SENİN YÜKÜN, YALNIZCA KENDİNE AİT OLANIDIR
Farkındalık

Senin yükün, yalnızca kendine ait olandır

Bazen öyle büyürüz ki çocuk gibi hissetmeye bile fırsat bulamayız. Bir bakmışız, daha küçük yaşlardan itibaren ebeveynlerimizin dert ortağı, sırdaşı, hatta bazen bakıcısı olmuşuz. Peki, bu durumun bizde nasıl yaralar açtığını fark edebiliyor muyuz? Dahası çözümü onca sene kendine, ebeveynine küskün, kızgın bir çocuk olmakta mı buluyoruz?

Doğan Cüceloğlu’nun Yetişkin Çocuklar kitabında dediği gibi olgunlaşmamış ebeveynlerin çocukları, büyürken kendi hayatlarından ödün vermeye alışır. Çünkü çocukken öğrendikleri tek şey, “Önemli olan benim ihtiyaçlarım değil, annem ya da babam ne hissediyor” olur. Birçoğumuzun hayatında bu hikâye var. Annemiz belki sevgisiz bir evlilikte yalnız kaldı, belki babamız hayata tutunmakta zorlandı, belki de sadece kendi içindeki boşluğu fark etmeden bizi ona sığdırmaya çalıştı. Böylece, onlar için biz bir “yedek ebeveyn” olduk. Ben öyle oldum ve kısa süre önce bu yedek ebeveynlikten istifamı verdim. Nasıl mı, gelin anlatayım?

BENİ BIRAKIRSAN NE YAPARIM?

“Sen gidince çok yalnız kalacağım.”

“Beni hiç düşünmüyorsun.”

“Beni üzmek istiyorsan devam et.”

Eğer çocuklukta sık sık bu cümleleri duymuşsanız bir şeyleri bırakıp gitmek sizin için de zor olabilir. Belki yıllardır yeni bir şehre taşınmayı, büyük kararlar almayı erteliyorsunuz. Belki birine hayır dediğinizde içinizi tarifsiz bir suçluluk kaplıyor. Çünkü öğrendiğiniz şey şu: Eğer bir adım atarsan, birini inciteceksin. Ben sadece annemi bırakmamak için burs kazandığım bir ülkeye gitmedim. Bu konuda da asla onu suçlamadım. Bir yetişkin olarak benim kararımdı bu. Oysa “ben senin yüzünden gitmedim” diye bağırıp çağırıp onu suçlasaydım elimde kalacak tek şey bir kutu öfke olurdu. Bunun benim kararım olduğunu fark edip çözüme odaklanmaya çalıştım. Kolay mıydı? Hayır. Annemle birbirimize girdik mi? Evet. Değdi mi? Değdi. Ne kadar tartışma ve göz yaşı olsa da birbirimizle kurduğumuz bağ bambaşka şekilde evrildi.

Olgunlaşmamış ebeveynler farkında olmadan çocuklarının büyümesini zorlaştırabilirler. Kendi yalnızlıklarını, hayal kırıklıklarını çocuklarının omuzlarına yüklerler. “Ben sensiz yapamam” mesajı bazen açıkça bazen ise alınganlıklar, hastalıklar ya da krizlerle dolaylı yoldan verilir. Ve biz ne yaparız? Elimizde olmadan geri çekiliriz. Kendimiz için bir hayat kurmaktan, yeni insanlara yer açmaktan korkarız. Annem, lisede Fizik sınavından 30 aldığım için bayılmıştı ve günlerce hasta olup yataklara düşmüştü. Bugün anlattığımda ya hatırlamıyor ya da gülüp geçiyoruz. Açıkçası her şeyden de travma çıkarmaya lüzum var mı, emin değilim J

Bazen ebeveynlerimiz bizden kendi solan gençliklerini, yarım kalmış hayallerini, yalnızlıklarını taşımamızı beklerler. Ama biz onların tamamlanmamış hikayesinin bir devamı değiliz. Aslında hiç de olmadık. Ve üzgünüm bunu onlara anlatmak bizim sorumluluğumuzda. Ve emin ol anlattığınızda ilk başta anlamıyorlar, kesin bilgi J Ama her zaman öğrencilerime de söylediğim bir şey var: Sen kendi sorumluluğunu alıp kararlı durursun eninde sonunda kabul edip kararına saygı duyacaklar. En azından benim bir yere kadar öyle oldu. Tamamen istediğiniz gibi olacak diye garanti veremem ama neden yerine nasıl diye sormaya başladığımda her şeyin benim için kolaylaştığını söyleyebilirim.

BENİM İÇİN KİM VAR?

Ebeveyn gibi davranan çocuklar… Hani hep “anneciğim üzülme, ben hallederim” diyenler… Küçücük yaşlarında annesine ya da babasına omuz verenler… “Evde bir sorun olmasın” diye sessizce her şeyi yoluna koymaya çalışanlar. Bu çocuklar büyüyünce ne mi olur? Kendi hayatlarında da sürekli bir şeyleri “idare etmeye” çalışırlar. Kimse üzülmesin, kimse mağdur olmasın, kimseye hayır demesin isterler. Sonra bir gün, kendilerine dönüp şunu sorarlar: “Benim için kim var?” Ben sorduğumda kimse yoktu. Tabii ki annem her zaman kendi bildiği şekilde sarıp sarmaladı beni, yanımda oldu. Fakat ben o meşhur fedakârlık döngüsüne girmiştim bir kere. Yaptıkça yapıyor, bir de tatmin olmazsa kendimi suçlu hissedip ona saldırıyordum. Ne vardı yani bu kadar mutlu olmayacak? Babam ölmüşse ölmüş, gitmişse gitmişti herkes. Ben vardım, ben ona yeterdim. Yetebilir miydim gerçekten? Tabii ki hayır. Ama ne o ne ben bu ihtimali anlamadık bile. Birbirimize tutunmaya çalıştığımız bir sarmal yaşadık.

