Esenlik

Prof. Dr. Emre Özker: Olay kafada bitiyor; hem benim hem hastanın kafasında!

Bu röportajda bir hekimin kahramanlık yolculuğunu, Kardiyovasküler Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Emre Özker’in hata yaptığını söyleyen onlarca kişiye karşı durup nasıl “yaracı” olduğunu ve nice insanın yaralarına şifa olup hayatına dokunduğunu okuyacaksınız. 

Emre Özker ile tanışmamız tam 15 yıl öncesine, kendisinin Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde asistan olduğu döneme rastlar. O yıllardan sohbetlerimizde bu genç insan hakkında hatıramda kalanlar hep değişmek, dönüşmek, gelişmek ve başarmak üzerine heyecanlı fikirleri olan inovatif bir hekim adayı olduğu idi. Yıllar içinde zaman zaman bir araya geldiğimiz ortamlarda yaşama mı yoksa mesleğine mi daha tutkun olduğunu hep kendi içimde sorgulamış, sonunda tutkusunun hem mesleğine hem de yaşama karşı olduğunu düşünmüşümdür. Bu yaz ortak tutkumuz olan ve birlikte yaptığımız mavi yolculukta Prof. Dr. Emre Özker’i eşi Dr. Berna Özker ve çocukları ile izlerken onunla röportaj yapmak istedim. İstedim ki yaşama ve mesleğine tutkun bu genç hekimin kahramanlık yolculuğunu sizlerle paylaşayım. Teknede sabahın erken saatlerinde kahvemizi yudumlarken Emre Özker’e “Neler yapıyorsun? dediğimde aslında yara cerrahisi ile uğraştığını biliyordum. İlk duyduğum günden beri zaman zaman kalp yaraları ile çalışan bir şifacı olarak aklıma hep büyük usta Carl G. Jung’un “Wounded Healer of The Soul” kitabından en sevdiğim cümle gelir; “Yarası olmayan şifacı iyileştirici olamaz çünkü gerçek iyileştirici güç yaranın kendisinden gelir”. İşte Prof. Dr. Emre Özker “Bir gün herkesin yarası olacak” cümlesini kurduğunda, inandığı iyileştirici gücün ardındaki yarayı ve kahramanın yolculuğunu merak ettim. Özker’in sorularıma içtenlikle verdiği yanıtları siz sevgili Mümkün Dergi okurları için hazırladım. Umarım benim kadar keyif alırsınız.

Kardiyovasküler cerrah olmana rağmen “Herkesin bir gün yarası olacak” hissiyatı ile yola çıkarak yara cerrahisine yöneliyorsun. Neden? 

Yaraya profesyonel olarak nasıl yöneldiğimin hikayesi aslında çok ironik. Tüm asistanlığım boyunca “Uzman olduğum gün bir daha kimse bana pansuman yaptıramaz” derken, mecburi hizmette tek başıma çalıştığım için yine tüm problemli yaralara bakmak zorunda kalan ben, sonrasında kalp cerrahisinin kötü yaralarından olan mediastinit yaraları ile ilgili iki çalışmamızı kullanarak doçentlik dosyası hazırladım. Yine altımda asistanlarımın olduğu dönemde tam “Artık pansumanlara dokunmuyorum” dediğim dönem, beraber çalıştığım girişimsel radyolog arkadaşımın teşviki ve önayak olması ile diyabetik ve iskemik ayak yaraları ile ilgili yurtdışındaki kurslara katıldım. Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi’nde ilk yara polikliniğini açmamla da bu yolculuk başlamış oldu.

Başlarda kalp cerrahisinden artakalan zamanlarda yara polikliniği yaparken, hasta başvurularının artması üzerine önce haftada 2 yarım gün olan yara polikliniği sayısı 2 tam güne sonra 6 tam güne çıktı. Bu arada beraber çalıştığım yara bakım hemşirelerinin sayısı da arttı ve ekibimiz genişledi, evde yara bakım hizmeti de vermeye başladık. Bir süre sonra diğer hastaneler bu alanı keşfettiler ki bence bizim payımız çok büyük ve karşılıklı görüşmeler başladı. İşte bu noktada artık yara bakımı beklediğimden hızlı gelişti ve kalp cerrahisi uğraşımın önüne geçmeye başladı. Bir karar vermem gerekiyordu, ya bu işi yarı zamanlı yapmaya devam edecektim ve muhtemelen işin gerisinde kalacaktım ya da tüm enerjimi bu alana verecek ve işi daha büyütecektim. Ben “Keşke yapsaydım” dememek için hem yüreğimin hem de “Bir gün herkesin yarası olacak diyen” aklımın sesini dinledim.

