Hayatımızı ne kadar da çok varsayımlarımız üzerinden yaşadığımızı hiç düşündünüz mü? Hareketlerimizi, planlarımızı, söyleyeceklerimizi, seçimlerimizi ve hatta bir şekilde, olduğumuz hali bile varsayımlar üzerine kurup ilerliyoruz. Büyürken ve büyüdükten sonra öğrendiğimiz bilgiler, doğrular, yanlışlar, kimliğimize farkında olmadan eklediğimiz kibrimiz ile tartıp biçiyoruz her şeyi, öyle pozisyonlanıyoruz, öylesine bir süzgeçten geçiriyoruz insanları, olayları, dünyayı. Burada sevgili velinimetim, öğretmenimin bir sözü geliyor: “Kaplarınız çok dolu, dolu olan kaba yeni bir şey koyamayız.” Evet kaplarımız dolu. Kimliğimiz bu kabın ta kendisi belki de hatta bir bakıma. Bunun içinde savunucusu olduğumuz değerler, inançlar, bilgiler ve başka birçok şey saklı. Ve biz çok iyi bildiğimiz, üzerimize giyindiğimiz şeyleri bırakmakta çok zorlanıyoruz. Kabımızı boşaltmak çok korkutucu geliyor belki de. Çünkü boş bir kaba sahip olduğumuzda, biz ne ile dolu oluruz ki?
Günlük hayatta karşılaştığım ve zaman zaman da kendimin yaptığını fark ettiğim varsayımlar, bazen canımı sıkıyor yalan değil. Bilmek hastalığına ne zaman yakalandık insanlık olarak acaba? Çünkü anladığım kadarıyla bilgilerin de bir son kullanma tarihi olabiliyor. Hakikatin kendisinden bahsetmiyorum ama ona ulaşabilen var mı ki aramızda? Belki tadını aldık arada, belki bir dokunduk ama günlük hayatlarımızda gerçeklik, madde dünya her zaman ağır basıyor. Gerçek dünyada bir geçmişimiz var. Dünyamızda olan olaylar var. Her gün farkında olarak ya da olmayarak öğrendiğimiz bilgiler var. Dünyada düalite var. Yani, iyi kötü, doğru, yanlış var. Bizlerse düalitenin bir ucundan öbür ucuna savruluyor gibiyiz. Ortada buluşmak neden bu kadar zor?

DÜNYAMDAKİ VARSAYIMLAR
Anlattığım şeyi çok süptil bir yere çekmemeye çalışarak birkaç örnek vermek istiyorum. Arada karşılaştığım varsayımdan başlayayım mesela: Spora gidiyorum. Amacım güçlü olmak, sağlıklı olmak, aktif olmak, ilerleyen yaşlarımda beni taşıyabilecek sağlam bir bedene sahip olmak. Fakat ilk karşılaştığım varsayım, spora zayıflama hedefi ile gittiğimin sanılması. Oysa aralarda söylüyorum. Ölçümlerin benim için önemi yok diyorum. Hedefim bu değil. Kilo vermek, doğal bir sonuç olabilir belki. Duyulmuyorum. Şartlanmışız çünkü. Bedenlerimizin sağlıklı olması demek, ilk etapta zayıf olmak demek neredeyse hepimiz için. Bu varsayımla kaç kere karşılaştım, hatırlamıyorum. Zaman zaman canımı sıkıyor, zaman zaman gülüp geçiyorum. Bedenlere, sağlığa dair varsayımlar, belki de en çok ortakça kullandığımız varsayımlar.
En çok karşılaştığım varsayım ise insanların insanlara dair varsayımları. “Böyle yaptı çünkü aslında böyle hissediyor, böyle düşünüyor. Böyle dedi ama aslında şunu demek istedi.” Bunu kaç kere yaptık insanlara bir düşünelim bakalım. İnsanların hareketlerinin, sözlerinin altını kaç kere varsayımlarla doldurduk? Neden bildiğimizi sanıyoruz peki? Nereden geliyor bu bilme hali? Kendimizden elbette! Kendi geçmişimizden… Geçmişten getirdiğimiz bilgilerden, yaralarımızdan ve tüm bunların şekillendirdiği algımızdan. Fakat algımız değişebiliyor değil mi? Çünkü olanlarla ya da olmayanlarla ilişkimiz değişebiliyor. Sonra aynı insana bakıp sözlerinin ve hareketlerinin ardında başka şeyler okuyoruz bu sefer. Yeni algımızdan gelen yeni varsayımlar. Ama bir gün o da değişecek. Sonuç olarak, bilmeye, teşhis koymaya, haklı olmaya fena halde kafayı takmış durumdayız.

KARŞIMIZDAKİNİ TANIDIĞIMIZI SANIYORUZ
Varsayımlarımız, zaman zaman samimi ve yakın ilişkiler kuramamamızın sebebi de olabilir mi peki? Çünkü işin içinde kibir var, yargı var, karışımızdakini tanıdığımızı sanmak var. Bu yapının içinde kim yüzde yüzüyle gerçek benliği olabilir ve aynı zamanda başkasına da kendi gerçek benliği olması için alan tutabilir ki?
