Farkındalık

Olduğum gibi, olduğu gibi mutluyum

Günlerden bir gün kendime sımsıkı sarılmış, dışarıdan beklediklerimi bırakmanın huzuru sarmış içimi, neşeliyim kendiliğinden ve mutluyum. Birden aklıma geldi o eski hallerim.

Sevincimi, neşemi alıp götüren beklentilerimi gözden geçirdim.

Hatırladım…

O dışarısı var ya dışarısı, her şeyden o sorumluydu.

Umut ediyordum bana şöyle davransın, böyle kucaklasın, verdiklerimi görsün, benim kadar cömert olsun.

Kendimle ilgili umutlarım neydi o zamanlar?

O zamanlar dediğim belki de kendimi bildim bileliydi de ben farkında bile değildim.

Sınavı kazanmak, okulu bitirmek, birisinin gözünde iyi olmak, vazgeçilmez olmak ya da her neyse işte başkasının gözünden seyrettiğim için alemi, o gözlere ihtiyacım vardı. Hatta belki de muhtaçlığım da diyebiliriz.

Sevmek ya da sevmemek işte bütün mesele bu…

Neyi seveceğine nasıl karar veriyor insan?

Nedir bize sevgiyi hissettiren?

Beklentisizlik …

Olduğu gibi kabul, olduğun gibi kabulü getiriyor.

Şu özelliklerini seviyorum ama bu özelliklerini sevmiyorum ön koşullarıyla girdiğimiz sevgi bahçesinde elimize bolca diken batırıp, gerisin geri çıkıveriyoruz bir çiçeği dahi koklayamadan.

Hayal kırıklığı koyuyoruz adını sevgimize karşılık bulamadığımızda.

Oysa hayal kırıklığı karşımızdakinden beklediğimizi duyamamak ya da umduğumuzu alamamakla ilgilidir.

Bana şöyle derse, şu şekilde davranırsa, ararsa, alırsa, bakarsa, görürse, duyarsa beni sevdiğine ikna olacağım.

Sevdiğine de değil üstelik, “değer verdiğine”dir asıl söylemek istediğimiz.

Sevgiyi tanımlarken değerli hissetmekle karıştırırız, bazen de ilgiyle.

Karşılığı olmalıdır sevginin, ben seviyorsam onun da beni sevmesi, onun da bana ilgi göstermesi gerekir. Bana sevgisini ispatlamalıdır. Tabii önce ben ispatlamalıyım diyerek taarruza girişiriz. İlgi, alaka, beklentiler ve daha nicesiyle yol almaya çalışırken kalbimizin ışığı zayıflar. Bunlar onun baş edebileceği kavramlar değildir.

Kalp sadece kabul enerjisiyle rahatlar.

İstediğim gibi olursa kabul ederim.

Benim istediğimi yaparsa kabul ederim.

Hayallerimizin üzerine serpiştirilen toz bulutları gibidir bu yaklaşımımız.

Ön koşullar ön yargıları doğurur.

Ben … severim, … olursa kabul ederim, … olursa sevildiğimi hissederim.

Hayal kırıklıkları biriktiğinde dünyamız başımıza yıkılıverir.

Umut bizden uzağa gidiverir.

Hem zaten isteyecek bir şey de kalmadığından hayal bile etmek istemeyiz.

Verilmiyor ki isteyeyim mızmızlanmalarıyla gelecekle bağımızı zayıflatır, geçmişin ipine tutunuveririz.

Haklıyım, geçmişte de böyle olmuştu.

Bir dakika eğer hayal kuracaksam bir şartım varla sahalara geri dönebiliriz.

Madem istediklerim verilecek o zaman öyle bir şey olsun ki yıkılan dünyamı bir anda yeniden inşa etsin.

Geçmişimi tamamen tamir etsin.

Tüm bunları yaparken benim değerimi bilsin, sevsin, değer versin, güçlü hissettirsin vb…

Sadece ilişkilerden bahsetmiyorum. O her neyse istediğimiz bir anda mutfakta çalışırken balo salonuna gideceğimiz hale getirsin istiyoruz.

Olmuyor mu, verilmiyor mu, tamam o zaman ben de oynamıyorum diyerek köşemize çekiliyoruz.

Terk edilmiş evler misali yaşıyoruz ama canlı değiliz.

Neşe ve sevinç nasıl geri gelir?

Ya eskisi gibi olursa korkularını veya eskisi kadar iyi olmazsa endişelerini işten çıkartıp, kapının önüne koyduğumuzda yeniden bakabiliriz gerçekten neye ihtiyacımız olduğuna.

Sahi neye ihtiyacımız var?

Onu sadece içimiz bilir elbette ve sadece o an içinde fark edebiliriz.

Mutlu anlarımızı katleden tek neden o anın devam etmesindeki ısrarımız oluyor. Bir gün biteceği, bir daha yaşamayacağımız düşüncesi o anın içinde dahi neşeli olmamıza engel oluyor.

Daha dondurmayı yemeye başladığında biteceği için ağlayan çocuk görmedim. Sanırım neşeli olabilmek içimizdeki çocuğun doya doya tadını çıkarmasına izin vermeliyiz.

Olduğum gibi, olduğu gibi mutluyum…

Her ne oluyorsa geçip gidiyor zaman nehrinde.

Ne iyi anlar ne de içimizi daraltanlar kalıcı değil, biz yuvamızı terk edip ikâmeye izin vermediğimiz sürece.

Akışla yaşamak, hayata güvenmenin en kolay yolu.

Bırak gitsin elinde tuttuklarını, izin ver hayat yenilesin, tazelesin, sevmeye izin ver sadece sevmek her derde deva, her oluşa can katıyor.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

meltem-reyhan
Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji ve İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümlerinde eğitim aldı. Dinler tarihi, sosyoloji, semboller, tasavvuf ve rüya konularında araştırmalarına devam ediyor ve kitaplar yazıyor. Kendi akademisinde öğrenci yetiştiriyor.