Herkesin bir gün yarası olacak mı gerçekten?

“Bir gün herkesin yarası olacak” hissiyattan ziyade bilime dayanan bir öngörü. İnsan nüfusu yaşlanıyor ve insan ömrü uzuyor. Modern yaşam tarzı, beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, doğal yaşamdan uzaklaşma, daha az hareket etme sonucunda diyabet, obezite, lenfovenöz hastalıklar, tıkayıcı atardamar hastalıkları ve bu hastalıkların komplikasyonları ve uzayan insan ömrü ile bu komplikasyonların görülme ihtimali de artıyor. Sosyolojik anlamda geniş aileyle birlikte yaşam, yerini çekirdek ailelere bıraktı; çocuklar yaşlı ebeveynlerinin bakımlarını bakıcılara ve yatılı bakım evlerine devrediyor. Maalesef bu yaşlılara hiçbir zaman ailede bakıldıkları gibi bakılamıyor ve kötü bakım sonucu yatak yaraları ile karşımıza geliyorlar. İşte bu karamsar tablo beni kalp cerrahisini bırakıp yara bakımı alanına dönmeye ikna etti.

İlk zamanlarda seçtiğin branşla ilgili kimseden destek alamamışsın, hatta karşı çıkanlar da olmuş. Ama sana karşı çıkanları dinlemeyip yoluna devam ettin ve şu an Acıbadem Hastanesi’nde yara kliniğinin başındasın. O zamanki tepkileri ve kararlılığının nedenini anlatabilir misin? Vazgeçmemişsin…

Etrafımdaki birçok kişi; beni yetiştiren hocalarım, abilerim, yakın arkadaşlarım, ailem tümden yara ile ilgilenmemim doğru olmayacağını, ana mesleğimi bırakmamam gerektiğini, yara bakımını yan iş, hatta hobi olarak devam ettirmemin daha iyi olacağını söyledi. Temelde bence bunun sebebi; benim ifade ettiğim ve inandığım şekilde tıp alanında böyle bir açık olduğunu düşünmemeleriydi. Hatta eminim bazıları benim esas hedefimin kalp cerrahisinden uzaklaşmak olduğunu ve bunu bir kaçış bahanesi olarak ortaya attığımı düşünüyordu. Benden önce yara ile uğraşmaya başlamış, kongrelerde yara bakımı anlatan eski hocalardan birisi bile bana bir ara “Gerçekten çok hasta var mı?” diye sorduğu zaman anladım ki çok az kişi gerçek anlamda yara ile uğraşıyor, çoğu sadece yapar gibi yapıyor. Halbuki ben ekibimle Başkent’te günde 25-30 hasta görüyordum ve bu hastalar farklı sosyoekonomik kesimlerdendi. Türkiye’nin farklı bölgelerinden sadece yaraları olduğu için polikliniğe başvuruyorlardı. Dahası, gelemeyenler de e-posta ve whattsapp üzerinden bana ulaşıp çare arıyorlardı. Tüm bu olup biteni, tıp fakültesindeki eğitimi süresince “yara bakımı” diye bir dersi hiç almamış bir gruba anlatmak kolay olmuyordu. Ama böyle bir açığı masaya oturduğum tüm hastane yöneticileri çok önceden fark etmişlerdi, çünkü özellikle yabancı hastaların “Hastanenizde yara kliniği var mı?” diye sorduklarını bizzat yöneticilerle olan ikili görüşmelerde öğrenmiştim. 

Yurt dışında yaygın o zaman bu yara cerrahisi?

Yabancı hastalar böyle bir kavramı çok net biliyorlar çünkü sadece Almanya’da 110 civarı yara kliniği mevcut. ABD ‘de 1930’lu yıllarda 300’ü aşkın yara kliniği bulunuyormuş. Ben Amerika’yı tekrar keşfetmedim, ülkemdeki bu açığı görüp batılı ülkelerdeki yapılanmayı Türkiye’ye uyarladım. 

Tedavi edilemez yaralara şifa oluyorsun anladığım kadarıyla. Neden tedavi ettiğin yaralara tedavi edilemez yaralar deniyor?

