Kitap

Herkes kendi dünyasında mağdur, peki suçlu kim?

Güneş Altunkaş, çok üretken bir yazar. Son olarak “O Sokağa Asla Girme” isimli romanıyla “Bir insanın kaç yüzü, bilmediği kaç geçmişi, kaç farklı hayatı olabilirdi?” sorgusunu yaptırdı okuyucusuna. Kitaplarının gizli kahramanı karma. İnsanın kendisiyle barışık olması gerektiğine inanan Altunkaş karma felsefesini hayatının merkezine koymuş bir yazar. Hem fantastik hem geçmişi kurcalayan hem de o geçmişten bakıp bugünü anlamamızı sağlayan hikayelerin yazarı Güneş Altunkaş’a yaratım sürecini, kitaplarını ve son günlerin gözde konusu aile dizimini sordum.

Güneş Altunkaş

Sen çok üretken bir yazarsın Kapının Ardındaki Ben, Hokus Pokus ve son olarak da O Sokağa Asla Girme okuyucuyla buluştu. Ve biliyorum ki hali hazırda basılmayı bekleyen bir kitabın ve senaryoların var.

Yazmak benim çocukluğumdan beri hayatımda var olan bir şey. Duvarlara yazı yazan bir kızdım. Sinema televizyon okudum, kamera arkasında çalıştım. Yaklaşık 16 senedir de film sektöründe çalışıyorum. Film ya da dizi yaparım diye yazdığım hikayelerim vardı, onları romana çevirerek başladım. Hala da senaryo yazmaya devam ediyorum.  

Senin kitaplarında bir devamlılık var. Geçmişi kurcaladığın hikayelerin birbiriyle bir şekilde bağlantılı, geçmişle barışmak senin için neden bu kadar önemli?

İnsanın olgunlaşması da kendiyle barıştığında başlamıyor mu? Bir şeyi severek yapmak için önce iç dünyanla barışman gerekiyor. Barış kelimesini seviyorum. Hikayelerimde de karakterlerimi küslerse de bir noktada barıştırıyorum. Küs olmak kötü bir şey; bir çiçeğe küs olmak da bir insana da. O yüzden insanın her şeye içindeki barışla başlaması gerektiğine inanıyorum.

“Suçlu mu kurban mı?” diye anlatıyorsun kahramanlarını ve bu soru şu an çok revaçta olan Aile Dizimi’nde cevabını buluyor. Suçlu da kurban da aynı, biziz aslında. O Sokağa Asla Girme bana bu manada beynimizin sokaklarını hatırlatıyor.

Geçmişiyle barışamayan insanlar var hikâyenin içinde ya da geçmişin yanlış anlatıldığı ve bu yanlışı doğru olarak kabullenmiş insanlar var.

O Sokağa Asla Girme’nin çıkış noktası benim için farklı oldu çünkü Kapının Ardındaki Ben ve Hokus Pokus’un karakterlerini farklı bir kurguda ve farklı bir formatta, farklı bir dünyada buluşturdum. Benim için çok riskliydi. Ve iki hikâyenin kahramanlarının da kendi dünyalarında barışması gereken şeyler vardı. Enteresan olan da bu kahramanların hepsini tek bir dünyada toplayıp karşı karşıya getirip tek dünyada barıştırmak oldu. Birbirlerinin hayatlarına dokundular. Kapının Ardındaki Ben ve Hokus Pokus’u yazarken O Sokağa Asla Girme’yi yazabileceğim ihtimali asla aklımdan geçmiyordu. Korona döneminde bunu yapabilir miyim, bir risk olur nasıl çıkarım bunun altından diye düşündüm ama şunu öğrendim ki sen yazar olarak zaten bu insanları, o dünyaların içine sokarken onların 20 sene öncesi ve sonralarını zaten bildiğin için bir şekilde bu dünyada içerisinde o sokaklarda zaten onları karşılaştırıyormuşsun. Bu arada ben de her kitabımı yazdığımda ya da okuduğumda farklı bir Güneş’le tanışıyorum.

Bu kitabı okuyanlar hangi Güneş’le tanışacaklar?

