Yağmurlu bir öğleden sonra, iki kız kardeş mutfak masasının etrafında oturmuş çay içiyorlardı. Biri, incecik beli ve zarif elleriyle porselen fincanı kavramış, diğeri ise dolgun yanakları ve yuvarlak hatlarıyla fincanın arkasında neredeyse kayboluyordu. Kız kardeşlerden biri kahkaha attığında sesi diğerinin gözlerindeki sessiz boşluğa çarptı. O boşluk, bir şekilde doldurulmak istiyordu ama farkına varmamışlardı henüz.
Kimse de farkına varmamıştı aslında. Kilolu olana “kilo vermen lazım” öğütleri bu yüzden veriliyordu. Ailede hemen herkes onun için üzülüyordu. Oysa ki o boşluk, genellikle tabaktaki tatlılarla tuzlularla doldurulmaya çalışılıyordu. O yüzden diyetler kesmiyor, hareket hep yarım kalıyordu… Kız kardeşler arasındaki ilişki, aslında birer yansımaydı; her biri diğerinin tam tersi, bir anlamda eksik olanı tamamlıyordu. Aslında bu eksiklik, görünmeyen bir duygusal açlıkla kilo sorunu yaşamaya devam ediyordu.

Jung’un dediği gibi, insanlar arasındaki bağlar, gölgelerimizi tanıdığımız yerlerdi. Kız kardeşlerin ilişkisi de tam olarak bunu anlatıyordu. Biri bazen diyet yapmış, bazen kilolu… Diğeriyse buna zıt bir şekilde, sürekli bir öz güven arayışındaydı, her aynada kusurlarını arayan, her iltifatı şüpheyle karşılayan bir ruh hali içindeydi. Aslında ikisi de aynı acıyı hissediyordu: Görülmeme, anlaşılmama ve sevilmeme korkusu. Burada bir sır vardı. Genellikle, birinin yeme alışkanlıkları, içinde bulunduğu duygusal durumla doğrudan bağlantılıydı. Çocukken anneden gelen ilgi, dışarıdan gelen onay, hatta kardeşin daha başarılı ve daha dikkat çekici olması… Bütün bu duygusal eksiklikler, yeme alışkanlıklarına yansıyordu.
Ve bir bakmışsınız, iki kız kardeşin de yaşamı aslında hiç de o kadar farklı değil! Biri, sevgi açlığını tatlılarla doldururken içinden “Bir lokma daha, belki bu sefer yeter…” diye geçirdi. Diğeri ise dışarıdan onay alabilmek için her zamankinden daha fazla çalışıyor, “Yeterince iyi olursam, beni fark ederler…” diye düşünüyordu. Ama gelin görün ki duygusal boşluk ne kadar çok olursa o kadar büyük bir yemek arayışı doğuyordu. Ve bu döngü, farkında olmadan zihinlerinde ve bedenlerinde izler bırakıyordu.

Bu noktada yapmamız gereken şey, aslında oldukça basit: Birbirimizi anlamak ve hislerimizi yargılamadan paylaşmak. Kardeşin, senin hislerini anlamadığı zaman, yemek sana yardımcı olabilirdi. Ama gerçek çözümler, duygusal boşluklarımızı şefkatle, anlayışla doldurabilmekti. Birbirimize karşı daha fazla empati, daha fazla şefkat, daha fazla sağlıklı iletişim geliştirdiğimizde, o boşluklar yemekle değil, gerçek bağlarla dolmaya başlardı.
İki kız kardeşin hikayesi, aslında hepimizin hikayesi. Duygusal açlıklarımızı fark etmek, onları anlamak ve sağlıklı bir şekilde karşılamak için birbirimize destek olmak… İşte gerçek dönüşüm burada başlıyor. Unutmayın, boş bir tabak asla bir kalbi dolduramaz. Ama sevgi, anlayış ve şefkat, her zaman bir yolunu bulur.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.