Bizim temelde uğraştığımız yaralara kronik veya iyileşmeyen yara deniyor. Bu yaralar standart tedaviye rağmen 4-6 hafta içinde kendiliğinden iyileşmeyen yaralar. Normalde yara iyileşmesinde belli bir sıra ve zaman dilimi içinde birbirini takip eden iyileşme fazları bulunur. Her bir fazda farklı hücreler görev alır. Hücreler arası iletişimin ve senkronizasyonun bozulması halinde yara iyileşmesi bir fazda tıkanır kalır ve böylece iyileşme duraklar. Yara ile uğraşan yara bakımcının görevi işte bu duraklamanın nerede olduğunu, neden kaynaklandığını ortaya çıkarıp takıldığı fazdan bir sonraki faza ilerlemesini sağlayacak manipülasyonlar ve tedaviler yapmaktır.

Peki bu yaraları nasıl iyileştiriyorsunuz?

Ben her hastada dedektif gibi nerede takıldığını bulup yara iyileşmesini normal fizyolojiye döndürecek hamleler yapıyorum. Dürüst olmak gerekirse bu hamleleri yapmak için geliştirilmiş çok sayıda modern yara ürününe ve kullanım tecrübesine sahip bir ekip olmanın avantajlarını yaşıyoruz.

En çok hangi vakalarla karşılaşıyorsun?

Bacak ülserleri ki bunlarda da en çok varis ülserleri, diyabetik ayak yaraları ve atardamar tıkanıklıklarına bağlı yaralar geliyor. Yine lenfödem yaralarının sıklığında da son dönemlerde artış var. Bunları basınç yaralanmaları dediğimiz yatak yaraları veya dekübitus ülserleri takip ediyor. Daha az sıklıkta olan vaskülit yaraları, kanser yaraları, iyileşmeyen operasyon bölgesi yaraları ve yanığa bağlı yaralarda artış var.

“Bir insanı, hayata döndürmenin yarattığı hazzı anlatmanın imkânı yok”

Seninle ilgili, tek hayali kumsalda, denizde yürümek olan bir diyabet hastasını 5 ayda hayaline kavuşturduğuna dair bir haber okudum. Bacağının kesilmesi gerektiği söylenen bir hastaymış bu kişi üstelik. Hayatına dokunduğun başka insanlar başka hikayeler var mı? 

Klişe bir cevap gibi gelebilir ama daha fazla ve daha dramatik çok hikayem var. Hatta umudunu kaybetmiş hastalarıma sıkılmadan bu hikayeleri anlattığım çok oluyor. Kronik hastalar ve yakınları sıklıkla depresyonda oluyor ve tutunacak bir dal arıyorlar. Ben bu hikayelerin dal vazifesi gördüğünü düşünüyorum. Yaşanan bazı hikayelerde farklı dramatik alt temalar olabiliyor. Mesela bana İstanbul dışından gelen 35 yaşında bir kadın hastam olmuştu. Her 2 bacağında hastanın genel durumunu bozan, uzun süredir iyileşmeyen ve en son bir bacağın kesilmesi önerilen yaraları vardı. Hikayesinde acı olan bu hastanın çocuk sahibi olmak için aldığı tedaviler esnasında bacak damarlarının tıkanması sonucunda yapılan müdahalelere rağmen damarları açılamamış ve bunun sonucunda yaralar açılmış. Bu yaralar açıldıktan sonra eşinin hastadan boşandığını öğrenince ne diyeceğimi bilemedim. Bunlar yetmezmiş gibi bir de hastaya 2 üniversite kliniğinde bacağının kesilmesi önerilmişti. Tüm bu olaylar sonunda umudunu kaybetmiş genç bir insanı tamamen iyileştirip tekrar hayata döndürmenin sizde yarattığı hazzı ve huzuru anlatmanın imkânı yok. Neden her şeyden vazgeçip bu işi yaptığımı daha fazla anlatmama gerek yok sanırım.

İnsanların hayatına dokunmak, bir nevi mucizelerin gerçekleşmesi nasıl bir his veriyor?

Çoğumuz tıp veya hemşirelik fakültesini insanları iyileştirmek, kimsenin yapamadığını mucizevi bir şekilde yapabilmek içgüdüsü ile tercih ettik. Bu mucizeyi gerçekleştirebilme arzusu insanlık kadar eski. Bunu yapanlara olan hayranlık, saygı ve bazen korku, insanlığın her döneminde karşımıza mitolojik ve tek tanrılı dinlerin hikayelerinde, büyücülük ile ilgili kültürlerde çıkmakta. Ben gerek kalp cerrahisinde gerekse yara bakımında bunu defalarca yaşadım. Ama inanın başka merkezlerde uzvunun kesilmesi önerilmiş bir yara hastasını, tedavi sonucunda kendi ayakları üzerinde yürüyerek evine göndermenin sizde yarattığı duyguları tarif etmenin imkânı yok. Klinikteki o uğurlama seremonisinde hemşiremden danışmanlarıma herkesin yüzünde o aynı gururla karışık duyguları okuyabiliyorsunuz.