Bir ilişkide hep daha fazla veren, her şeyi omuzlayan, hep karşı tarafın mutluluğunu düşünen biriyseniz belki de kökleri çocukluğunuza uzanan bir fedakârlık döngüsündesinizdir. Oysa hayatın kuralı basit: Eğer kendi ihtiyaçlarınıza yer açmazsanız başkaları da sizin için açmaz. Sürekli başkalarının mutluluğuyla ilgilenen biriyseniz kendi içinizde bir gün mutlaka eksik hissedersiniz. Çünkü hep başkalarının gölgesinde yürüyen biri, kendi ışığını bulamaz. Bu ışığı aradığınızı gerekirse tekrar tekrar hatırlatacaksınız kendinize. Ta ki suçlu hissetmeyene kadar. Bu suçluluk senelerce çıkmayacak bazen içinizden, bir adım atarken gözleriniz dolacak. Hayır şaka yapmıyorum çok ciddiyim. Fakat eninde sonunda o ışığa sahip çıkmayı öğreneceksiniz. Sizin ışığınız, ailenizi, etrafınız aydınlatacak.

EVET, EVET, TAM DA BÖYLEYDİ! AMA ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Ebeveynlerimize duyduğumuz sevgi elbette ki paha biçilemez. Ama sevgi ve suçluluk birbirine karıştığında hayatı kendimiz için değil, onlar için yaşamaya başlarız. Oysa bizim ebeveynlerimiz de en iyi bildikleri şekilde ebeveynlik yaptılar. Onlar da bir noktada çocuktu. Onlar da kendi ebeveynlerinden gördükleri kalıpları taşıdı. Onlar da belki bir önceki nesilden benzer yükleri devraldılar. Ve bize bugün yanlış gelenleri bilerek yapmadılar. Şu anda bir sorumlulukları kalmadı bu konuda. (Belki!) Ancak yetişkin bir birey olarak iyileşmek bizim elimizde ve bizim sorumluluğumuzda. Çocukken bize öğretilenleri, fark etmeden yüklenmemiz beklenen rolleri bir kenara bırakıp “Ben kimim? Ne istiyorum?” diye sormak bizim yolculuğumuz. Ve en önemlisi, bizim en büyük hakkımız. Bu hakkı kullanıp kullanmamak da bizim kararımız. İster şikâyet edip mızmızlanan bir çocuk gibi oyuna dışarıdan bakarız ister oyundan çıkıp onlara küseriz istersek de oyunun kurallarını öğrenip tadını çıkarırız. Karar bizim.

PEKİ NEREDEN BAŞLAMALI?

Öyle pat diye haydi sınır koy, fark et, kendine önem ver demekle olmuyor. Bence en büyük öncelik kabullenmek ve konuları sevgiyle sarmak. Bakın burası çok önemli. Sevgi koltuğundan baktığınız ve “evet ben bunları yaşadım, şimdi ne yapabilirim?” şeklinde bir bakış açısı geliştirdiğimiz şeyleri halledememe olasılığımız yok.

Eğer hayatınız boyunca başkalarının mutluluğunu önceliklendirdiyseniz ilk kez kendiniz için bir şey yaparken suçluluk hissetmeniz çok normal. Ama unutmayın ki iyileşmek bencilce bir şey değil. Kendi hayatının sorumluluğunu almak, en büyük özgürlüklerden biridir. Ve bu özgürlüğü, sonuna kadar hak ediyorsunuz.

İyileşmek bizim sorumluluğumuzda. İçinizde hâlâ kendi hayatını yaşamaktan çekinen bir çocuk varsa, ona sevgiyle şunu fısıldayın:

“Artık kendi hayatını yaşamana izin veriyorum.”

NOT: Anneciğim seni çok seviyorum. İyi ki seninle ikimiz de bu yaşamdayken konuşabildim her şeyi.  Günlerimiz şifayla geçmesine gönüllüyüm. Öptüm!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Avatar photo
Üniversitede aldığı iletişim ve edebiyata dair kuramsal alt yapı ve tekniklerle fikirlerini çeşitli sitelerde yazarak herkesle paylaşmaya çalışıyor. Aldığı psikoloji ve koçluk eğitimleriyle iletişim tekniklerini referans alarak yol arkadaşlığı yaptığı sistemiyle yetişkinlerin ve öğrencilerin hayatına dokunuyor. Düzenlediği eğitimler ve atölyelerle de evrendeki iyi yaşam çemberinde yeni nesil rehber ve öğrenci olma görevine devam ediyor. Kurduğu içerik ve sosyal medya ajansında mentorluk vermeye devam ederken aynı zamanda Mümkün Dergi bünyesinde editörlük yapıyor.