Ön yargılarını tamamıyla yıkmış bir Güneş’le tanışacaklar. Dünyanın öğretileriyle hayatın sürüklenişleriyle birçok insanı tanımayla iyiyi kötüyü ayırt edemediğim noktalarda egoma kapılmamakla birlikte ön yargılarını bütünden yenmiş bir Güneş’le tanışacaklar.

Kendileri için ne bulabilirler?

Ben normalde her hikayemi yazarken bir tarafa olumsuz bir başlık koyuyorum. Her ne kadar adaletli bir dünya kurmaya çalışsam da olumsuzluktan yola çıkıyorum. Kötüler cezalarını çeksin, hata yapanlara şans tanınsın istiyorum. O Sokağa Asla Girme’nin olumsuz başlığı zaten ön yargı.  Ve insanoğlunu en çok tuzağa düşüren duygu ön yargı. İş hayatında da özel hayatta da arkadaşlıklarda da dostluklarda da hep ön yargılarla hareket edip yıkım, dağıtım gibi eylemler gerçekleştirilmiyor mu zaten? Her şey kolay bir şekilde yıkılıyor, parçalanıyor. Sonra da yeni bir dünya kurmak için, yeni alanlar açabilmek için hep baştan başlıyoruz. Biraz insanların duygularına bir dönüp bakmasını istedim bu kitabı yazarken. Önce iç sesini dinle, sonra karşı tarafı dinle. İletişimsizlik ve ön yargı bu dünyanın en büyük hastalığı bence.

Herkes mağdur, suçlu kim?

O yüzden “Suçlu mu yoksa kurban mı?” diye soruyorum. Herkes kendi anlatımıyla mağdur. Herkesin duyguları faklı yönde işliyor, herkes aynı merdivenlerden çıkmadı. Senin bugün basit olarak algıladığın yere düşen bir bardağın kırılması olayı, başkalarının hayatında geçmişinden gelen tetikleyici neden olabiliyor. Herkes kendi dünyasında mağdur. Biz de kendi dünyamızda mağdur değil miyiz? Bu da sistem tarafından bize yüklenmiş bir şey, kapitalizmin sen mağdur olmalısın diye yarattığı bir algı.

Bundan çıkabilir miyiz?

Bence kolektif bilincin yayılması gerekiyor. Toplum bilinci artmalı. Birlik beraberlik için savaş döneminde ülkemin ayakta kalabilmesi için Cumhuriyet’in kurulduğu dönmelerdeki kolektif bilince, birlik beraberliğe inanmak gerekiyor.

İnsanların son günlerde “Aile Dizimi”ne yönlenmesini nasıl buluyorsun?

Korkunç buluyorum. Zeytin Ağacı çok güzel bir içerik ancak bu ülkemizde farklı algılandı, kirliliğe yol açtı. Sosyal medyada önüme düşen aile dizimi temalı reklamlar bence korkunç. Aile dizimi dediğimiz şey kolay öğrenilebilir, kolay ağılanabilir, kolay uygulanabilir bir şey değil. 100 saatlik eğitimle aile dizilimi uzmanı olabilirsiniz gibi reklamlar gördüm. Yarın öbür gün bu insanların title’larını değiştirip aile dizimi uzmanıyım diye kolaylıkla başkalarının alanlarına ve enerjilerine girmeye çalışıp oraları da karıştıracaklarına eminim. Zeytin Ağacı, iş olarak muhteşem, orijinal yapım olarak çıkması ve bütün dünyada izlenmesi benim için çok gurur verici o ayrı.

İnsanların travmalarından arınması çok zorlu ve uzun bir süreç

İnsanların aile dizilimine bu kadar bel bağlamasının altında çok yaralı bir toplum olmak var sanırım. Çok yaralı bir toplumuz, çok hüzünlü, çok travmatik, çok agresif. Her şeyin çoğu olan bir toplumuz. İnsanların önce bireysel olarak kendilerini iyileştirip sonra el ele tutuşup kolektif bilince geçmesi gerekiyor. Kendini iyileştirememiş birinin başkasının hayatına dokunabileceğini tahmin etmiyorum.

Neden kitaplarında sürekli iz peşinde koşuluyor?