“TECRÜBEM ARTTIKÇA DAHA MÜTEVAZI OLDUM”

İyileşmez denen bir yarayı iyileştirdiğinde egonla başa çıkman gerekiyor mu? 

Eskiden daha iddialı idim. Tecrübem arttıkça daha mütevazı oldum sanırım. Belki de kanıksamış olabilirim. Hala karşıma iyileşme ihtimali çok yüksek olan ama işi bilmeyen hekimler tarafından “Kesin kesilmesi lazım, başka yolu yok” gibi iddialı söylemlerle kafası karıştırılmış hastalar geldiğinde, bam telime basılıyor ve “Ben bu ayağı asla kestirmem” gibi sert çıkışlar yaptığım olabiliyor.

Sen vazgeçmediğin için mi iyileşmez denen hastalar iyileşiyor? İnanman hastanın da inanmasını sağlıyor ve beden ona göre mi çalışıyor? Bunu nasıl açıklıyorsun?

Kolay vazgeçmediğim doğru, ama olmayacak duaya da asla âmin demem. Eskiden daha da heyecanlıydım ve cahil cesaretine sahiptim. Kendi tecrübem arttıkça, bu alanda çıkan yayınlar arttıkça klinik öngörülerim giderek iyileşti ve klinik sonuç ile ilgili daha net tahminlerde bulunur oldum. Bu öngörüler zaman zaman hastaların beklentileri ile uyuşmuyor ama sıklıkla hastalara dış merkezlerde önerilenlerden daha pozitif ve umut verici oluyor. Benim bilimsel öngörüm dışında inatçı ve mücadeleci kişilik yapımın da hasta motivasyonunu arttırdığını düşünmüyor değilim. Pozitif düşüncenin beden üzerinde iyilik hali yarattığına inancım fazla. Kaldı ki depresyon halinde salgılanan hormonların yara iyileşmesini olumsuz yönde etkilediği de çalışmalar ile gösterilmiş. Yani bir nevi “Olay kafada bitiyor”; hem benim hem hastanın kafasında!

“İNSAN VAR OLAGELDİĞİNDEN BERİ KENDİSİNİN VE BAŞKALARININ YARALARINI TEDAVİ EDİYOR”

Sonuçta tedavi yöntemleri tüm dünyada aşağı yukarı aynıdır diye düşünüyorum değil mi? Senin sırrın nedir?

Yara iyileşme fizyolojisi ve kronik yara bakımın temel ilkeleri batı tıbbında 2007 yılında net olarak tanımlandı. Daha önce Batı’da tedavi yöntemlerinde tam bir standardın sağlandığı söylenemez. Günümüzde Batı tıbbında benzer metodoloji ve modern yara bakım ürünleri kullanıldığını söyleyebiliriz. Ama insan var olageldiğinden beri kendisinin ve başkalarının yaralarını tedavi ediyor ve bunu bulunduğu coğrafi şartlarda elinde ne varsa onunla yapıyor. Avusturalya’daki Aborjinler manuka balını kullanırken, bir Eskimo avcısı somon balığının derisini, Egeli bir köylü kadını da kantaron yağını kullanarak yaraları iyileştirebiliyor. 3000 yıllık kadim Çin tıbbında da diyabetik ayak tedavisinin tanımları var ama enfeksiyonu “Kötü ruh” diye tanımlarken; ateş düşürücü, enfeksiyona karşı etkili bir bitkisel karışımı kullanıp buna mitolojik bir isim verebiliyorlar. Sonuçta insanoğlu yarayı ve ona iyi gelen tedavi yaklaşımlarını çok önce tanımlamış, sadece farklı ifade ediyor. Eğer benim sırrımı sorarsanız; çok yara görmüş olmam, çok fazla çeşitte yara tedavi malzemesi ve yöntemine sahip olmam ve bu malzemeler ile hatırı sayılır tecrübe sahibi olmam diye özetleyebilirim.

Bu yaralar fiziki yaralar ama nedenleri aslında ruhsal mı? Şöyle de diyebiliriz hastalıkları ruhsal nedenlere bağlayabilir miyiz? 

