyoruz ve aslında içimizdeki O’nu selamlıyor, O’nu öpüyoruz. Bu selamın ardındaki mesajda, biraz da gereksiz tevazuyu zapturapt altına almak vardır. Bir tarafı ben yaptım hissinden kayırırken, diğer tarafı aman efendim yüceltmesinden sakınmak.

Sevmeyi her gün daha fazla öğren, dost aşkını yaşa, kalplere öpücük gönder

Yüce Yaradan’ın hepimize başka hayatlara dokunma gücünü verdiğini hatırlatmak var bu selamımızda. Bana bu gücü verenin içimde yaşayan Yaradan olduğunun bilincinde olursam işte o zaman nefsimin tuzaklarından korunabilirim.

“O halde, takdiri yapmacık alçak gönüllülüğe ya da büyüklenme duygularına kapılmadan kabul etmemizi nasip et, Ya Rabbim.”

Övgünün ifadesi ve takdiri kabul üzerine düşündükçe elbette evren de yapması gerekeni yapıyor. Yaradan’ın mizah anlayışı devreye giriyor.

Çok sevgili dostlarım Can Aydoğmuş, Serda Kranda Kapucuoğlu ve Uğur Batı’yla bir arada olduğumuz mesaj grubumuzda bir sabah mesajlaşıyoruz. Can, hepimize kendimizi ayrı ayrı iyi hissettiren sevgi dolu övgüler gönderiyor. Can’ın sevmeyi bildiğini ve karşısındaki varlıkları ne güzel sevdiğini dile getiriyorum. Aldığım yanıt beni çok etkiliyor. “Sevmeyi her gün daha fazla öğreniyorum,” diyor Can. Serda hemen söze giriyor ve diyor ki “İnsanın dostlarına dost aşkını yaşatması ayrı güzel.” Uğur üçümüze enerji şampiyonluğunu veriyor ve ömre ömür katacağımız iddiasıyla içimizdeki yaşam sevincini onurlandırıyor.

Ben, sabah övgümü almış ve yazımı nasıl tamamlayacağımın ilhamını kalbimde netleştirmiş olmanın gülümsemesiyle dostlarımın kalplerine içimden öpücük gönderiyorum.

Bizler içimizdeki sevgiyi ve Yaradan’ın bize bahşettiği tamlığı açığa çıkarmak için dünyaya geldik. Bu tamlık, bu sevgi, bu ışık, bu takdir sadece birkaçımızın değil canlarım, hepimizin içindedir.

“Başkalarının iyi taraflarını bulup takdir etme alışkanlığı, insanın ruhunu zenginleştirir.”

C. W. Hall

Biz kendi ışığımızın parlamasına izin verdikçe, diğer insanların da istemsiz bile olsa ışıklarını parlatmalarına aracılık ederiz. Biz korkularımızdan özgürleştikçe varlığımız başkalarını özgürleştirir. Esenliğimize hizmet etmiş varlıklara ifade ettiğimiz tüm övgülerde, hele bir de yürekten dile getirdiysek karşıdakinin ağzında kalan memnuniyetin lezzetidir asıl takdire değer.

Yaşamın kendisi kutlamaya değerdir. Yunus Emre’nin de dediği gibi yaratılanı sevelim Yaradan’dan ötürü. Hiçbir şeyde olamıyorsak da samimi övgü ve takdirde eli bol olalım, sevgili okur.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

sebnem-toker
Bournemouth College Büro Yönetimi mezunu. Yaklaşık 30 yıldır üst düzey yönetici asistanlığı yapıyor. 2002 yılından beri kendini kaşif olarak adlandırdığı yolun yolcusu… Yaşamın Direksiyonunda atölyesinin kurucusu ve Profesyonel Jungian Koç. Koçlukta Sanat Terapisi, NLP, metafizik, hipnoz ve Seraphim Blueprint uluslararası uygulayıcı eğitmeni.