Zaman zaman dostlarla, danışanlarımla ettiğim sohbetler beni çok şaşırtabiliyor. Kendi dünyamda hiç karşılaşmadığım olaylardan bahsediliyor. Bu böyle diyorlar. Kendi dünyama bakıyorum, fark ediyorum ki benim için bu böyle değil, hiç olmamış. Bilmemek ne güzel şey aslında diye fark ediyorum. Kim bilir benim “bu böyle” diyebileceğim ne çok şeyin başkalarının dünyasında hiç yeri bile yok? Çok komik değil mi bu? Aynı dünyada yaşadığımızı sanıyoruz ama aslında herkes kendi dünyasında yaşıyor. Yine sevgili öğretmenimin bizi sürekli düzeltmesi geliyor. Söze, “Dünyada … şeyler oluyor” diye girince birisi, Vernon, “Senin dünyanda …” diye düzeltiyor. Çünkü belki başkalarının dünyasında başkalarının dikkatine düşen şeyler değil bunlar. Vay canına! Benim dünyamda karşılaştığım her şey bana ait. Varsayımlarım ise çok önemli bir belirleyici aslında.
Yaptığımız varsayımların en tehlikeli yanı, yeni bir şey için kabımızın dolu olması bence. E çünkü nasıl olabilir ki? Tüm senaryoyu baştan sona varsayımlarımızla yazabiliyorsak, yeni bir film izleyebilmemiz mümkün olabilir mi? Bildiklerimizi fanatikçe bilirken hakikate ulaşmak mümkün olabilir mi peki? Ülkemize, insanlarına, Dünya’ya ve insanlarına dair sahip olduğumuz varsayımlar peki? Baktığımız pencereyi kendimiz seçiyor ve ardından da hep aynı manzarayı yaratıyoruz, sonra da hiçbir şey değişmediği için bol bol yakınıyoruz. Varsayımlarımız sanki kendilerini gerçekleştiren kehanetlere dönüşüyor. Sonra kendimize, varsayımlarımız konusunda haklı olduğumuzu kanıtlamış oluyoruz. Ah, şu negatif egomuz! Sen nelere kadirsin?
Bir gün uyansak ve “Bugün hiçbir şeyi bilmeyeceğim” desek ve önümüzde çıkan her insanla ve olayla buradan bir ilişki kursak sizce bir şeyler değişir miydi? Her karşılaşmada yeni bir şey görmeye, duymaya odaklansak? Bizi daha fazlası olmaktan ve Dünya’mızı daha farklı bir şekilde yaratmaktan alıkoyan en önemli sebeplerden biri bence varsayımlarımız, yani sımsıkı tutunduğumuz geçmişimiz, bildiklerimiz, yaralarımız, fikirlerimiz. Çünkü varsayım, bilinenden gelen bir şey, bildiğimiz her şey ise artık eski, geçersiz ve hakikatin kendinden çok uzak.
VARSAYIMDA BULUNMAYINIZ
Bu yazıyı, algımı ve doğal olarak hayatımı zerafetle değiştiren Dört Anlaşma kitabının yazarı Don Miguel Ruiz’in varsayım yapmaya dair yazdığı sözlerden alıntı ile bitirmek istiyorum diye düşünüyorum, çünkü kitaptaki dört anlaşmadan biri bu. Ardından, kitabı yıllar önce okuduğum için ve bu alıntıyı bire bir onun ağzından yapmak için internete yazıyorum: “Don’t make assumptions” (Varsayımda bulunma) Sonuçların ikinci sırasında, kitabın ve bu öğretilerin kendi web sitesi çıkıyor, tıklıyorum. Kitaptan yapılan kısa alıntıyı okuyorum. Gülümsüyorum. Bu kitap, yıllar geçmesine rağmen hala benimle konuşuyor, şaşırıyorum ama anlıyorum. Alıntıdan bir kısmı sizin için aşağıda çeviriyorum:
“Varsayımlar, kendimize söylediğimiz yalanlardan başka bir şey değildir. Bu, hiçbir sebep yokken koca bir drama yaratır, çünkü bir şeyin doğru ya da yanlış olduğunu aslında bilemeyiz.”
“Eğer varsayımlarda bulunmazsak, dikkatimizi hakikate odaklayabiliriz, hakikat olduğunu sandığımız şeye değil. Böylece hayatı olduğu hali ile görebiliriz, olmasını istediğimiz hali ile değil. Varsayımlarımıza güvenmeyi bıraktığımızda, onlara yatırdığımız inancımızın gücü bize geri döner. Ve varsayım yapmaya yatırdığımız tüm enerjiyi geriye aldığımızda, artık bu enerjiyi yeni bir hayali yaratmak için kullanabiliriz: Kişisel cennetimizi. Varsayımda bulunmayınız.”
Sevgi olsun!
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.