Hayır, bunu söyleyemeyiz. Sürekli sırt üstü yatan bir felçli hastanın kuyruksokumunda açılan bir yara veya bacak damarları tıkandığı için bacak derisinin dolaşımı bozulmuş ve sonrasında bir travma nedeniyle bacağında yara açılıp büyüyen bir varis ülseri hastasının yarasında sebep olarak ruhsal bir patolojiyi suçlayamazsınız. Ama “benim yaralarım kapanmıyor ve biliyorum ki hiç kapanmayacak!” diye ağlayan bir hastanın ruhsal durumunun yara iyileşmesini olumsuz yönde etkilediğini söylemek de hiç yanlış olmaz.

Hem kardiyovasküler cerrahsın hem de yaraları tedavi ediyorsun. Ameliyat, kalp, damar tıkanıklıkları gibi hastalıklar da uzmanlık alanın. Yara ve kalp bir arada tınlayınca da fazlasıyla duygularla ilintili duruyor. Kalp ve yara arasında bir bağ var mı hastalık olarak?

Kalp vücudun ana motorudur. Deri dahil tüm organlara (bu arada deri vücudumuzun en büyük organıdır) temiz kan sağlamakla görevlidir. Herhangi bir sebepten kalp fonksiyonlarında azalma veya bozulma gerçekleştiğinde tüm organlarda işlev bozukluğu veya yetersizliği ortaya çıkar. Bazen deride bir döküntü, lezyon veya iyileşmeyen bir yara vücudumuzdaki henüz tanı alamamış bir hastalığın veya organ bozukluğunun ilk bulgusu olabilir. Mecazi yönden ele alındığında; ruhsal durum bozukluğunu ifade eden “kalp rahatsızlıklarında” da genellikle hastalarda deri döküntüleri, inatçı kaşıntılar ve iyileşmeyen veya sık tekrarlayan yaralar olarak karşımıza çıkmaktadır. Vücudumuz dengede çalışan mükemmel bir makina ve ister ruhsal ister organik olsun, herhangi bir yerindeki bozukluk muhakkak domino etkisi ile başka bozukluklara da yol açmakta. 

“HER YARA FARKLIDIR”

Her yara hastaya mı özel?  Dolayısıyla tedavi yöntemleri de mi öyle? 

Her yara farklıdır. Hastanın sol ayağındaki yarası bile sağ ayağındakinden farklıdır. Bunun da birçok sebebi vardır. “Yaracı” olarak bize düşen her yaranın iyileşmesinin önündeki engelleri bulup bu engelleri ortadan kaldırmak ve iyileşmeyi kaldığı yerden devam ettirmektir. Bu sebepten ötürü her yaraya iyi gelen ilaç, malzeme ve tedavi yöntemi yoktur.

Ne önerirsin yarası olanlara, hastalıkları olmadan önlemek mümkün mü?

Bazı yaraları gerçekten önlemek mümkün. Mesela basınç yaralanmaları (yatak yaraları). Hastaya belli aralıklarla yatak içi pozisyon verirseniz, kemik çıkıntılarının üzerine yatmamasını sağlar iseniz yara açılmasını engelleyebilirsiniz. Veya diyabetik bir hastada diyabeti sıkı şekilde kontrol altında tutarsanız, ayak bakımını düzenli ve uygun şekilde yaparsanız ve uygun ayakkabı ve tabanlık kullanırsanız yara açılma ihtimalini en aza indirebilirsiniz. Ne yazık ki her yara için bunu söylemek mümkün değil. Yıllar önce damar tıkanıklığı geçirmiş yaşlı bir hastanın bacaklarındaki dolaşım bozukluğuna bağlı yarayı her zaman önleyemezsiniz ama doğru tedavi ile yaranın tekrarlama ihtimalini ve sıklığını azaltabilirsiniz.

Dergimiz Mümkün için “Mümkün” mesajını alabilir miyim?

Doğru teşhis, doğru tedavi, bu tedaviye uyum ve inanç ile birçok yaranın iyileşmesi mümkündür.

Fotoğraf: Constance Kowalik-Pixabay

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

sebnem-toker
Bournemouth College Büro Yönetimi mezunu. Yaklaşık 30 yıldır üst düzey yönetici asistanlığı yapıyor. 2002 yılından beri kendini kaşif olarak adlandırdığı yolun yolcusu… Yaşamın Direksiyonunda atölyesinin kurucusu ve Profesyonel Jungian Koç. Koçlukta Sanat Terapisi, NLP, metafizik, hipnoz ve Seraphim Blueprint uluslararası uygulayıcı eğitmeni.