Ben de bilmiyorum ama zaten ararken de onlar zaten beni buluyorlar, önüme düşüyorlar. Kapının Ardındaki Ben’i bir kapıdan esinlenip yazdım, o kapı benim önüme düştü. Bu binanın gerçek sahipleri nerede dediğimde bana “6 Eylül 1955 gecesi göç ettiler” denildi. Elimde bir tarih ve bir kapı fotoğrafıyla oturdum Kapının Ardındaki Ben’i yazdım. Hiç durmadan yazdım, evren onu bana yazdırdı. Binanın restorasyonu yapılırken -ben hikâyede iki kapı yazmıştım- ikinci kapı çıktı. Binanın sahipleri de şoka girdi, ben de girdim. 1800’lü yıllarda yapılmış bir apartman, İstanbul’un en eski apartmanlardan biri

Romanlarında mutlaka karma oluyor

Evet oluyor, karmaya göre yaşamak gerekiyor zaten. Karmamızda olan insanlarla hesabımız kapanmadığı sürece hep hayatımızda olmaya devam edecekler. Kapının Ardındaki Ben’de öyle bir spot cümlem var. Bu kitabın başlıklarından birisi de karmadır. Benim de gündelik yaşamımda kimsenin karmasına girmemek felsefesi vardır. O Sokağa Asla Girme’de de karma felsefesinden yararlandım.

Atalarımızın bugünkü hayatımızı etkilediğine inanıyor musun?

Evet. Ve insanlar kendi ata tohumlarıyla, geçmişleriyle, dedeleri ve nineleri ile barıştığında her şey çok daha farklı oluyor. Mantık arama affet, içinde affet, bir şekilde su akar yolunu bulur. Bir şey yapmak istiyorsan yaparsın, enerjini o yönde kullan. Yapmak istemiyorsan ataya da laf atarsın, birilerini de suçlarsın, birilerine de küsersin. Önemli olan sorunu kendi içinde halletmen ve yoluna bakman. Ruhunla barışınca ırmak tertemiz sonsuz bir şekilde akıyor.

O Sokağa Girme’de sevgiyle sevgisizlik arasındaki mesafeden bahsediyorsun. Sahi sevgiyle sevgisizlik arasındaki mesafede kaç uçurum boyu hayatlar yaşanıyordu?” diyorsun. O aradaki mesafede hayatlarımız mahvoluyor diyorsun ben çok etkilendim! Senin için o mesafe nedir?

O mesafe uçsuz bucaksız, kilometresini söyleyemeyeceğim kadar uçsuz bucaksız

“HER KİTAP 3 ÇOCUK”

Kitaplarının gelirini bağışlıyorsun değil mi?

Her kitap 3 çocuk dedik. Benim çok sevdiğim bir avukat arkadaşım kamu davaları olunca mağduriyet yaşayan, ekonomik sıkıntısı olan insanların, çocukların yanında olmaya çalışıyor. Bir şey yapmak istiyordum. Bizde baba geleneğidir. Avukat arkadaşımın yardımlarıyla her kitap 3 çocuk deyip O Sokağa Asla Girme ile 9 çocuğun hayatına dokunmaya başladık. Bu çocuklar sadece ekonomik durumu bozuk olan çocuklar değil, bu çocukların içerisinde pedofili, ensest mağduru olanlar var, annesi kadın cinayetine kurban gitmiş olanlar var. Eğitim hayatlarında yanlarında olmaya çalışıyorum karanlık olan gökyüzünü onlar için bir nebze griye dönüştürebilirsem ne mutlu bana. Belki de bu 9 çocuktan biri memlekete çok hayırlı bir iş yapacak. Kitaplar çocukları okutsun istiyorum. Ürünümü ortaya koydum ama bakarsın ileride “Kitapların Çocukları” diye bir oluşum, bir dernek kurulur. Ben sadece bunun kurucusu olmuş olurum başka yazarlar da gelir der ki “Ben de bu kitabın gelirini 3 çocuğa vermek istiyorum” ve böylece büyür.

“Suç, düşünceden eyleme yansıdığı hangi anda kaç yaşamın dengesini altüst eder ve bir zanlı hangi gerekçeyle masum ilan edilirdi? Gökyüzüne savrulan hayaller ile yeryüzünde sevgi dilenenleri karşı karşıya getiren şey, belki de büyük bir sırdı.”

O Sokağa Asla Girme

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.